Ecz. Hüsnü Kaya

 

1987 senesi, Işık (Ecz.N.Işık Boyacıgiller EDAK Ecza Kooperatifi Kurucu Üyesi) ile beraber Ankara’daki bir kongre sonrasında İzmir’e dönerken, Nurettin (Prof.Dr.Nurettin Abacıoğlu, anılan tarihte T.E.B. Genel sekreteri ve henüz yeni yardımcı doçent olmuştu) uğurlamak üzere bizi Esenboğa Havaalanı’na getirmişti. Uçağımızın kalkmasına zaman olduğu için birlikte iki tek atarak laflamıştık. Ülkemizde bilim ne alemdeyi konuşuyorduk. Nurettin bir şeyler anlatırken ağzımın bir karış açık kaldığını hatırlıyorum. 


Nurettin’in söyledikleri şunlardı: “Bizler ancak, gerçek bilim adamlarına veri sağlayabilecek kadar bilimin emekçileriyiz. Gerçek bilim adamları da iki elin parmakları kadardır”. 

Çok şaşırmış ve bunun üzerinde çok düşünmüştüm. İkiyüzbin yıl önce ortaya çıkan homo sapiensden bu güne gelene kadar avucumuzun içine sığan telefon / bilgisayardan başlayın da, modern fabrikalar, uçaklar, televizyonlar, robotik cerrahi hele bunun başka bir kıtadan yapılabilmesi, insanın Ay’a, Mars’a gitmesi, yine insanın ortalama yaşının yirmibeşlerden yetmişbeşlere çıkması… Hepsi bilim insanlarının sayesinde olmuştur. Bilim çok emek ister. Bilim çok çalışmak ister. Bilim disiplin ister. Bilim soruların peşine düşmek ister. Gerçek bilim insanı ünvan ile ilgilenmez. Hayatı çok basit yaşar. Ama bilimle ilgili konuşurken de yaşadığı coşkuyu hayranlıkla dinlersiniz. Aşağıda sizlere böyle bir bilim adamı ile yaptığım yazışmayı sunmak istiyorum. Az önce “Hayatı çok basit yaşar” demiştim ya… Bunu göreceksiniz bana yazdığı mektubun en sonunda. Bir tek kelime ile bitirmiş mektubunu: “Reşat”. Bu kelimenin önüne akademik ünvanını yazmamış. Hatta soyadını bile yazmamış sevgili kardeşim Reşat Çınar. *** 

Türk eczacılık camiasının yüz akı, kıymetli dostum Prof.Dr.Levent Üstünes bundan onbeş sene önce beni davet ederek, Ege Üniversitesi Eczacılık Fakültesi öğrencilerine serbest eczane eczacılığını anlatmamı istemişti. Benim sunumum bittikten sonra soru – cevap bölümünde, bir öğrenci sorusunu sorarken “Farmakoekonomi” diye bir kelime kullanınca sözünü kesip, “Dur dur. Ben bu kelimeyi ilk defa duydum. Nedir bu. Bana anlatır mısın?” dedim. Ders bitince ben hemen Reşat’ı yakaladım ve birlikte Levent hocamın odasına giderek epeyi sohbet ettik. 

O tarihlerde ben, ilk sayısını sevgili dostum, EDAK Yönetim Kurulu Başkanı Ecz.N.Işık Boyacıgiller ile birlikte çıkardığımız EDAK Haberler isimli bültenin yazı işleri müdürlüğünü ve editörlüğünü yapıyordum. 

Bu sebeple Reşat’tan bültene bir yazı yazmasını rica etmiştim. Dün akşam bir çalışmam için arşivimi tararken karşıma Reşat’ın yazdığı “Farmakoekonomi ve Eczacılık” isimli bu yazısı çıkınca, hemen sayfanın fotoğrafını çekerek elektronik posta ile Reşat’a gönderdim. Yedi senedir Amerika’daki Ulusal Sağlık Enstitüsünde araştırmacı olarak çalışan Reşat’tan hemen cevap geldi. Reşat’ın bu mektubunu sizlerle paylaşmak istiyorum. Mektubu okudukça Reşat’ın yaptığı işten ne kadar heyecan duyduğunu hemen fark edeceğinizi biliyorum. 

*** Gönderen: Resat Cinar Gönderildi:
10 Şubat 2017 Cuma 18:37 Kime: Hüsnü KAYA
Konu: Re: Geçmiş zaman olur ki...
 
Merhaba Hüsnü Abi, Senden haber almak çok güzel. Gerçekten de sizin o fakülte ziyaretinizin, buluşmamıza ve kısa da olsa birlikte EDAK Bülten komisyonunda çalışmamıza vesile olması çok güzel bir olay ve benim sizleri tanımam için bir fırsattı. Her ne kadar ülkemizin durumu ileriye gitmese de umarım sizin sağlığınız ve keyfiniz yerindedir.
Beni sorarsan, ben açıkçası, fakülteden sonra bilimsel hayallerimin peşinden gittim. Macaristan’da doktoramı yaptıktan sonra, Amerika’ya, Ulusal Sağlık Enstitüsüne geldim (NIH) ve burada 7 yıldır araştırmacı olarak çalışıyorum. Ve bir eczacı olarak fakülte yıllarından beri acaba bir ilaç geliştirip, her eczacının ideali olabilecek bu hedefi gerçekleştirebilir miyim, diye düşünürdüm.
Amerika’ya geldiğimde buradaki hocam ve patronum, gerçekten kendini bilimsel olarak kanıtlamış, lider ve mentör özelliğine sahip birisiydi. Burada hayal kurmakta özgürsün dedi. NIH’in en büyük özelliği yüksek riskli ama getirisi yüksek projelerin bu enstitü içinde yapılmasına prim verilmesidir dedi. Ve beni biraz özgür bıraktı ilk başlarda. Bu ortamda imkânları maksimum kullanmaya çalışırken, elde ettiğim bazı veriler ışığında obezite, diyabet, ve fibrotik hastalıklar gibi kompleks hastalıklar için hibrid ilaç geliştirme projesi fikrini öneri olarak sunmuştum. Bir taslak molekül önermiştim pro-drug olabilecek. Ama destekleneceğini tahmin etmiyordum. Bundan sonra hocam bunu destekledi ve hemen ekibe bir sentez kimyacısı dahil etti. Son 4 yıldır da bu konseptte 250 kimyasal sentezleyip yaklaşık 3-4 patent başvurusu yaptık.
Bunların tüm in vitro ve in vivo farmakoloji çalışmalarını yapıp, bazı ön toksikolojik çalısmalarını yaptırıp. Preklinik hayvan modellerinde deneyip ortaya ilaç olabilecek ve kliniğe yönlendirilebilecek 3 molekül seçtik. Şimdi bu moleküller 2 biyoteknoloji firması tarafından farklı endikasyonlar için lisanslandı.
 
İleri toksikolojik çalışmaları yapılacak ve FDA’den onay alırsa ilk faz insan çalışmaları, obezite, karaciğer fibrozu, ve sistemik skleroziz endikasyonlarıyla ilgili klinik çalışmalara girecek.
Bundan başka da iki gün önce beni çok heyecanlandıran bir şey daha oldu. Onu da paylaşmak isterim. NIH’in en çok hoşuma giden misyonlarından biriside büyük ilaç firmalarının pazar payı az diye ilgilenmediği nadir görülen hastalıklar için ilaç geliştirmelerine büyük destek vermesi ve bunun için bir fon var.
Ben de bu aralar akciğer fibrozuna sebep olup, teşhisten sonra 5-6 yıl içinde ölüme sebep olan genetik kaynaklı bir hastalıkla da ilgilenmeye başlamıştım. Bu konuda geliştirdiğimiz ilacın hedef proteinlerinin patolojik olduğunu öne sürüp elimizdeki hibrid ilacın bu hastalığın tedavisinde kullanılacağına dair American Thoracic Society’e bir proje yazmıştım ve kabul edilmişti. Buna istinaden NIH’in bahsettiğim nadir hastalıklara destek programına da başvurup bizim bu hastalık için ilacımız var ama ilaç firmaları bu endikasyona lisans almadı. Gelin bu ilacın tüm FDA için gerekli, klinik öncesi toksikoloji çalışmalarını yapın ve Faz 1-2 klinik çalışmasını yapın diye destek istemiştim.
Bu proje ekibine, bu hastalığın tanınmış ünlü profesörlerini ve klinisyenlerini de klinik çalışmalar için dahil etmiştim. Detaylı proje yaklaşık 1 yıldır görüşülüyordu. Elemeleri geçtik ve 2 gün önce haber aldım ki bu projemiz desteklenecekmiş. Yani ilaç molekülümüzün FDA başvuru aşaması için gerekli tüm çalışmalarını ve klinik çalışma için gereken para onlar tarafından karşılanacakmış ki bu yaklaşık 3-5 milyon dolar arasında bir para yapıyor.
Biraz uzun yazdım ama heyecanımı aktarmak istedim. Yani fakülte yıllarında kurduğum hayalin peşinden gidiyorum. NIH’teki bilimsel ortamda her gün yeni bir heyecan yaşıyorum. Burası gerçekten de Tıbbi araştırmaların dünyadaki amiral gemisi.
Aslında bilimin ve bilimselliğin en çok sevdiğim yani yeni bilgilerin ve sorgulamanın dinamizminde içindeki gençlik heyecanını hep sıcak tutması. Aradan 15 yıl geçse de benim içimdeki heyecanda değişen bir şey olmadı.
Bu arada evlendim bir kızım oldu şu anda 3 yaşında. Yılların ne kadar hızlı geçtiğini kızıma bakınca görüyorum. Önümüzdeki yaz döneminde İzmir’e tatil için gelmeyi düşünüyoruz gelince görüşmeyi çok isterim.
Arada e-posta aracılığıyla da olsa haberleşmek ve iletişim halinde olmak isterim.
Sizler nasılsınız?
Halâ Şirinyer’deki eczanenizde misiniz?
Güzelliklerde görüşmek dileğimle,
Saygılarımla.
 
Reşat 

*** Sevgili Reşat kardeşimin bu mektubunu okurken kısa bir süre de olsa ruhum mutluluktan bulutların üstünde gezindi. Ama birden… İki olay aklıma gelince kafa üstü yere çakıldım. Birincisi; 8 – 10 ay önce İnternet’teki bir gazete manşetinde “Türk Eczacının Müthiş Buluşu” başlığındaki manşeti görünce göğsüm kabarmıştı. Merakla tıklayıp okuyunca da kabaran göğsüm anında pörsüdü.
 
Gazetenin bu sayfasını bulmak herhalde zor olur ama siz Google’da “Guarana Krem” yazın karşınıza ilk sırada https://www.guaranakremturkiye.com isimli linki incelemenizi tavsiye ederim. Bu gazete haberini okuduktan sonra tam bir hafta istihareye yattım. Sonra “İnternet’teki Şarlatanlar” başlığı ile bir yazı yazdım. Gariptir ki guarana kremi üreten ve satan bu Türk Eczacının Müthiş Buluşunu savunanlardan epey bir dayak yedim. Hepsine topluca meydan okudum; 20 dakikada bel bölgesinde zayıflama sağlayan bu ürün hakkında, literatürden vazgeçtim, ispat edebilecek bir kaç sayfa getirin, eczanemi kapatacağım (O tarihte 36 yıllık idi). Uzatmayayım… Kendisini bilim adamı diye tanıtan bu meslektaşımın hali ülkemdeki bilimi anlatmada yeterlidir. 

İkinci defa kafa üstü yere çakılmamın nedeni ise üç gün önceki KaHeKa aklıma gelmesiydi. 330 akademisyenimiz bir gecede ve iki dudak arasından çıkan kararla üniversitelerinden uzaklaştırılmışlardı.
Bilim ha?, Sanat ha? Spor ha? Geçiniz… Geçiniz gidiniz.
Atatürk, ümmetten çıkartıp halkı yaratmıştı.
Seksen milyon yurttaşız bu yurtta.
Sadece seyirci kaldık ya…
Önce kendime yuh çekeceğim. 

Yuh olsun bana! 
 
Hüsnü Kaya
 
0 533 341 38 64


Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat