Ecz. Yakup ERCAN
Çocukluğumun geçtiği sıcak güney kentinde yazlık sinemalar çok rağbet görürdü. İki film birden gösterilirdi ve tüm biletler satılırdı. Günebakan çekirdeği yenir, ucuz, yerel markalı gazoz içilirdi. Kentimizin pavyonları da çok ünlüydü o yıllarda. Buralarda şakı söyleyen sanatçılar, turneler halinde gelir giderlerdi. Yeni gelen şarkıcı hanımlar, kendilerini kent halkına göstermek için faytonlara biner, bacak bacak üstüne atar ve kentin en uzun ve en işlek caddesini boydan boya, ritmik nal sesleri eşliğinde geçerlerdi. Kent, baştan aşağı mini etekli şarkıcıların geliş gidiş dedikoduları ile çalkalanırdı. Şarkıcı hanımefendiler kendilerini, böylece reklam etmiş olurlardı.
Otomobillerin, yüksek desibelli hoparlörlerin henüz pek kullanımda olmadığı kentimizde, sinema filmleri duyurusu da aynı biçimlerde reklam edilirdi. Arap Kadri diye bilinen bir cazgır (Arap Kadri’nin uzun sarı saçları vardı, mavi gözlüydü, sinema afişinden fırlayıp çıkmış gibiydi; nedendir bilinmez Arap diye anılırdı), bir at arabasının her iki yanına ilan panolarını monte eder, sinema kartelelerini (afiş) üstüne yapıştırırdı. Kenti tüm ara sokaklarına kadar dolaşır ve filmin içeriğine göre hikayeler anlatır; iç gıcıklayan, dramatik ya da eğlenceli bir ses tonu ile halkı sinemaya gelmesi için çağırırdı: ’’aşk, macera, heyecan... bu sinemada...’’
***
Liberalizm, en görünür kimliği ile 1980 yılından sonra girdi ülkemize. Turgut Özal’ın ideolojik önderliğinde, Kenan Evren’in süngü zoruyla toplumsal düzende ölümcül bir gedik açıldı. Bu gedik, tolumsal yapıda viral bir kontaminasyona yol açtı. Tüm bireyler tüketici olarak tanımlandı ve tüm insanlık değerleri de alınır- satılır birer nesneye dönüştürüldü. Doğrusu, toplum da bu konuda ’’Yahu durun bakalım, nooluyoruz’’ demedi...Önce toplumcu algıyı dağıtmak için birey olmanın erdemini kutsadılar! Sonra da atomize ettikleri bireyi, bir özne olmaktan çıkarıp bir tüketim nesnesine dönüştürdüler. AA1, bu denklemde, bir kontaminasyon virüsü olma görevi üstlenenlerdendir.
AA1, OTC başta olmak üzere bir çok ilacın marketlerde satılabilmesini ve reklamının da yapılmasının önünün açılmasını istiyor. Denklemin bu unsuru, ilaç ’’piyasasını’’ reklam pazarına açarak, reklam pazarının alanını genişletmek hevesi içerisinde. AA1, ilacın ilaç olmadan önce, bir molekülün nasıl olup da ilaca dönüştüğünün sürecini bilmez. Hangi denemelerden nasıl geçildiğini, nasıl ters etkilerinin olabileceğini, ilacın bio-dönüşümünün hikayesini de bilmez. Eczacı, ’’bitkisel ilaç’’ diye reklam edilen ürünlerin ölümlere yol açmasına tanıklık ediyor.
Eczacı ilacın piyasaya nasıl düşürüldüğünü yaşayarak biliyor. Bu süreçte, eczacının hiç mi payı olmadı? AA1, savunduğu şeylerle bilimi inkar ediyor. Doktor muayenesi için gidilip doktor bulunamaz ise, hemşireye muayene olunabileceğini savunuyor. Bir inşaat teknisyeninin devasa bir gökdelenin inşasını yapabileceğini savunuyor. Savunduğu şeyin anlamı böyle okunmalıdır. Durum budur. Dert değil... Yeter ki pazar olsun. Bahçenizde özenle yetiştirdiğiniz narin bir sarmaşık, aç bir ineğin gözünde sadece bir yiyecektir. O kadar.(1)
***
Eczacı,’’kendi’’nin bilincinde midir peki? 30 yıl önce ’’ilacın kullanım değeri, değişim değerinden önce gelirken ’’, şimdi neden ilacın kullanım değerinin kıymeti harbiyesi kalmadı da değişim değeri herşeyin önüne geçti? Tüm dünyada neler değişti de böyle oldu? Kaç eczacı bunun farkında? Eczacı ve örgütleri, kendilerini tam olarak ’’tanımlayıp’’ bir savunma mevzii yaratabilmişler midir? Kaç eczacı ’’dükkan’’larının dışında akıp giden yaşamı anlamladırabilmiştir? Hekimler, ’’Tıp Bu Değil’’ adlı bir kitap yazarak (Prof. Dr. İlknur Arslanoğlu-İthaki Yayınları) kendi mevziilerini tanımladılar. Biz de hadi gelin Eczacılık (da) Bu Değil adlı bir kitap yazalım diye yola çıksak, sahadan ya da akademiadan kaç eczacı veya akademisyen buna destek olabilecek bir entellektüel donanıma sahiptir?
AA1’in karşısında, altı dolu olmayan yüksek perdeli konuşmaların bir anlamı yok. İlaç pratiğinin altı bilgiyle, akılcılıkla doldurulmalıdır. ’’Eczane mühendisliği’’ ile ’’satış cambazlığı’’ arasındaki ince çizgi, Himalayaların sarp yamaçlarında dar bir patikadır. Kaydığınızda düşeceğiniz yer AA1’in kucağı olacaktır!
***
Arap Kadri’den bu güne, zamanın ruhu değişti. O, yaptığı işe ruhunu katardı. Müşteri memnun kalmazsa yaptığı işten keyif almazdı. AA1 ise müşteri memnuniyetini, yeni bir satışın garantisi olacağı için önemser. Yani ruhu olması gerekmiyor; o bir profesyonel. Liberalizm, onu da bir nesneye dönüştürerek ruhunu teslim almıştır çünkü.
Öyleyse AA1 nedir? Şimdi, eczacının, AA1’in annesine şunu söylemesinin tam zamanıdır: ’’Oğlunuz genelevde bir piyanist değil, o bir R E K L A M C I’’.(*)
(1)-Vıoxx ve Celebrex adlı ilaçlar için 300 milyon dolar reklam harcaması yapıldığı biliniyor. İlacın olası yan etkileri ise televizyon ekranının altından okunamaz küçük harflerle hızlıca akıp geçmişti ABD’de, bu da biliniyor. Camiamız bilir, bilmeyenlere yazmış olalım; bu ilaçlar kalp krizi ile ölüme neden olduğu gerekçesi ile toplatıldı ve üretimi durduruldu!
(*) Meraklısına not: Jecques Seguela-’’Anneme Reklamcı Olduğumu Söylemeyin, O Beni Genelevde Piyanist Sanıyor’’.
Not: ’’Eczacılık (da) Bu Değil’’ projesine destek verecek olanların mesajını bekliyorum.
yercan8@hotmail.com