Eczacı odaları seçim yapıyor.
Seçim yeni bir dünya kurmak, yeni bir yörüngede seyretmek için önemli bir fırsat. İster yeni bir kan gelsin eczacı odalarına, isterse eskilere olan güven devam etsin; öncesi ve sonrasıyla herkes için durup düşünme sürecidir. İyi değerlendirileceği beklenir.
Elbette seçimlerde, yönetmeye aday olanların herkesten çok sorunları biliyor, analiz ediyor, hazırlıklarını yapıyor olduklarını başlangıç olarak kabul etmemiz gerekir.
Ancak seçilenler, nerden bakarsanız bakın, mutsuz bir tablo ile karşılaşacaklar…
Seçim sonrası sürece katkı olsun diye birkaç nokta üzerinde durmak gerekiyor. Ancak bizimki sadece tavsiyelerden ibaret olacaktır… Tavsiye de değil hatta basit bir düşünce egzersizi de diyebilirsiniz.
Öncelikli sorunlardan birisi katılımcılık organizasyonunun eksikliğidir… Katılmadığınız şeyi sahiplenemezsiniz… Gerçek bir örgüt katılıma açık olmalıdır. Apartman yönetimi de olsa bu böyledir.
Sonra bir örgütsel yapının ve yöneticilerin, kendilerini iyileştirme fırsatı iletişim kanalları açık olduğunda olur. Flaşın patlama anını iyi değerlendirmek gerekir. Bu an, örgüt ve yöneticiler hakkındaki şikayet ve serzeniştir. Bu dönüşleri değerlendiren büyür, gözden ve gönülden kaçıransa, her fani gibi iktidar körlüğüyle malul olur.
Ömrümüzün yarısı, ezberler ve bilinçaltından gelen doğru sandığımız ve sorgusuz kabullendiklerimizle geçer… Doğru da olabilir, ama ya değilse? Örnek mi istersiniz, alın size senelerdir Godot’yu bekler gibi beklendiği söylenen ancak, yapıldıktan sonra ne denli yetersiz bir çalışmanın ürünü olduğu ortaya çıkan 6197 sayılı yasada yapılan değişiklikler. Bu yasadaki değişiklikleri, öyle 3-5 yıl sonra yararlarını göreceğiz şeklindeki ertelemeli yaklaşımlarla değil, gerçekçi ve ciddi araştırmalarla ortaya koymak ve eleştirmek gerekir.
Benzer şeyler dolaşıyor ortalıkta, eleştirmek için değil sorgulamaya karine olsun diye söylüyorum; örneğin bir “meslek hakkıdır” gidiyor ezberden. Önce tüm unsurlarıyla meslek olsun, hakkı da arkadan gelir hiç merak etmeyin. Bütün mesele eczacılık mesleğinin tam olarak ihya ve icra edilebilmesinde. Bu “meslek hakkı takıntısı” biraz bana eczacıyı üretim dışına itme ve tembelleştirme çalışmasına dönüşecek gibi geliyor, toprağı eken çiftçiye ekse de ekmese de doğrudan gelir desteği vermek gibi; herkes istiyor üstelik bunu, kamu eczacıları bile… Neden daha önce yoktu da eczane kârları düşmeye başlayınca ortaya çıktı? Sus payı olmasın sakın bu… ya da maazallah meslek hakkının erzak hakkına dönüşmesi gibi bir yardım çeşitlemesi.
Sözleşmelere gelince, sadece ilacın sağlanmasına ilişkin olması gereken sözleşme ile nerdeyse bütün bir kamu ilaç politikası yönlendirilmeye çalışılıyor. Bu konsepte iskontolar da dahildir, tahsilatçılık da, rekabet politikaları da, meslek etiği uygulamaları da…
Hukuksal yapısı itibariyle meslek odalarını tam olarak moda kavramla “sivil toplum örgütü” sayamayız belki, ama ben eski deyişi yeğleyerek bunların birer demokratik kitle örgütü olduğunu hatırlatmak isterim. Ve bu türden her örgüt kamudan rol çalmaya başladığında, maalesef en iyi ikinci olmaya aday demektir. Yapmayın etmeyin, ne kadar uğraşırsanız uğraşın Sağlık Bakanlığı’ndan daha iyi Sağlık Bakanlığı, SGK’dan daha iyi SGK olamazsınız. Nasreddin Hoca, dünyanın dengesini, herkesin aynı yöne gitmemesiyle açıklar. İnceden bir riski fısıldamak isterim, sadece otururken bile renkler beyazdan sarıya dönebilir.
Tuzaklardan birisi de “herşeye rağmen kâr” koşullandırmasıdır. Eczane ayakta kalması ve kâr etmesi gereken bir işletmedir. Bunda hiç kuşku yoktur, eczacının kârı artırmayı istemesi de son derece doğaldır. Ancak bu bir başlangıç noktası olamaz. Olmamalı. Eczane bir sağlık kuruluşudur. Buradan başlamazsanız, finansman sorunlarını da istediğiniz gibi çözemezsiniz.
Herşeyin kâr etmeye, sürekli ve herşeye rağmen kazanmaya endekslenmesi, önce bir sağlık kuruluşu olan “eczane” için paradigma değişikliğidir. “İşletme Hastalığına Tutulmuş” toplumun bir ürünüdür. Bunun içinde; toplam kalite, akreditasyon, mesleki uygulama ve yeterlilik standartları, ticari gözboyama, bitmek bilmeyen kişisel gelişim uygulamaları vardır. Küreselleşme ile kavramların manipüle edilmesi, alalanarak sadece pazara hizmet etmesinin sağlanması yönünde mahir uygulamalar görüyoruz. İşletmecilik uygulamaları tuzaklarla doludur.
Seçim sonrası için söylenecekler uzadıkça uzayabilir. Lafı öğütler silsilesine dönüştürmeden bağlamak gerekiyor galiba… Don Kişot ölürken, ölüm döşeğinde şöyle der: “Sanço Panço bağışla beni, şunu unutma ki bu yılın kuşlarını geçen yılın yuvalarında aramak yanlıştır.”