Üzerimizde bir mutsuzluk bulutu dolaşıyor.
Görüşebilmek, iki lafın belini kırmak için bir araya geldiğimizde bile doya doya gülemiyoruz, kahkahalarımız sanki bir an boğazımızda düğümleniyor.
Söz dönüp dolaşıp ekonomik zorluklara, yaşam alanlarımızın daralmasına, iş ile ilgili sıkıntılara takılıp kalıyor. Her birimizin içinde aslında tam olarak ne olduğunu bilemediğimiz, tanımlayamadığımız ya da kendimizce bir bahane, bir anlam yüklediğimiz, bir suçlu belirlediğimiz mutsuzluğumuzun kaynağı umutsuzluk var.
Bir an gençlik günlerim aklıma düşüyor.
Fakülteye giderken ya da eczanemi açtığım ilk yıllarda işime gidip gelirken bindiğim otobüs ya da trende yolcuların yarısı gazete okurdu. Kalanlarımız da boyunlarımıza çeşitli şekiller vererek yanımızdaki ya da karşımızdaki yolcunun gazetesinden faydalanmaya çalışırdık.
Bir zaman sonra ayrı ayrı duraklardan olsa da aynı vagona, aynı otobüse binenler arasında önce bir aşinalık, selamlaşma, sonrasında muhabbet, akabinde de arkadaşlıklar oluşurdu.
Şimdi gözlemlediğim; çoğunluğun elinde cep telefonu, kulaklarında kulaklık. Ya sesin kulaklıklardan dışa yayıldığı yükseklikte “cıss tık, cıss tık” tek düze bir müzik sesi ya bir oyun ya da biriyle cep telefonunda yol boyu süren anlamsız mesajlaşma… Kalan kesimde ise içinden hangi düşüncelerin geçtiği belli olmayan boş ve sabit noktaya bakışlar.
O yoğun kalabalık içinde birbirinin farkında olan, bir diğerini önemseyen, birbiriyle herhangi bir konuda konuşmaya çalışan kimse yok gibi.
Kalabalıklar içinde yalnızız, yalnızlığımızı yaşıyoruz…
Onbinlerce lira kira vererek ya da milyonlarca liraya satın alarak oturduğumuz dairelerimizin bulunduğu binada ikamet eden komşularımızı tanımıyoruz. Belki asansöre binerken “günaydın”, asansörden inerken de “iyi günler” veya “iyi akşamlar”… O kadar.
Akşam yemeğinden sonra komşusuna ziyarete giden kim var?
Evde “aptal kutusu” olarak nitelenen televizyona ya da elimizdeki akıllı(!) cep telefonlarımıza kendimizi mahkûm ediyoruz.
Yalnızlığımız ve anlamlandıramadığımız umutsuzluğumuz içimizdeki öfkeyi, ilkelliği de arttırıyor. Çok küçük, incir çekirdeğini doldurmayacak nedenler çoğu kez içimizde bazen de dışa vurduğumuz patlamalara neden oluyor.
Sessiz çığlıklarımızın içinde sağırlaşıyoruz…
Gündem gün içinde bile o kadar hızla değişiyor ki, artık neye tepki vereceğimizi, neye üzüleceğimizi şaşırmış haldeyiz.
Kadın cinayetleri, çocuk tecavüzleri, katledilen sokak canları, asgari önlemlerin dahi alınmadığı maden göçükleri, otel yangınları, plansız şehirleşmeler nedeniyle depremlerde yıkılan evler, göz göre göre ölüp yitirdiğimiz canlar….
Duyarsızlaşıyoruz. Duyarsızlaştırıyorlar. Başımıza gelmediği sürece bu olayları film izler gibi izliyoruz.
Sanki mutsuzluk bulutunun içinde kaybolup gidiyoruz…
İLETİŞİM
e.ciftci@eczacininsesi.com
Tel: 0212 5474746
https://twitter.com/#!/ECiftci1
https://www.facebook.com/#!/ertan.ciftci1