TEB Kongre Süreci ve Gündemdekiler
Ecz. Zafer KAPLAN
İstanbul Eczacı Odası Eski Başkanı
Eczacılar için 15 Aralık 2007 tarihinde yapılan TEB Merkez heyeti seçimleri yeni bir umut anlamını taşımaktaydı. Artık bir şeylerin değişebileceği beklentisi heyecan yaratmıştı. Çünkü yıllardır TEB'in başına çöreklenmiş, sadece kendi kişisel siyasi çıkarlarının hesaplarını yapan ve bu uğurda eczacıların TEB'de biriken kaynaklarını harcayan Genel Başkan (!) sonunda amacına ulaşmış ve 2007 Temmuz seçimlerinde AKP'den milletvekili olmuştu. Bu süreçte onun döneminde köklü bir dönüşüm yaşayan eczacılık mesleği zora girmiş, eczacıların büyük bir kesimi son 3-4 yıl içerisinde kamuya ilaç veremez duruma gelmişti.
"Sağlıkta devrim yapıldı ve ben de bu süreçte yer aldım" sözleri ile AKP Meclis grup salonunda Başbakan tarafından rozet takılarak partiye kaydedildi. Bir zamanların solcusu, 1993 Sivas katliamında yakılan aydınların cenazeleri İstanbul'a getirildiği gün tören otobüsünün üzerinde irticaya lanetler yağdıran aynı kişi, şimdi Türkiye'de yükselen trend döneklik kulvarında ipi göğüslemek üzereydi.
AKP'nin ikinci 5 yıllık iktidarı bizim eski genel başkanın da içinde yer aldığı Mecliste 22 Temmuz'da başladı ve iktidarlarına kaldıkları yerden devam ediyorlar.
"Sağlıkta devrim oldu" diyenler, şimdi türbanın üniversitelerde serbest olmasını bireysel özgürlük ve temel insan hakkı olarak tanımlıyorlar. Bu iki yaklaşım ve tanımlama arasında ideolojik bir korelasyon göze çarpıyor. Nasıl ki devrim sözcüğünün içini boşaltıp, toplum sağlığının parayla alınıp satılmasını sağlıkta devrim diye tanımlıyorlarsa, kadını sınırlayan ve onu sadece bir obje haline getiren çağdışı örtünmeyi de temel insan hakkı olarak tanımlıyorlar.
Emperyalizmin yeni liberal dünya düzeninde ülkelere dayattığı ekonomik stratejisine "dönüşüm" diyorlar. Türkiye'de bu dönüşüm AKP eliyle hayata geçiriliyor. İşin ilginç tarafı AKP'yi olumlayan ve bu dönüşümü demokrasinin yükselişi olarak gören bir kısım solcu da toplumu etkilemeye devam ediyor. Türban meselesine temel hak ve özgürlükler bağlamında yaklaşmak, bireysel giyim tercihine üniversitelerde yasak olamaz tavrını doğruluyor. Ancak bu yaklaşımın doğru olmadığı düşüncesindeyim. Türbanın dini bir simge olduğunu Başbakanın kendisi söylediğine göre, tartışmayı türbanın bu tanımı üzerinden yapmaktan başka çare yok. Din başlı başına bir kurum; ideolojisiyle, fiziksel mekanları (on binlerce cami), örgütlülüğü, hukuku (şeriat) ve ritüelleri ile. Şiddet içeren ve şiddeti kendi hukuku ile uygulayabilen bir kurum aynı zamanda.
Dini simge olan türban bir üniforma niteliğinde üniversiteye girdiği zaman, o üniversiteye üniformalı polisin girmesi karşılaştırıldığında, bu iki eylem arasında fark var denilebilir mi?
Tamamen sivil bir alan olması gereken ve insanların eşit olduklarını en fazla hissetmeleri beklenen üniversitede dogmatik bir kurum olan dine ait bir simge diğer insanlara karşı üstünlük ve şiddet mesajı vermeyecek mi? Böyle bakıldığında, üniversitelerde türban takılmasını nasıl temel insan hakları ile ilişkilendireceksiniz ve bireysel özgürlük olarak tanımlayacaksınız?
Sağlık ve ilacın kamusal alanın dışına çıkarılması ve sermayenin kontrolüne bırakılarak kamusal denetim ve sorumluluğun yok oluşu neoliberal yaklaşımla gerçekten sermaye adına bir devrimdir. Bizim için ise karşı devrimdir.
Sağlıkta dönüşümün ilk adımı, 10 Mart 2005'te SSK hastanelerinin Sağlık Bakanlığı'na devredilmesi ve bu hastanelerdeki eczanelerin kapanması ile atıldı. Yaklaşık 30 milyon kişi ilaç hizmetini serbest eczanelerden almaya başladı. İşte bu olay, eczacılara büyük bir lütuf gibi sunuldu. Hepimizin geleceği parlaktı artık.
Aradan üç yıl geçti, bugün geldiğimiz noktaya baktığımızda, durumun hiç de bizlere sunulduğu gibi olmadığını anlamış bulunuyoruz. Eczacıların iş yükü artmış, riskleri büyümüş, kazançları azalmıştır. Azınlık bir kısım eczanenin dışındakiler borç batağındalar, kredi kullanmak zorunda kalmışlar ve mesleği yapabilmek için yeterli miktarda ilacı bulundurmakta zorlanmaktalar. Diğer taraftan, ilaç pazarı katlanarak büyüdü ve genişledi. Artık yabancı ilaç tekellerinin ağırlıkta olduğu ilaç sanayisi ve yine yabancı sermayenin önemli paya sahip olduğu ilaç dağıtım tekelleri, eczacıların sırtına basarak, onları ezerek çok büyük kârlar elde ettiler.
Sağlıkta ve özellikle ilaçta dönüşümü doğru okuyabilen ve sonuçlarını 3 yıl önceden görebilen İEO ve birkaç eczacı odası oldu. O günlerde Türkiye kamuoyuna ve eczacılara AKP'nin sağlık ve ilaçtaki politikası ve bu politikaya TEB Merkez Heyetinin desteği ve katkısı açıkça ve lafı döndürmeden her olanak kullanılarak yazılı ve sözlü olarak anlatılmıştı. Türkiye düzleminde eczacı odalarının büyük çoğunluğu TEB yönetiminin etkisindeydi ve Genel Başkanın! Başkanlar kurulundaki ikna kulisleri işe yarıyordu, bizlerin toplantılarda söz alarak karşı çıkışlarımız ise başkanın adamlarının salondan yükselen sataşmaları ile etkisiz hale getirilmeye çalışılıyordu. 2005 TEB seçimlerinde, çoğunluğu oluşturan eczacı odası başkanlarının, meslekle ilgili tehlikeyi algılama eşiği yine değişmedi, aynı başkan ve yöneticileri tekrar seçtiler. Böylece AKP yandaşı olan Merkez Heyeti yönetimi iktidarını sürdürmeye devam etti. Ta ki TEB Genel Başkanı 2007 seçimlerinde AKP'den milletvekili adayı yapılana kadar. O günden sonra herkes gerçeği gördü, İEO'nun içinde olduğu ve birlikte davrandığı odaların 5 yıldan beri sürdürdüğü mücadelenin haklılığı ve anlamı ortaya çıkmış oldu. Türkiye'de eczanelerinde işlerini yapan ve sıkıntıyı yaşayan eczacılar düzleminde tepkiler giderek arttı. İstanbul'da Türkiye'nin her tarafından gelen binlerce eczacının katılımı ile kitlesel miting yapıldı. Eczacılar kesiminde nicel olarak gerçekleşen bu dönüşüm, oda yöneticilerini kaçınılmaz olarak etkiledi. Hemen hiçbir oda başkanı açıkça TEB başkanını ve yönetimini savunamaz noktaya geldi. Bu değişim Aralık 2007'de TEB Merkez Heyeti seçimlerinde muhalefet odalarının TEB yönetiminde iktidara gelebilmelerini sağlayacak nitelikte bir sonuç doğurabilirdi. Tabandaki nicel dönüşümün gücünü herkes gibi, bu dönüşümden çıkarı bozulacak olan çevreler ve özellikle AKP çevreleri de fark etmişlerdi. Gidişatı değiştirmek lazımdı.
İstanbul Eczacı Odası'nda TEB seçimlerine yönelik aday belirleme sürecinde hiç hesapta olmayan adaylık tartışmaları ve gelişmeler ortaya çıktı. Daha önceki 2003 TEB seçimlerinde başkan adayı ve 2005 TEB seçimlerinde kongre divan başkanı adayı olması için ısrar edilen, ancak o kavgaları göze alamayan arkadaşımız, 2007'de son anda İstanbul'un adayı olarak ortaya çıktı. Bu kararını yıllardır başkanlığını yaptığı kurumdaki yönetici konumdaki arkadaşlarına dahi danışma ve görüşlerini alma gereği duymadan ilan etti. Her yerde ve durumda daima başkan olmak kaderinde yazılmış olan bu arkadaşımız başka türlü davranamazdı. Aslında onun bu özelliği biliniyordu ve yadırgamak mümkün değildi. Ancak onu kollayan dar arkadaş grubunun bu durumu yıllardır doğal kabul edişi problemliydi ve artık bu arkadaş grubu İEO'da iktidardaydı. Çağdaş eczacılık hareketinin İstanbul'daki önemli bir zaafı olan bu durum ecza kooperatifi hareketinde ve İEO'da yıllardır yaşanmaktaydı. Bu arkadaş grubunun sahip çıktığı birini ve yaptıklarını sorgulamak kimsenin haddine değildi. Demokratik olarak oylama ile işi bitirilirdi.
İstanbul'da aday belirleme işi, sancılı bir sürecin sonunda bitti. İstanbul Eczacı Odası'nın bu seçimde dinamizmi ve gücü önemli ölçüde zayıflamış oldu. İstanbul'da yaşanan gelişmelerin TEB seçimlerinde muhalefet odalarının iktidara gelme şansını olumsuz etkilemesi kaçınılmazdı; Türkiye'de eczacılar, yıllarca kurumların başında olan kişilerin nasıl yöneticilik yaptıklarını ve özelliklerini bilirler. İstanbul adayının başkan olduğu listeden, yapılan seçim sonucunda 5 kişi TEB Merkez Heyetine girmeyi başardı, ancak İstanbul'dan başkan adayı olan kişi kendi listesindeki adayların bazılarından daha az oy alarak son sıralardan girebildi. Bu şimdiye kadar görülmemiş bir durumdu. İstanbul Eczacı Odası için de başarı diye tanımlanması kolay değildi.
TEB'de iktidara gelme şansının yitirilmesinden daha da önemlisi; Türkiye'de AKP iktidarına karşı çıkma, gerçekleri söyleme, ilaç alanında vurgunu, soygunu çekinmeden açıklama özellikleri olan muhalefet odağının kaybolması tehlikesi ortaya çıkmıştır.
Eczacılar Türkiye'de uzun yıllar içerisinde birlik olmayı, güç oluşturmayı bildiler. Hem siyasi olarak, hem de ekonomik olarak örgütlerde iktidara gelmeyi ve yeni örgütler kurmayı başardılar. Çağdaş eczacılık hareketi eczacıların siyasi olarak örgütlü hareketidir ve Türkiye'de ilaç eczacılık politikasını uzun yıllar boyunca etkilemiştir. Ecza kooperatifleri ise ekonomik olarak eczacıların birlikteliğinin örneğidir. Çağdaş eczacılık hareketinin 1978'lerde başlattığı bir süreçtir, eczacıların ekonomik ve sosyal çok büyük kazanımlar elde etmesini sağlamıştır.
Eczacıların büyük emeklerle oluşturdukları bu güç birliktelikleri sonucunda kurumlarının başına seçtikleri kişiler konusunda her zaman şanslı oldukları söylenemez. Bir defa oraya geldikten sonra, yıllar içerisinde heyecanını yitiren, başında olduğu kuruma zarar veren, giderek sadece kendi koltuğunu korumaktan başka amacı olmayan kişiler bunlar.
Birlikte oluşturulan gücü ve umutları boşa çıkaran bu sözde liderleri taşımaya devam etmek yaşadığımız konjonktürde eczacılar için artık olanaksız hale gelmiştir. Türkiye toplumunun karanlığa sokulmak istendiği ve küresel sermayenin AKP eliyle ilacı elimizden almak istediği bir süreçte çağdaş eczacılık hareketi eczacılar için hâlâ tek umuttur.
www.eczacininsesi.com