En Büyük Otorite Sevgidir
Liberal ekonomiye geçişle birlikte, global ilaç firmalarının en yoğun yatırımlarının başladığı 1980’li yılların sonunda Adana’ya Bölge Müdürü olarak tayin oldum. Türkiye’de 1960’lı yıllarda fabrika kurmuş, adı suda eriyen portakallı C vitaminiyle özdeşleşmiş, sağlık çalışanlarının güvendiği ve halkın yakinen bildiği bir firmada yönetici olmak o yıllarda oldukça takdire şayandı. Bu göreve 25’li yaşlarda gelmek ise çok havalıydı.
Yerli ilaç sanayimiz akut ilaçların üretim ve pazarlama faaliyetlerinde iyi konumdaydi. İlk jenerik ürünler bu yıllarda pazara verilmeye başlamıştı. İsviçre kökenli ilaç firmaları ise yabancı ilaç firmaları arasında erken yatırım yapmanın avantajına sahip olarak pazarı yönlendiriyorlardı. Yenilikçi ürünleri tıbbın hizmetine sunan ve yeni pazarlama tekniklerini ilk uygulayandılar. Yenilikçi ilaçların, pazarlama faaliyetlerinin ve teknolojilerin hayatımıza girmesi başta yöneticiler olmak uzere tüm çalışanlara ayrı heyecan ve sorumluluklar veriyordu.
Globalleşme, yeni bilgiler edinme arzusu, yoğun çalışma heyecanı, başarıya ulaşma tutkusu, kariyer hırsı gibi duyguları da yanında getirmişti. Ekonomik gelişme ve genişlemenin sonucu olarak iş yaşamında görülen değişim, toplumsal yaşamı da dönüştürüyordu. Sermaye ile emek gücünün arasında ilk düzeyden üst düzeye sıralanan bir yönetici sınıfı oluşuyordu. Bu sınıfa bölge yöneticisi olarak adım atmak ise hem gelir artışı hem de statü değişikliği demekti.
Kariyer yolculuğu olarak tanımlanan yolda gidilebilecek çok fazla seçeneğin olması çalışanlar arasında ciddi bir rekabet yaratıyordu. Gözlemlediğim bu ortama, atama duyurumun yapılmasıyla hemen uyum sağlayarak bölge yöneticiliğinin gerektirdiği donanımları edinmek için sağlanan eğitim programını büyük bir isteklilikle tamamladım. Henüz bir iki il dışında görmediğim birçok bölgeden ve henüz tanışmadığım birçok çalışandan sorumlu olacaktım. Yöneteceğim ekibin en genç üyesi olmak beni ayrıca heyecanlandırıyordu.
Görev için gerekli hazırlıkları tamamlayıp merkez ofis ve fabrikaya veda ziyaretlerine başladım. İletişimin ofis telefonları, faks ve posta ile gerçekleştiği yıllar olduğundan merkez ofis çalışanlarımızı ve yöneticilerin çoğunluğunu yılda ancak birkaç kez görebilecektim. Ziyaretlerimde başarı dilekleri, söylenen güzel sözler, tavsiyeler ve övgüler hem onurlandırıyor hem sorumluluklarımı hatırlatıyordu.
Kökleri uzun yıllara dayanan firmamda uzun süredir çalışan, bilgeliğini Anadolu’nun kültürüyle besleyen yöneticimi vedada en sona bırakmıştım. Herkesten farklı düşünür, fikirlerini daha önce hiç duymadığım cümlelerle açıklardı. Sıradan bir işle ilgili sıradışı yaklaşımının, gelecekte ilk defa karşılaşacağımız sorunların çözümü olduğunu anlardık yüzleştiğimizde.
‘‘Geç otur evlat.’’ dedi.
‘‘Abi kısmetse sabah erkenden yola çıkıyorum. Birkaç ay sonra evi de taşırım.’’ dedim.
‘‘Bizdeki bölge müdürlüğü askerlikteki tabur komutanlığı gibidir. Elemanların gözünün içine bakar. Ne dersen emret müdürüm derler. Ne istersen yaparlar. Sakın ola bunlar koltuklarını kabartıp seni havaya sokmasın. Unutma, en büyük otorite sevgidir. Yolun açık olsun.’’ diyerek uğurladı. Verdiği bu öğüt, benim bundan sonra birlikte çalışacağım tüm ekiplerin yönetiminde bana kılavuzluk edecek bir hayat dersi olacaktı.
* Gerçek olaylardan esinlenerek kurgulanmış bir iş yaşamı öyküsüdür.