Ecz. Hüsnü KAYA
Eczacının Sesi’ndeki Sis Çanı isimli arazinizde "Dışarıdan TEB Genel Kurulu" isimli yazınızı dikkatle okudum.
Siz canınızı boş yere sıkmayın. Ankara öyle, İstanbul böyle mi yani, üstelik eksik kalır mı Gavur İzmir’dekiler bunlardan geri. Hele O Eskişehir? Yılmaz Büyükerşen Hocam önde, Çekirdek Çitleyen Eşek arkada yürüse bile değişmez, böyledir yurdum insanın halleri. Acı ama böyledir. Eğrisini doğrusuna getirme yöntemi biriciktir. Nöronları yıpratmaz.
Geçen hafta Eskişehir’e götürdüm kendimi. Gittim önce otele yerleştim ve sonra ilk iş olarak eşeği buldum. Kulaklarını inceledim. O’nun operasyonu nasıl geçmiş diye baktım. İyi olmuş. Ben de O’na kendi kulaklarımı gösterdim. Dertleştik biraz. Benim kulak ameliyatım da onunkiyle aynı zamanlarda yapılmıştı.
Bir önceki yazımda hikâye ettiğim “Yaşasın Eczanemizi Heklediler!” meselesini hatırlarsınız. Heklenmemizden iki ay sonra bile bugün için hâlâ saldırı devam ediyor. Meğer hekırlar 3 – 4 ay süre ile intikam almanın peşinde olurmuş parasını vermedik diye hâllenirlermiş. Her işin bir usulü var demek ki. İkinci kez saldırı yedik. Ağır bir yara aldım, hekırın salladığı gürz kulağımın tözüne geldi. Ve sağ kulağım gitti. Bakın burası lâtife değil. Gerçekten sağ kulağımı sesin geldiğini tahmin ettiğim yere doğru hedefleyerek dolaştım bir süre.
Gittik bu işin uzmanına. Tanış olduğumuz bir doçent kardeşimiz var. Ameliyat dedi. Anlattı. Dinledik.
- Burundan gireceğiz. Östaki borusuna soktuğumuz balona 10 bar hava basıp 2 dakika tutacağız. Şişen balon, bir tarafındaki kemiğe bir şey yapamaz ama öteki yanda bulunan kıkırdak dokuyu ittirerek boruyu açar dedi ve ekledi:
- Biz Türkler garanticiyizdir. İlk 2 dakikadan sonra balonu söndürüp, 45 saniye bekledikten sonra ikinci kez, bir 2 dakika daha 10 bar basacağız.
Anlattıklarının hiçbiri beni ilgilendirmiyor zaten. Bunlar O’nun meselesi. Benim meselem, ben O’na ne kadar güveniyorum? Kesinlikle güveniyorum. Daha önce bir iki kere benim kulağımı kurcalamışlığı var. Kızımın kulaklarına tüp takmışlığı var. Yani güvenim tam. Her ne kadar ilgilendirmese de O’nun “Biz Türkler garanticiyizdir” den başlayan sözleri dikkatimi çekmiş ve gerisini hoşluk olarak almıştım.
Ameliyat bitmiş. Beni odaya almışlar ve ben etrafımı yeni tanıyan bebe kıvamındayken güler yüzlü doçentim geldi ve elindeki telefonu suratıma dayadı. Açıldım. Geçirdiğim ameliyatı videosuyla anlattı. Polip varmış onu da almış. Polip de ondan olsunmuş filân. Filim bitti. Ben lâf olsun diye sordum.
- Hocam! Gerçekten ikinci bir kere daha hava basıldı mı benim ameliyatımda?
- Eveet!
- …
Ya! İşte böyle Fevzi Çakmak Kardeşim. Sayı saymasını bilen gavurlar, cihaz icat edip sağırı duyar ederken, bizim sayılar ile ilgimiz, abaküs boncuğu düzeyinde “yetmez ama bi, iki dakika daha”. Oleey be!
Eşek kardeşimi Porsuk’un bu yanında bırakıp karşı tarafına geçtim bir kafeye oturdum. Açtım bilgisayarımı. Bakayım bakalım, posta kutuma düşen bir sayı, kavram, analitik düşünce var mı diye garsondan şifre istedim. Verdi. Tek seferde bağlandım. Hııımmm! Bu kafenin İnternet bağlantıları güvenli değil. Şimdi ben buradan terör içerikli bir mesaj atsam ve uzayıp gitsem sessizce. En geç bir saat sonra polis gelip buranın sahibini alıp atta götürür.
Söylemek lâzım bunu. Bu bilgiyi aktarmak gerek. Ama… benim, eskiden insanların yardımlaşması olarak niteleyebileceğim bu hâl, günümüzde “benim işime niye karışıyon” mertebesine erdiği için epey bir süre düşündüm söyleyip söylememeye.
Sonunda eski ben galip geldi ve anlattım durumu. Fevzi Kardeşim lütfen dikkat isterim senden bundan sonrasına. Ben sorumu korka çekine sorduktan sonra cevap verdi, Porsuk kenarındaki kafenin sahibi veya müdürü:
- Valla geçen duydum öyle bir şey. Kafe işleten bir arkadaşımızı polisler götürmüş. Kafeye gelen bir kadın çocuk pornosu mu ne indirmiş.
Hemen araya girdim zihnimde. Filim çeken yönetmen oluverdim bir anda:
- Kestiiik. Tamam.
Kafe işletecek istek, cesaret var ama işiyle ilgili derdi yok adamın. Nasıl olsa Allah verir rızkı.
Bence bunlar daha iyi günlerimiz. Kulaklarına girmese de bir yerlerde çalan bir sis çanı bulunmalı.
***
Bilindiği gibi TEB eczacılığa ait meslek politikasını, TEKB ise serbest eczane eczacılığına ait ekonomi politikasını belirlemekle meşguldürler.
Sevgili Fevzi Kardeşim, sen çok yakın zamandan TEB toplantısını makale etmişsin. Kalemine, yüreğine sağlık. Ben de çok eski zamandan bir TEKB toplantısından söz edeyim. Ecza kooperatiflerimizin sayısının 30’u geçtiği yıllardı. Hesapsız, sayısız duygusal bir büyüme yürüyüşü tutturan bir ecza kooperatifimiz, diğerlerini de coşturarak toplantıda, Türkiye haritasını açmış, şube açacağı yerleri heyecanla anlatıyordu. Her kooperatif kendine bir yer seçiyordu adeta. Işık ile yan yana oturuyorduk. Epey bir süre sonra Işık kalktı. Avucunun içini haritada İzmir’in üstüne koydu ve aşağıya doğru süpürmeye başladı. Muğla’ya gelince doğuya doğru Akdeniz’i süpürerek:
- Buralara dokunmayın. Dedi ve oturdu.
Dönüş yolunda uçakta önce ben oturdum. Sonra sağ tarafıma Işık otururken benim sol diz kapağıma tutunarak oturdu. Hayır çöktü resmen. Telâşlandım. Eline yapıştım.
- Hayrola, ne oldu dedim.
- Çok yoruldum Be Hüsnü dedi
Sevgili Fevzi Kardeşim. Işık sence neden böyle söyledi?
***
Ecza kooperatifleri batabilir. Eczacı kooperatiflerinin hepsi batarsa, TEKB’ de hukuken ortada kalmaz. Böyle bir batışta, eczacı “Ben tek başımayım, başımın çaresine bakmam lâzım” der ve içinde bulunduğu ekonomik düzenin homoekonomikus insanı olarak yaşamını idame ettirmeye çabalar. Çok kötü bir durum da olsa bu ortada net bir durum vardır. eczacı tek başına olduğunu bilir.
Ancak meslek örgütlerinde durum çok daha farklıdır.
GENÇ MESLEKTAŞLARIMA NOT:
Yazımı yazarken bir hamlede “Işık” diyerek geçtiğim kişiyi biraz anlatmalıyım size. Ve siz tanımalısınız asıl O’nu. EDAK’ın kuruluş hikâyasinde, bizleri yola çıkaran lider. 1978 yılında İzmir Eczacı Odası Başkanı oldu. Tam adı ile: Ecz.Nur Işık Boyacıgiller. Hocam, çalışma arkadaşım, dostum Işık’ı benden dinlemek yerine O’nun “Kooperatif Depo Hakkında” isimli makalesini bulup okumanızı öneririm. Türk Ecza Kooperatifçiliği’nin manifestosu olan bu makale, üstünden kırk yıla yakın bir zaman geçmesine rağmen geçerliliğini, ilk yazıldığı günkü kadar korumaktadır.
O’nun makalesini okuyup içselleştirmek çok önemlidir. Sanırım bizim kuşağımız, O’nunla birlikte yaşamış olmasına rağmen bunu başaramadı. Ancak çözüm hâlâ vardır.
Ecz.Hüsnü KAYA
husnukaya@gmail.com