Uzm.Ecz. Anooshirvan Miandji
Tebriz’de emekli bir psikolog olan babamla oturuyoruz. Baba dedim, dünya çok hızlandı, arabalar daha güzelleşti ama daha az güvenli oldu. İnsanlar daha güzelleşti ama daha sağlıksız oldu. Bana ambalaj yapmayı öğretmedin, ben geri kadım, bu düzene ayak uyduramadım, göstermelik müsamere yapamadım, kazanamadım, çalıp çırpamadım, zengin olamadım.
Babam güldü, sana Biruni hikâyesini anlattım mı dedi, yok dedim. İyi, dinle o zaman, dedi:
Bundan bin sene önce, Gazneli Mahmut’un oğlu Sultan Mesut bir ziyafet vermeye karar verir. Ziyafet bir hafta sürecekmiş, ziyafete tüm alimler davetliymiş, Biruni de. Sarayın önünde geldiğinde görevliler Biruniyi engeller, sebep der. Onlar da sen Biruni değilsin derler. Biruni nasıl olur ya, ben Biruniyim der. Görevlilerin başı şöyle der “o ünlü, adı ağızlara destan büyük filozof Biruni bu avuç kadar çirkin cücemi olacak?!” herkes güler.
Biruni çok üzülür ve geri döner, derin bir düşünceye dalar. Çarşıdan geçerken bakar bir hallaç (yünler didikleyen) dükkânının önünde çalışıyor, hallaç çok iri yarı ve son derece yakışıklı. Biruni sorar “ey hallaç, kaç para kazanıyorsun?” o da cevap verir “günlük 5 Gıran ( Riyalın yüzde biri)”. Biruni der ki bugün benimle gelirsen ve dediklerimi yaparsan sana 20 Gıran vereceğim. Hallaç derhal ayağa kalkar ve ne istersen olur der.
Biruni hallacı şöyle güzel giydirir ve tekrar saraya dönerler. Hallaca der ki “sen kimsin dediklerinde, ben Biruniyim diyeceksin. Saraya girdiğimizde en yukarı (saygın) yerde oturacaksın, kim ne sorarsa uşak cevap ver diye beni göstereceksin, tüm yapacağın bu. Buda paranın yarısı peşin şimdi, diğer yarısını da saraydan çıkarken vereceğim.” Hallaç baş üstüne der.
Sarayın kapısına geldiğinde hallaç çok kolay geçer, Biruni de onun eteğini arkadan tutarak geçer, kimsin sen dediklerinde, hazreti Biruni’nin hizmetkârıyım der. Sarayın toplanma salonunda hallaç en seçkin yere oturur ve Biruni de en altta dest pençe.
Kim ne sorarsa sorsun sahte Biruniye, uşağı gerçek Biruniyi işaret eder ve o büyük bir ustalıkla cevaplar. Sultan mesut mest olur, hayranlıktan kahkahalar atar ve muhteşem der. Bir ara kalabalık meyveler ve içkilerle eğlenirken sultan bir fırsatını bulup sahte Biruniyi yandaki kapıdan arkadaki bahçeye çıkartır ve ona sorar “ey, büyük alim Biruni, el hâk ki çok bilgesin, hayran kaldım desem azdır. Bu bahçeme ne yapsak, ne dersin, sen bir akıl ver” der. Halaç ki Biruniyi içeride bırakmış, düşünür ama yünden başka bildiği olmadığı için “burası en iyi hallaçhane olur” der. Sultan şaşırır “bu ne demek?” der. Bu arada Biruni bakar ki hallaç gözden kaybolmuş tedirgin olur ve sorar, ahali Biruni efendileri nerede? Biri de sultan ile bahçeye çıktılar der.
Biruni büyük bir telaşlar bahçeye çıkar ve hızla yanaşır, tartışmayı duyunca “ sultan efendileri, Biruni efendilerinin demek istediği mecazdır, yani tüm bilimler burada adeta bir hallaçhane gibi didiklenmeli, tefkik ve tecdit edilmelidir. ”Sultan tebessüm eder, işin aslını fark eder ve gerçek Biruniye sarılır ve sorar “ey Biruni, neden böyle bir yola tevessül etme gereği duydun?” Biruninin yüzü düşer ve cevap verir “ görüntüm kişiliğimin altında kalınca başıma bunlar geldi.”
Babam devam etti, "oğlum, belki süs insanı bir yere kadar getirebilir, ama işin aslına götürmeyecektir. Bin sene öncede götürmemiştir, bin sene sonra da götürmeyecektir.”
Benim de diyeceğim şu ki “başlık içeriği geçmemeli, başlığı içeriği geçen bireylerin çok olduğu toplumda, kimin ne olduğu ne olmadığını anlayamazsınız, bu durum da “belirsizliği” arttırır. Belirsizliğin çok olduğu yerde, bilgiyi sevenlerin üretimi düşer, çünkü karşılığını göremez.
Charles Bukowski der ki “Aşırı hızla giden hayaller, gerçeklere çarparak dururlar.”
Olduğumuzdan büyük/küçük görülmek veya görmek, zihinsel bir algı sapmasıdır ve gerçek hayatta bir bedeli vardır.