bilgi teorisine kısa bir bakış
Uzm.Ecz. Anooshirvan Miandji
Konuya giriş yapmadan önce ilginç bir hikâyeden[1] bahsetmekte fayda var. Nasreddin Hoca bir gün hava değişikliği olsun diye yürüyerek Akşehir’den Konya’ya doğru yola çıkmış. Dinlenmek amacıyla bir ağacın gölgesine uzanmadan önce çizmelerini çıkartmış ve uyandığında yönünü bulabilmek için çizmelerin topuklarını Akşehir’e, burunlarını da Konya’ya doğru çevirerek koymuş. Yoldan geçen şakacı biri, Hoca’nın çizmelerinin yönünü değiştirmiş.
Uyanıp da yola koyulan Nasreddin’e gördüğü her yer çok tanıdık geliyormuş. Sokaklar, evler, insanlar. Yoldan geçen birine buranın neresi olduğunu sorunca "Akşehir" cevabını almış. "Demek ki iki Akşehir var!" diye düşünmüş. Kendi evine çok benzeyen bir ev bulmuş. İçerden çıkan kadın kendi karısına çok benziyormuş ve onu görür görmez söylenmeye başlamış, Hoca onun kocası olmadığını söylemiş. "Ben Birinci Akşehir’den Nasreddin’im oysa burası İkinci Akşehir" demiş. Hoca’yı, iki Akşehir olup olmadığını tartışmak üzere Bilgeler Meclisi’ne götürmüşler. O zaman üç, beş ya da yüz Akşehir de olabilirdi. Peki bütün Akşehirlerde kendisi gibi bir Nasreddin Hoca da var mıydı ya da hepsinde birer Bilgeler Meclisi olabilir miydi?
Evdeki kadın: `gitmesine izin vermeyin!’ diye bağırınca, Hoca, buranın başka bir Akşehir olduğuna iyiden iyiye emin olmuş ve "çünkü karım beni hep evden atardı" demiş.
Bilgeler Meclisi’nde, beş altın karşılığında Hoca’nın oraya geldiği gün köyden ayrılan adamın yerine geçmesi yani kadının kocası olması kararı alınmış. Nasreddin Hoca ister istemez 2. Akşehir’in, birinciden çok daha iyi bir yer olduğu sonucuna varmış.
Bu kısa hikayenin çeşitli versiyonları birçok ülkede anlatılır, kısaca küçük bir farkın nasıl büyük bir fark yarattığı anlatılmak istenir. Şaka olsun diye çizmelerin yönünün değiştirilmesiyle insanın dünyaya bakışının nasıl değiştiği/değişebildiği gösteriliyor. Aptallık, insan içinde değişmez olandır. Kültürler farklıdır ve herkes kendi yöntemiyle aptallıkla başa çıkmaya çalışmıştır.
Eğer toplum bilimi tanımadan sahtebilimle tanışırsa, eğer toplum mantıkla tanışmadan önce safsata ile tanışmış olursa, kafadaki labirentlerdeki bu küçük bilişsel hatalar korkunç sosyolojik sonuçlara gider.
Seksen milyonluk bir topluma ömür boyu trafik kurallarını öğretemezsiniz, bir kere çocukken esaslı bir eğitim verirsiniz ve o birey ömür boyu o bilgelikle yaşar. Hakeza, seksen milyona her gün hukuk öğretmek mümkün değildir, ilkokulda basit insan hakları uygulamalı eğitimi, ömür boyu o bireyin belleğinde kalacaktır. İleri yaşlarda sürekli müdahale 5 katlı bir binanın 3. katını beğenmeyip yıkmaya kalkışmak gibidir, üzerinde taşıdığı 4. ve 5. katları da yıkmış olacaksınız. Bilim ile sahtebilim arasındaki sınır biçme ve değerlendirme tartışması bilim felsefesinden önemini korumaktadır.
Karl Popper, genellikle 20. yüzyılın ortalarından sonlarına kadar bilimsel yöntemin anlaşılmasında önemli gelişimler sağlamasıyla itibar kazanmıştır. 1934 yılında Popper, Bilimsel Keşfin Mantığı’nı yayınlamış, böylece bilimsel yöntemin geleneksel gözlemci-tümevarımsal ölçümlenmesini reddetmiştir. Bilimsel olmayandan bilimsel olan çalışmayı ayıracak kriter olarak ampirik yanlışlanabilirliği[2] savunmuştur. Popper’a göre bilimsel kuram test edilebilir tahminler (tercihen rekabetçi kurama dayalı olmayan) üretmeli ve eğer tahminler doğru görünmezse kuram reddedilmelidir. Peirce ve diğerlerini takiben, bilimin en iyi şekilde eleştirel rasyonalizm olarak bilinen şekliyle, temel vurgunun tümdengelimci çıkarımda olduğu ilerleyeceğini iddia etmiştir.
Başlıcaları Thomas Kuhn, Paul Feyerabend ve Imre Lakatos olmak üzere Popper’ı eleştirenler, tüm bilimlere uygulanan ve onun gelişimini ölçümleyen tek bir yöntemin olduğuna dair görüşü reddetmişlerdir. 1962 yılında Kuhn, yayınlamış olduğu Bilimsel Devrimlerin Yapısı isimli etkili kitabında[3], bilim adamlarının bir paradigma serisi içinde çalışmasını önermiş ve yanlışlamacı metodolojiyi takip eden bilim adamlarının sayısının çok az olduğunu tartışmıştır. Kuhn; Max Planck’in otobiyografisinden alıntı yaparak şu görüşü vurgulamıştır:
“Yeni bir bilim karşıtlarını ikna ederek veya ışığı görmelerini sağlayarak değil ama karşıtları nihayetinde öleceği ve yeni bir neslin bu fikre aşina olarak büyüyeceği nedeniyle zafer kazanır."
Bu tartışmaların sonucu, “bilimsel yöntem”i neyin oluşturduğu konusunda evrensel bir uzlaşma olmamıştır. Yine de, bugünkü bilimsel araştırmanın temelini oluşturan bazı temel ilkeler yerinde kalmıştır.
Hipokrat (MÖ 460-370) dan beri söğüt ağacının kabuğunun ağrı kesici olduğu bilinmektedir, ancak kabukdaki etkin madde ve mekanizmasını keşfetmek neredeyse 2500 sene sürmüştür. Bugün asetilsalisilikasitin[4] mekanizması prostaglandinlerin sentezinin baskılanması ile ilişkili olduğunu biliyoruz. Ayrıca, trombosit agregasyonunun bastırılmasına yol açarak tromboksan A2’nin sentezini azaltır, bunun bir sonucu olarak, kan pıhtılaşma bırakır. İşte bu bir paragraflık açıklamaya yapmak için bilim 2500 sene mücadele etmiştir.
Uzm.Ecz. Anooshirvan Miandji
Gazi Eczacılık mezunudur, aynı üniversitede Farmasötik Kimya uzmanlığı yapmıştır. Ankara üniversitesi DTCF Bilim Tarihinde doktora adayıdır. Oxford üniversitesinden Bilim Felsefesi sertifikası almıştır. 2004 senesinden beri Bilkent üniversitesinde Farsça dersler vermektedir.
Yazdığı eserler: Modern Farsi (1994,İran), Digital konuşma sözlüğünü (1996,Türkiye), Beginner’s Persian (1997, ABD), Farsi-English/English-Farsi Concise Dictionary (2003, ABD), Tıbbi Bitkiler Atlası (2010, Türkiye), Süzme Felsefe ( 2012, Türkiye), Majistral Reçeteler (2013, Türkiye), Samanadam (2015, Türkiye), Eczacı Plan Defteri (2016,Türkiye)
Çevirdiği eserler: Küçük kara balık - Bir şeftali bin şeftali - Püsküllü Deve- Sevgi masalı( 2014-16, SamedBehrengi)
Aldığı ödüller: Kanal D Mucitler Yarışması 1. Lik (2007), NTV Mucitler yarışması 3. Aşama 1.lik (2010), Altın Havan en iyi danışman eczacı (2013)
[1]MatthijsvanBoxsel 12 Nisan 2004, Amsterdam
[2]Falsification
[3] Geçen yüzyılda en çok atıf almış eseri seçilmiştir.
[4] Aspirin