Not: Bu yazı, mesleğimizin uzun yıllardır karşı karşıya bırakıldığı bir tehlikeye dikkat çekmeyi amaçlamaktadır ve “2013 öncesi ve sonrası eczacılar” ayrımını reddeden bir bakış açısı taşımaktadır.

Sevgili Meslektaşlarım;

2012 yılında değişen meslek kanunumuz ile, mesleki tarihimizin yabancı olmadığı ama içerisinde yeni tanımlamaların da olduğu birçok değişiklik hayata geçti. Nüfusa göre eczane sınırlaması, yardımcı eczacılık ve ikinci eczacılık uygulamaları, nakil ve devir sınırlamaları bunlardan en önemlileri. Kanunun evveliyatında neredeyse 30 yıllık bir mücadele, kabulünde ise gerek meslek bileşenleri gerekse de meclisteki dönemin partileri açısından tam bir mutabakat vardı. O günden bugüne gelinen süreçte, eczacılığın geleceği açısından yeşeren umut yerini tam bir kaosa bıraktı.

Hukukta kanunun lafzı ve kanunun ruhu kavramları vardır. Kanunun lafzı, düzenlemenin söylediğini ve getirdiğini ifade ederken, kanunun ruhu, düzenlemenin amacını ve özünü tarif eder. Eczacılık kanununda 2012 yılında yapılan değişikliklerin, devrimsel öneminden uygulamadaki çıkmazlara evrilmesinin temel sebebi de işte bu tanımlamalarda yatmaktadır.

Şöyle ki;

1953 yılındaki kanuni değişiklikten 2012 yılına gelene değin, mesleğimizin eczane eczacılığı alanına hapsoluşu, ekonomik zorluklar, ufukta beliren istihdam sorunu ve sunduğumuz sağlık hizmetinin iyileştirilmesi-standardize edilmesi ihtiyacı günbegün netleşmekteydi. Meslek örgütlerimiz konunun öneminin farkında olarak çeşitli çözüm önerileri üzerinde çalışmalar yaptılar. Çok açık bir gerçek vardı; Mesleğin eczane eczacılığına indirgenmesi sürdürülebilir değildi. Kamu ve ilaç sanayisinde eczacı istihdamı teşvik edilmeli, eczacılıkta uzmanlık hayata geçirilmeli, eczacı iş gücü planlaması ihtiyaç odaklı yapılmalı ve eczane açılmasına sınırlama getirilerek alanın erozyona uğraması engellenmeliydi.

Özetle;

Mesleğin geleceği açısından herkesin hemfikir olduğu tehlikelere karşı, çok ayaklı ama tek amaçlı bir bakış açısı belirlenmişti.

  1. Eczane sayısının kontrolsüz artışı engellenecek.
  2. Eczacılıkta uzmanlık hayata geçirilecek, alternatif istihdam alanları yaratılacak.
  3. Fakülte sayıları sınırlanacak, kontenjanlar azaltılarak eczacılığın istihdam tehlikesiyle karşı karşıya kalması engellenecek.
  4. Yardımcı eczacılık ve ikinci eczacılık uygulamaları ile eczanelerde sunulan sağlık hizmetinin niteliği yükselecek, hasta başına düşen eczacı sayısının arttırılması sağlanacak.

İşte 2012 Eczacılık Kanunun ruhu tam olarak bu idi, “soruna bütüncül bir yaklaşım”.

Şimdi gelin hep birlikte “umulan ile yaşananın” ne denli örtüştüğüne bakalım.

Eczane Sayılarının Sınırlanması-Nüfusa Göre Eczane Uygulaması:

Ülkemizde eczane tahdidi (sayı sınırlaması) uygulaması 1852 yılına kadar dayanmaktadır. O günden bugüne tahdit uygulamalarının tarihçesi şu şekildedir;

  • 1852, Nizamname-i Eczacıyan-ı der Memalik-i Osmaniye: Eczane açmak için diploma şartı ve sayı sınırlaması.
  • 1861, Beledi İspençiyarlık San’atının İcrasına Dair Nizamname: Sayı sınırlamasının kaldırılması.
  • 1927, Eczacılık ve Eczaneler Hakkında Kanun (964 Sayılı): 10.000 nüfusa 1 eczane uygulaması.
  • 1953, Eczacılar ve Eczaneler Hakkında Kanun (6197 Sayılı): Nüfusa göre eczane sınırlamasının kaldırılması.
  • 2012, Eczacılar ve Eczaneler Hakkında Kanun (6308 Sayılı): 3500 nüfusa 1 eczane uygulaması.

Özellikle Osmanlı ve genç Cumhuriyet yıllarında eczane sayıları sınırlandırılarak, Anadolu’daki eczane sayısının arttırılması ve büyük şehirlere sıkışan eczane eczacılığının içinde bulunduğu ekonomik darboğazdan çıkarılması amaçlanmıştır. Ancak zaman içerisinde sınırlandırma getirerek ülkedeki eczane dağılımının homojenleşmesinin sağlanamadığı da bir gerçek olarak kabul görmüştür. Özellikle 1927-1953 yılları arasında tahdit karşıtı kesimler, eczanelerin tüm ülkeye eşit dağılımının önündeki en büyük engelin bu sınırlamanın olduğunu savunmuşlardır. 1953 yılında tahdidin kaldırılması sonucunda da görülen odur ki, eczane sayılarının hızlı artışı büyük şehirlerden öteye geçememiştir.

1927-1953 yılları arasındaki tartışmaları, o günkü şartları göz önünde bulundurarak değerlendirdiğimizde ve günümüzle kıyasladığımızda şu an içinde bulunduğumuz durumun vehameti de daha iyi anlaşılmaktadır. O günlerde kamuda ciddi bir eczacı açığı, daha da önemlisi talebi var. Sümerbank, Etibank, Devlet Demir Yolları gibi kurumlar dahi eczacı istihdam edilen yerler vasfında. Çarpıcı bir örnekle, Devlet Demir Yolları sağlık birimlerinde çalıştıracak eczacı bulabilmek için, hekim maaşından daha yüksek maaşla eczacı ilanları çıkmakta. Eczacı sayısı ihtiyacın çok altında ve buna rağmen, kadro, bina ve levazım gibi gerçekçi sebeplerle eczacılık mektebindeki öğrenci kontenjanları arttırılamamakta.

Özetle, eczacı sayısı yetersiz, kamunun eczacı talebi yüksek, eczacılık öğrencisi sayıları imkanlar nispetinde belirleniyor. Buna rağmen eczane sayılarının sınırlanması uygulaması büyük tartışmaların kaynağı oluyor.

Tüm bu parametreleri günümüze uyarladığımızda ise tablo çok daha karanlık bir hal alıyor.

Gelinen nokta;

52.000 eczacı, 30.300 eczane.

TÜİK 2023-2100 Nüfus Projeksiyonlarına göre, doğurganlık hızı yüksek senaryoda dahi ülke nüfusumuzun 100 milyonu aşacağı yıl olarak 2056 yılı öngörülüyor.

Bir başka deyişle, 2056 yılında ülkemizdeki eczane sayısı ihtiyacı 28.571.

Yıl 2024, eczane sayımız 30.300

Eczacılıkta Uzmanlık:

2014 yılında yasalaşan, 2016 yılında yönetmeliği yayımlanan eczacılıkta uzmanlık, mesleki açıdan büyük bir kazanım ve umut kaynağı. Ancak yazımın temelinde dikkat çekmeye çalıştığım “umulan ile yaşanan” arasındaki uçurum bu konuda da kendini göstermekte.

Klinik eczacılık ve fitofarmasi olmak üzere iki uzmanlık alanı tanımlayan kanun, yatak sayısına bağlı olarak kamuda klinik eczacı istihdam edilmesini de mecbur kılmakta. 2014 yılında yasalaşmış, kurulu 2015 yılında kurulmuş ve yönetmeliği 2016 yılında yayımlanarak ilk sınavı 2017 yılında gerçekleşmiştir. 2023 yılında yapılan EUS’ta yalnızca 8 üniversitede 15 uzmanlık (klinik eczacılık) kontenjanı açılması bile tek başına, başlangıç amacımızdan ne kadar uzak olduğumuzu anlatmaya yeter bir gerçektir. Ayrıca uzmanlık eğitimini bitiren klinik eczacıların istihdamına dair özel hastanelerin kapsam dışı bırakılması ve kamudaki yatak sayısı limitleri beklenen faydayı sağlamaktan çok uzak durumdadır.

Bugün tek uzmanlık branşı ve yıllık 15 uzman yetiştirme kapasitemizle, örneğin ABD gibi, pediatri eczacılığından nükleer eczacılığa kadar geniş bir uzmanlık branş yelpazesi ve istihdam oranı olan ülkelerin bir hayli gerisinde olduğumuz çok açık.

Fakülte Sayısı Enflasyonu ve Kontenjan Sorunu:

İşte, “umulan ile yaşanan” arasındaki derin uçurumun başlıca kaynağı, uzunca bir süredir savunduğum ve dile getirdiğim haliyle mesleğimizin en büyük sorunu!

Ülkemizi yönetenlerin yüksek öğrenime ve üniversitelere bakış açısı uzunca tartışmalara konu edilebilir. Ancak çok açık ve mesleğimizi de derinden etkileyen bir gerçek var ki, üniversite ve üniversiteli sayısının artışı, yönetim gücünü elinde bulunduranların bilinçli bir tercihi. Bir yandan her ilçeye hatta amiyane tabirle her sokağa bir üniversite açmanın siyasi getirisinden faydalanmak, diğer yandan da yüksek öğrenim gören öğrenci sayılarını arttırarak genç işsizlik verilerini düşürmek ve ‘genç işsizliği’ gerçeğini ötelemek istiyorlar. Bu siyasi hesaplar ile atılan her adım, eczacılık, hukuk, tıp gibi birçok meslek alanını olumsuz etkiliyor, istihdam sorununu büyütüyor, nitelik sorununu da beraberinde getiriyor. Bir yanda gerçekler diğer yanda siyasi hesaplar olduğunda da Sağlık Bakanlığı kendi raporlarında eczacı iş gücü planlaması için istihdam sorununa dikkat çekerken, YÖK “ben her isteyene eczacılık fakültesi izni veririm, kontenjan arttırırım” anlayışını benimseyebiliyor.

Bu çarpık işleyiş ile meslek bileşenlerimiz uzun yıllardır mücadele ediyor. Meslek örgütlerimiz, Dekanlar Konseyi, ECZAKDER gibi kurullarımızca birçok alanda bu soruna karşı çalışmalar yürütülüyor. Bu çalışmaların neticesinde eczacılıkta başarı sıralaması uygulamasına (100 bin) geçilmesi ve ilk kez YÖK tarafından kontenjanların azaltılması sağlanmış durumda. Ancak sorunun büyüklüğü ve önemi karşısında çözüme dair katettiğimiz mesafe tatmin edici olmaktan çok uzak. Meslek bileşenlerimizin ayrı ayrı, süreklilikten uzak ve cılız bir şekilde çıkardığı sesler gidişatı değiştirmeye yetmiyor.

Ne demek istediğimi buyurun rakamlar anlatsın;

Eczacılık fakültesi sayısı günümüzde 62. Bunlardan 50’si öğrenci kabul ediyor. Yalnızca 14’ü tam akredite. Ortalama kontenjan sayımız 4500 civarı. İlk kez bu sene YÖK kontenjan azaltılmasına giderek eczacılık fakültesi kontenjanlarını 3700’ler seviyesine çekti. Ancak bu doğru adımda bile, kadro sayıları ve fiziki imkanları çok daha iyi olan devlet üniversitelerinde kontenjanlar azaltılırken vakıf ve özel üniversitelerin kontenjanları sabit tutuldu. Eczacılıkta istihdam ve nitelik sorunu için itiraz konusu yapılan bir husus, devletten özele öğrenci transferi için bir fırsata ve ranta çevrildi.

Yeni eczacılık fakültesi açılmasının garabeti bir yana mevcut fakültelerdeki kadro, teknik ve fiziki imkanların yetersizliği de bambaşka bir sorun olarak karşımızda duruyor. Eczacılık meslek bilimlerinde dahi yeterince eczacı akademisyen kadrosu olmayan, yönetim kademelerinde eczacının adı geçmeyen, laboratuvar imkanları yetersiz binalara fakülte demek sorunu görünmez kılmıyor.

Eczacılık mesleğinin geleceği için elzem talepler olduğu yerde sahiplenilmeyi, takip edilmeyi ve çözüm için kararlı bir mücadeleyi bekliyor;

  • Yeni eczacılık fakültesi açılmasın.
  • Öğrenci alımına başlamayan fakülteler kapatılsın.
  • Öğrenci alımı için taban başarı sıralaması 50.000’e çekilsin.
  • Kontenjanlar ihtiyaç dahilinde belirlenerek azaltılsın.
  • Eczacılık fakültelerinin eczacı akademisyen ihtiyacı için kadro açılsın.
  • Mevcut fakültelerin bir kısmının eczacılıkta uzmanlık ve lisans üstü eğitim verecek şekilde dönüşümleri sağlansın.

Yardımcı Eczacılık ve İkinci Eczacılık:

2012 yılında yapılan kanuni değişiklik ile meslek hayatımıza 2 yeni kavram dahil oldu. Yardımcı eczacılık ve ikinci eczacılık kavramları ile amaçlanan, eczane eczacılığında eczacı eliyle sunulan sağlık hizmet kalitesini yükseltmek, eczane başına, dolayısıyla da hasta başına düşen eczacı sayısını arttırmak idi. Ciro ve reçete sayısı kriterlerine göre yardımcı eczacı ve ikinci eczacı çalıştırma zorunluluğu getirilerek de yeni model içerisinde eczacıların üzerine düşen sektörel sorumluluğa sahip çıktığı somutlaştırılmış oluyordu.

Ancak tam da bu noktada kanunun ruhuna vurgu yapmak isterim.

Amaçlanan;

Eczacılıkta uzmanlık, kamuda istihdam düzenlemesi, fakülte sayı ve kontenjanlarında azalma, eczane sayılarının sınırlandırılması uygulamaları ile, yardımcı ve ikinci eczacı uygulamalarını birlikte hayata geçirebilmek, bu sayede de sürdürülebilir yeni bir modele geçiş yapabilmekti.

Gerek kamu gerekse meslek bileşenlerinin tam mutabakatı ile kanunlaşan bir düzenleme, süreç içerisinde yalnızca meslek bileşenlerinin omuzlarına terk edildi. Öncelikle 6 ayda hazırlanması gereken yönetmelik 2 yıl bekletildi. Daha sonra yönetmelik 2014 yılında çıkmış olmasına ve 2018 yılında fiili olarak uygulamanın başlayacağı bilinmesine rağmen uygulama esasları son ana kadar belirlenmedi. 2018 yılı mezunları için belirsizlik ve kaos ortamı yaratıldı.

Yardımcı eczacı ve ikinci eczacı çalıştırmak isteyen ya da zorunlu olan eczanelere yönelik hiçbir teşvik, katkı sağlanmadı. Bırakın bu uygulamaya özel bir düzenlemeyi, KOSGEB ve İŞ-KUR bünyesindeki mevcut teşvik programları dahi sonlandırılarak ya da şartları ağırlaştırılarak bu amaçla kullanılmaları engellendi.

Siyasi otorite amiyane tabirle bebeğin ölü doğması için elinden gelen yaptı. Üzerine bir de kontenjan sayılarının kontrolsüz artışı, sürekli yeni fakülte açılması, eczacılıkta uzmanlığın sağlıklı ilerlememesi, kamuya eczacı alımlarının yıllık 500-600 gibi trajikomik sayılarda tutulması gibi etkenlerle sorun her geçen gün büyüdü, büyütüldü.

Ve sonunda mesleğimizin üzerine bir karabasan gibi çöken o kırılma yaşandı;

2013 öncesi ve sonrası eczacılar…

Devam edecek..



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat