Ek Protokol’le alt grup (0-700.000.TL ciro yapan) eczacılar için 75 kuruşa yükseltilen, diğer eczacılar için 25 kuruş olarak devam eden ödeme, hizmet bedeli midir diye sorulur ve yanıtı evet olarak verilirse; o zaman arkadan gelecek soru şudur:
Hangi hizmetin bedeli?
Bu soru epeyce güç bir soru olup, muhtemelen çalışılmayan yerden gelmektedir.
Çünkü eski Sağlık Bakanına göre muayene ücretlerinin eczaneler tarafından alınması bir “kamu hizmeti” idi ve bu kamu hizmetinin karşılığı da ilk kez 2012 SGK-TEB eczane Protokolü ile konulan reçete başına 25 kuruştu…
Şu halde siyasal iktidar ve idare “hizmet bedelini” bu şekilde algılamaktadır.
Ancak 25 kuruş olan hizmet bedeli, 2013 ek protokol ile cirosu 700.000.-TL’nin altında olan eczacılar için 75 kuruşa çıkarılınca kafaları karıştı.
Bu ödeme, hizmet bedeliyse herkese aynı olmak zorundaydı, çünkü herkes adı ilaç temin sözleşmesi olan bir sözleşmeyle aynı şekilde ilaç temin ediyordu ve aynı işi yapıyordu. Hizmet aynı hizmetti yani. İlaç temini, sözleşmenin asıl konusuydu, yan hizmetlerin en babayiğidi ise şu meşhur “muayene katılım payı tahsilatı” işiydi. Hoş iskonto politikası da bunun üzerinden yürüyordu ama onun karmaşık yapısı böyle bir korelasyonu açığa vurmuyordu.
O halde, isminden yola çıkarsak, “25/75 kuruş hizmet bedeli” hangi hizmetin bedeli olabilir…
Zor bir soru değil mi? Muayene katılım payı karşılığı olsa, özel hastanelerde tedavi olanlar ve emeklilerin muayene katılım payları eczaneler tarafından tahsil edilmediğinden, yani eczacı her reçetede muayene katılım payı tahsilatı yapmadığından dayanaksız kalmaktadır. Bu değil ilaç temin bedeli ya da başka bir deyişle tedarik bedeli olsa herkes için aynı olmalıydı. Çünkü ayrımsız herkes ilaç temin ediyor. Sözleşmenin adı da zaten ilaç temin sözleşmesi. Kaldı ki bu hizmet karşılığı alınan paya “kâr” diyoruz ve her ilaç satışında bu pay alınıyor.
Eczacılar nasıl algılamaktadır peki?
Bu konu muğlak ve tartışmalıdır. Tek tek eczacılara bakıldığında farklı, eleştirel ve yerli yerinde yorumlar görebiliyoruz.
Ancak en büyük eczacı örgütlenmesi ve protokolün diğer yanı olan TEB, oda seçimlerinin olduğu civcivli günlerde protokol görüşmelerini nihayetlendirip, 75 kuruşu kazanım olarak açıkladığına göre SGK/Sağlık Bakanlığı/Maliye’den farklı düşünmüyor demektir.
Öte yandan TEB ve kimi eczacılık çevreleri hizmet bedelinin ilk defa bir protokole/belgeye girmesinin kazanım olduğunu, bunun daha sonra artırılması ve niteliğinin değiştirilmesi olasılığının bulunduğunu baştan beri savunmaktadır. Nitekim bu yolda 2013 Ek Protokolü’nde kademeli bir artış müzakere edilmiş, alt grup eczacılar için 25 kuruş olan hizmet bedeli 75 kuruşa çıkarılmıştır. Yalnız dikkat edin bu tutara KDV ve gelir vergisi dahildir. Hizmet bedeli olarak ödenen gerçek rakam, % 18 KDV ve gelir vergisi düşüldüğünde 48-50 kuruş civarındadır. 25 kuruş kategorisinde olanlar ise net olarak aslında 16 kuruş civarında hizmet bedeli almaktadır. Bir de ek protokol nedeniyle yeni sözleşme için meslek kuruluşuna 150-650 TL arası ödeyince 1-1,5 aylık da öyle gider.
Geçmiş deneyimler göstermiştir ki bu tip parasal yardımlar, sabun köpüğü gibi parlayıp sönebilir. Bunları kazanım olarak kabul edip, ileride bunun “meslek hakkı” gibi esaslı projelerin öncülü olacağını sananlar fena halde yanılmaktadır. Bu noktada, siyaset/bürokrasi çarklarının nasıl çalıştığı konusunu yeniden ve bıkmadan irdelemek gerekir. İş gelip bir hakkın verilirken “devletlü” bakışının ne olduğuna dayanmaktadır.
Hizmet bedeli uygulamasının, denildiği/sanıldığı gibi gelecek günlerin şimdiden elde edilmiş bir kazanımı sayabilmemiz için bunun eczacılık mevzuatına girmesi gerekirdi. Oysa bahsekonu husus bir sözleşme ile düzenlenmektedir. Sözleşme belli bir dönem için karşılıklı iradelerin uyuşması demektir. Bugün vardır yarın yoktur. Kalıcı biçimde yönetmelikte, kanunda varolan bir haktan söz etmiyoruz. Öyle olsaydı henüz taze olan ve “devrim” diye lanse edilen 6197 sayılı yasa değiştirilirken “hizmet bedeli” konurdu. Hadi bunu geçtik tam bir sene önce çıkması gereken bir yönetmelik var, buna konulsun.
Kaldı ki sözleşmeye koyduğunuz zaman, her sene yeniden müzakere edeceksiniz; bir bakarsınız hükümet ekonomik kriz var diye ilk başta “hizmet bedeli” ödemesinden vazgeçivermiş. Dava açıp önceki sözleşmede vardı da diyemezsiniz. Üstelik şu 25 kuruşun ne güçlüklerle 75 kuruş yapıldığını da bilmeyen yok. Bu tür parasal talep ve girişimler, her ne kadar SGK ile yapılan sözleşmeye konuluyorsa da SGK’yı aşmakta, ekonomik programların ve kurulların inisiyatifinde gerçekleşmektedir.
Ulufe dağıtmakla gelir adaleti sağlanmaz… İlaç fiyatları yapay biçimde belirlenip baskılanırken, sorunlu satış uygulamaları ortadayken, ilaç daha rafta değer kaybediyorken, sadece yardımla bu işin yürümeyeceği, üstelik eczacıları üretim dışında bırakarak tembelleştireceği ve hayali bir beklenti kazancı sağlayacağı açıktır. Sadece ilaç fiyat tespit kurunun dört yıl öncesinde kalması nedeniyle doğrudan eczacının satamadığı ilaç sayısının giderek artışı bile mali bakımdan “hizmet bedeli” uygulamasından daha önemlidir.
Raftaki ilacı alıp hastaya vermek şeklinde, tüm mesleki eğitimi ve yetkinliği yadsıyan bir kıstırılmışlık sürecine sokulan eczacıların ağzına “hizmet bedeli” balı çalmak ve bunu büyük kazanım olarak sunmak yeterince büyük bir yanıltmacadır.
Buradan yani olgunlaştırılmamış ve belki de meslek hakkı uygulamasına gidişi baltalayan “hizmet bedeli” uygulamasından, gerçek anlamda “meslek hakkı” çıkacağını sanmak da epeyce bir safdillik olmaktadır. Bakmayın, umulmadık kişilerin, grupların, örgütlerin bu ikisini karıştırdığına; henüz “mesleğin hakkı” verilmemiştir. Mesleğin hakkı verildiğinde, “meslek hakkı bedeli” de kendisini dayatacaktır. Bu bir toplumsal içselleştirme, meşruiyet meselesidir. Bunu, yani bir bakıma eczacıların meslek olarak kendi hizmet taleplerini; bütün birikimlerine, ilaç konusundaki yetkinliklerine ve iyi eğitimlerine karşın yaratamadıkları ortadadır. Yan etki, ilacın kullanımı, bilgilendirme, düzenli ilaç danışmanlığı, dermokozmetik, farmasötik bakım vb durumlarda halen sahanın tek hakimi olup olmadıkları belli değildir.
Durmadan ortaya çıkıp, “ah bre hizmet bedeli, ah bre meslek hakkı” diye dövünmek yerine; eczacıyı “raftaki ilacı veren kişi” algısından” bir an önce kurtarıp, “tedavinin etkili bir parçası haline nasıl getirebiliriz” üzerine kafa yormak ve emek vermek gerekir.