Soğuk bir şubat günüydü. Darağacı, kentin en büyük meydanına kurulmuştu. Alandan, sabırsız kalabalığın ilkel uğultusu yükseliyordu. Engizisyon mahkemesinin en rütbeli kardinali, elinde önceden hazırlamış olduğu af dileme tutanağını mahkuma göstererek bir kez daha fikrini sordu.Ya engizisyondan af dileyip sözlerinin yanlış olduğunu söyleyecek, ya da darağacına gidecekti!.Elleri arkadan bağlı olan mahkum, başını hafifçe kaldırdı; önce, gittikçe sabırsızlanan kalabalığa tepeden baktı; sonra küçümseyen edayla kendini süzen kardinalin gözlerine dikti gözlerini.Daha sonra da bitkin ama kararlı bakışlarıyla kardinale darağacını işaret etti. Hava çok soğuktu. Kalabalık bir an önce evine dönmek istiyordu. Akşam üzeriydi. Güneş, ufkun batısında aydınlığını karanlığa gömerken; ay, ufkun doğusunda kocaman bir dolunay halinde sanki mahkumu selamlıyordu. Isınmak için iyi bir gündü, yanmak içinse kötü...
Giordano Bruno İtalyan bir bilim adamı ve düşünürü idi. 17 şubat 1600 yılında Roma’da yakılarak idam edildi. Ayın dünya etrafında döndüğünü ve dünyanın da güneşin etrafında dönmekte olduğunu; söylendiği gibi, evrenin dünya merkezli olmadığını, evrende dünya gibi çok sayıda gök cisminin olduğunu söylüyordu.
Oysa o günkü feodalite, din adamlarının da tanrısal icazetiyle kendilerine özgü bir dünya tanımlamıştı ve bu değiştirilemezdi. Dünya evrenin merkezindeydi, derebeyi ve kardinaller de tanrının yeryüzündeki temsilcileri...Bruno, belki de farkında olmadan feodalitenin (toprak beyleri ve din adamları) düzenini eleştirmiş oluyordu. Bruno’yu ateşe götüren de aslında bu idi.
Bruno’nun çağdaşı olan Galileo Galilei’nin başına da aynı şey geldi aslında. Ama Galileo, yazmakta olduğu kitabını bitirmek zorunda olduğunu düşünerek, engizisyon mahkemesinde sözlerinin yanlış olduğunu söyledi ve affedildi. Ama mahkeme salonundan çıkarken sadece yakınlarının duyabileceği bir ses tonu ile ’’eppur, si move!’’ (gene de dönüyor!) dedi. Kopernicus ise Polonya’da, ancak ölümüne çok kısa bir süre kala güneş merkezli bir galaksi fikrini açıklayabilmişti...
Ondan yüzyıllarca önce, Bağdat kentinde, Hallac-ı Mansur, Abbasi Halifelerine, sömürücü olduklarını, yönetimlerinde adaletin olmadığını, baskı ile insanlığın yönetilemeyeceğini söylemişti. Böyle bir halifenin dini temsil edemeyeceğini; insanın tanrıyı ancak kendi vicdanında hissedebileceğini ve kendisinin de öyle hissetiğini söylemişti. Hallac-ı Mansur, zındık ilan edilmiş ve derisi yüzülerek öldürülmüştü.
Giordano Bruno’yu yakan kardinalleri günümüze getirebilsek ve onlara dünyanın uzaydan çekilmiş bir fotoğrafını göstersek ne hissederlerdi acaba?
İnsanlık tarihi, karanlığın temsilcileri olan ne o günün ne de bugünün kardinallerini hayırla anacak. Evrensel hareket, bütün niyetlerden, bütün ideolojilerden ve inançlardan, bütün düşünce sistemlerinden bağımsız olarak sürüyor ve sürecek; kendi doğası ne ise o şekilde...
Kardinalleri 400 yıl öncesinden bugüne taşıyamayız; ama karanlığın yeni temsilcilerinin neler yaptığını görüyoruz şimdilerde. Evrim kuramı sessiz sedasız kitaplardan çıkarılıyor. Yunus Emre’nin güzelim şiiri sansürleniyor (‘’cennet cennet dedikleri-birkaç köşkle birkaç huri-isteyene ver onları-bana seni gerek seni’’). Ortalıkta kuzu postuna bürünmüş bir sinsilik kol geziyor…
Zaman zaman tüm dostlarıma sevdiğim şiirler yollarım ve böylece şiir keyfi yapmış oluruz. Bir kaç ay önce de Edip Cansever’in ’’Masa Da Masayamış Ha’’ adlı şiirini yollamıştım. Geçenlerde gazetelerde okudum ki alkol denetleme kurumu , şiirde geçen ’’adam masaya biranın dökülüşünü koydu’’ dizelerinin alkol kullanmayı özendireceğinden, talim terbiye kurulundan bu şiiri kitaplardan çıkarmasını önermiş.Talim terbiye kurulu da çıkarmış!
Biranın dökülüşünden sarhoş olan, on yaşına gelmemiş kızlarımızın açık omuzundan tahrik olan bu ’’terbiyenin’’ referansı nedir bilmiyorum. Ama eminim ki, 1600 lü yılların kardinalleri bugüne gelse böyle şeyler yaparlardı... Pedofili ile malul edilmiş bir anlayışın terbiye referansı böyle bir şey olurdu herhalde.Ülkemizden benzer örnekler vermeye yazık ki bu yazının formatı uygun değil…
Tanrısını vicdanı ile birleştirmiş insanlara (enel hakk) saygı duyarım. Ama, eşitsizliğin, adaletsizliğin, karanlığın ilahi referanslarla sunulmasını da insanlık kabullenmeyecektir. İnsanı anlatan hikayeler bunun sayısız örnekleri ile doludur.
Belki Giordano Bruno ve Hallac-ı Mansur kadar korkusuz değiliz ama hep birlikte bir kez daha ve inadına Edip Cansever’in ’’Masa Da Masaymış Ha’’ isimli şiirini biryerleden bulup okuyalım.
‘’Bırakın gün ışığı girsin içeri’’.
Ecz.Yakup Ercan
Dip (deep) not:
Eczacılığın kesişim noktası olan platformlarda mesleki konuların dışında konular yazılmamalı mıdır? Eczacılık pratiği son yıllarda ağır sorunlarla yüz yüze geldi. Bu nedenle belki haklı olarak ‘’önemli’’ sorunlarımızı görmezden gelip ‘’acil’’ sorunlarımızla cebelleştik. Bu da bizim yalınkat bir düşünce sistematiğinin dışına çıkmamıza engel oldu. ’’Tıp Bu Değil’’ isimli bir kitap yayımlandı (Prof.Dr.İlknur Arslanoğlu- İthaki Yayınları).Bu kitabın yazar bileşenlerinden biri, haklı gerekçeler ileri sürerek eczacılık mesleğinin artık gerekli bir meslek olmaktan çıkmakta olduğunu yazıyor. Kaçımızın haberi var bundan? Bu kitabı okuduğumda mesleğimizin ne kadar entelektüel bir kısırlık içinde olduğunu fark ettim. Neden bu durumdayız? Eczanemizin dışındaki dünyayı anlamak için çaba mı göstermiyoruz? Oysa hızla değişen şeylerin, bizimle ilgisi yokmuş gibi görünse bile bizi etkileyeceğini algılamalıyız.
Her yerde her fırsatta yazalım, okuyalım. Birbirimize tahammül gösterebilelim. Ancak böylece düşünce derinliğimizi artırabiliriz.
Değilse, bırakın sorunlarımızı çözmeyi, onları tanımlamakta bile güçlük çekeriz.
Herkese sevgilerimi yolluyorum.