Meslek gündemimizde, eski bir sorunun yeniden alevlenen tartışması var. Bir zincir marketin indirim günleri afişinde, birçoğumuzun eczanesinde yer alan ürünleri gördük. Hatta içlerinde, eczacı kuruluşu olan yerli bir firmanın ürünleri de vardı. “Aldın Aldın” başlığıyla tanıtılan ürünler, indirimli fiyatlar ile market raflarında yerini aldı.

Sahadan yükselen haklı tepki yönelecek bir adres ararken, firmaların “bizim haberimiz yok” naraları ve eczacıyı temsil eden örgütsel güçlerin de “ asla kabul edilemez” minvalindeki metinleri gecikmedi.

Hani göz göre göre gelen kötü günlere dair bir retorik vardır ya; “Hepiniz oradaydınız” diye.

İşte tam da o noktadayız;

“Hepimiz oradaydık.”

Merak ediyorum, bizleri şok eden şey tam olarak ne?

Firmaların eczane dışı kanallara açılma arzusu mu?

Eczane dışı kanallara ürün tedarik etmeyi marifet ve kâr sayan meslektaşlarımız mı?

Sermayenin rantı için, halk sağlığını tehlikeye atacak mevzuat boşluklarını bile isteye yaratan kamu otoritesi mi?

Tüm bu gidişat malum iken, sürekli, kararlı ve uygulanabilir bir planı olmayan örgütsel gücümüz mü?

Tüm satın alma ve ticaret tercihleri değişirken, raflarımızdaki birçok ürünün bu yolu tercih edeceğini bilip görmemize rağmen ortak bir ses ve hareket anlayışı benimseyemeyen bizler mi?

Bir adım geriye giderek sorunun temeline inelim. Ülkemizde takviye edici gıdalar Tarım Bakanlığı tarafından ruhsatlandırılıyor. Eczane dışı kanallarda satışı serbest. Hatta bırakın satışının serbest olmasını, firma kutu üzerine “sadece eczanelerde satılır” ibaresini bile koyamıyor. Yani özetle ortada yasal ama yanlış bir durum var. Yanlışlığın başlangıç noktası ise takviye edici gıda tanımı.

Mevzuat takviye edici gıdaları;

“Normal beslenmeyi takviye etmek amacıyla, vitamin, mineral, protein, karbonhidrat, lif, yağ asidi, aminoasit gibi besin öğelerinin veya bunların dışında besleyici veya fizyolojik etkileri bulunan bitki, bitkisel ve hayvansal kaynaklı maddeler, biyoaktif maddeler gibi maddelerin konsantre veya ekstraktlarının tek başına veya karışımlarının, kapsül, tablet, pastil, tek kullanımlık toz paket, sıvı ampul, damlalıklı şişe ve diğer benzeri sıvı veya toz formlarda hazırlanarak günlük alım dozu belirlenmiş ürünler” olarak tanımlıyor. Doz var, farmasötik dozaj formu var, fizyolojik etki var ama ürün ilaç değil, adres Sağlık Bakanlığı değil!

Bu garabetin halk sağlığına etkilerini hepimiz biliyoruz. Gerek Tarım Bakanlığındaki ruhsatlandırma süreçleri gerekse reklamla ve eczane dışı kanallarla ürünlerin kontrolsüz tüketiminin önünün açılması ile halk sağlığı tehlikeye atılıyor, farkındayız. Firmaların iştahını kabartan ve ülkemizde de uygulamaya hevesli oldukları ABD modelinin verileriyle ifade edelim; 2015 rakamlarıyla, gıda takviyelerinin bilinçsiz kullanımı nedeniyle acil servise başvuru sayısı yılda yaklaşık 23.000 (Geller vd., 2015)

Peki şimdi soralım?

Sorun eski, halk sağlığına etkileri yıkıcı iken, gerek tepe örgütümüz TEB gerekse de Eczacı Odalarımız buna metinler üzerinden tepki koyarken, kamu otoritesi ve kamu ile en son hangi çalışmalarını paylaşarak bu soruna dikkat çektiler? En son hangi bilimsel/akademik çalışmaya öncülük ederek sorunun ciddiyetini somutlaştırdılar? Düzenli takip ettikleri veriler nelerdir ve nasıl bir envanter tutarak gerekli mevzuat değişiklikleri için savunuculuk çalışması yürütmekteler?

Öte yandan;

Takviye edici gıdalar mevzuatı olanca garabeti ile ortada iken bu soruna karşı mücadelede etkili bir mevzuat silahımız var aslında. O da geleneksel bitkisel tıbbi ürünler (GBTÜ).

Mevzuat geleneksel bitkisel tıbbi ürünleri;

Bileşiminde yer alan tıbbi bitkilerin başvuru tarihinden önce Türkiye’de veya Avrupa Birliği üye ülkelerinde en az on beş yıldır, diğer ülkelerde ise otuz yıldır kullanılıyor olduğu bibliyografik olarak kanıtlanmış; terkip ve kullanım amaçları itibarıyla, hekimin teşhis için denetimi ya da reçetesi ya da tedavi takibi olmaksızın kullanılması tasarlanmış ve amaçlanmış olan, geleneksel tıbbi ürünlere uygun özel endikasyonları bulunan, sadece spesifik olarak belirlenmiş doz ve pozolojiye uygun özel uygulamaları olan, oral, haricen uygulanan veya inhalasyon yoluyla kullanılan müstahzarlar” olarak tanımlıyor. Ve toptan satışlarını ecza depoları, perakende satışlarını da yalnızca eczanelerle sınırlıyor.

Gıda takviyelerini topyekün Sağlık Bakanlığı ruhsatlandırsın ve sadece eczanelerde satılsın demek, uluslararası örnekler ve günümüz gerçekleri açısından karşılık bulması zor bir talep olarak ortada duruyor. Ancak bitkisel kaynaklı olanları ayırmak, vitamin ve mineralleri dışarda bırakarak kalanları GBTÜ çatısı altında toplayabilmek çok daha gerçekçi bir mücadele başlığı olabilir. Kısa-orta vadede mevzuat değişiklik hedefi olarak bu başlığı öncelemek örgütsel mücadele gücümüzü verimli kullanmak adına önem arz ediyor.

Bu mevzuat değişiklikleri için mücadele ederken mevcut GBTÜ kapsamındaki ürünlere sahip çıkmak, raflarımızda ve tercihlerimizde öncelik vermek de bizlere düşen önemli bir sorumluluk. Aynı firmanın, aynı etkin madde için hem gıda takviyesi ruhsatlı hem de GBTÜ ruhsatlı ürünü varken, GBTÜ ruhsatlı ürününü satma gereği bile duymamasının sebeplerini hepimiz durup düşünmeliyiz. Eczacı danışmanlığının ve eczanelerimizin öneminin, doğru ürünler ve doğru firmalar ile görünür kılınmasını sağlayabilmeliyiz.

Peki şimdi soralım?

En azından benzer ihtiyaçlara alternatif çözümler sunabilmek için, üretiminden, içeriğinden, rafımızda kalıp kalmayacağından emin olamadığımız gıda takviyeleri yerine alternatif GBTÜ formülasyonlarını tercih etmemiz gerekmez mi? Bu alanda üretim yapan ve eczanelerimizin önemli iş ortakları olan firmalarla ülke çapında sinerjik projeleri planlayan, hayata geçiren ya da bu anlayışta olan bir Eczacı Odamız var mı? Bu anlayış ile GBTÜ üretim ve tedarikini teşvik etmek mümkün değil mi? Böylesi bir anlayışın eczanelerimize, halk sağlığına ve bizlerle beraber yol yürüyecek firmalara katacağı değerin farkında mıyız?

Konunun derinlerine indikçe görüyoruz ki asıl şok edici olan bir market afişinden fazlası. Karşımızda devasa bir endüstri ve bu endüstrinin çıkarlarıyla ortaklaşan bürokrasi anlayışı var. Gıda takviyesi pazarının 2024 sonunda 200 milyar doları aşan bir büyüklüğe ulaşacağı öngörülüyor (Statısta, 2024). Global ölçekte yıllık büyüme hızı %5-6 seviyesinde seyrederken, ülkemiz yıllık %25 büyüme oranıyla dikkat çekiyor. Bu ölçekte bir pazarı, kamu otoriteleri sağlık harcamalarını azaltmaya dönük bir fırsat olarak da görüyor. Her geçen gün kamunun sağlık harcamalarına ayırdığı pay azalırken, halkın cebinden yaptığı sağlık harcamaları artıyor.

Örneğin ülkemizde, Sağlık Bakanlığının 2022 verileriyle kamu sağlık harcamalarının GSYİH içerisindeki payı %2,8’lere gerilemiş durumda. Bu oran ile OECD ülkeleri arasında son sırada oluşumuz da ayrı bir vaka.

Buna karşın cepten yapılan sağlık harcamasının toplam sağlık harcaması içindeki payına baktığımızda ise %18,5 ile OECD ortalamasının üzerinde olduğumuzu görüyoruz. Özetle kamucu bir sağlık anlayışından uzaklaştıkça sağlık harcamalarının yükü kamu kaynaklarından hane halkının omuzlarına taşınmış oluyor. Bir tarafta kâr hırsı ile hareket eden endüstri diğer tarafta toplumcu bakış açısını kaybetmiş, sağlığı piyasalaştırmaktan çekinmeyen bir kamu otoritesi var. Bu gerçeği yok sayan her türlü mücadele de kaybetmeye mahkum oluyor!

Sorunun daha da derinlerine inmek, savunuculuk faaliyetleri, toplumsal destek çalışmaları, ekonomik dayanışma ve mesleki gücümüzün yaptırım alanlarını ayrı ayrı ele almak çok mümkün. Ancak bunları tek bir yazıya sığdırmak ne mümkün ne de gerekli. Bugün üzerinde durmamız gereken en önemli konu örgütsel gücümüzün uğradığı erozyon. Tabanıyla yabancılaşan bir örgüt gerçeği belki dünden bugüne gelişen bir sorun değil ama yarınlarımıza ipotek koyan önemli bir sorun.

Şimdi kitabın ortasından konuşma zamanı.

Örgütlü gücümüzün ve özellikle de eylemsel refleksimizin sınandığı bu günlerde, örgütsel atalet kavramını masaya yatırmanın tam zamanı. Bu konuyu yeni bir yazıda ele almak arzusuyla yazımı yine güncel bir konuya atıfta bulunarak bitirmek istiyorum.

Tabanda eczacı mutsuz ve umutsuz iken, bize vaat edilen şu mu?

“Tansiyon aletinin kalibrasyon belgesini saklayıp ibraz edecek kadar uslu bir eczacı olursan bir gün meslek hakkını görebilirsin.”

Yani mevzubahis eczacının umudu ise;

“Harca Harca Bitmez”.

Öyle mi alay komutanı?

Ecz. Serdar Türkaydın

 

Kaynakça:

  1. Geller, A.I., Shehab, N., Weidle, N.J., Lovegrove, M.C., Wolpert, B.J., Timbo, B.B., Mozersky, R.P., Budnitz, D.S. (2015). Emergency department visits for adverse events related to dietary supplements. The New England Journal of Medicine, 373(16), 1531-1540.
  2. T.C. Sağlık Bakanlığı Sağlık İstatistikleri Yıllığı 2022
  3. Statısta OTC Pharmaceuticals-Worldwide 2024

https://www.statista.com/outlook/hmo/otc-pharmaceuticals/worldwide



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat