İnsanları sınıflandırmayı, onları kategorize etmeyi çok sevdiğimiz için özellikle fikirlerini beğenmediğimiz insanları milletçe bir şekilde kafamızdaki kalıba sokarız.
Kendisine dayatılan her şeyi hiç itiraz etmeden, sorgulamadan kabul etmesini beklediğimiz kesimin içinden “Bunu neden yapıyoruz?” veya “Gerekçesi nedir?”, “Yapmamızın bize ve topluma yararı ne?” gibi soruları soran, dayatma konusunun sonuçlarının olumsuz olacağını belirterek itaat etmeyen kişiye “İstemezükçü” yaftasını yapıştırmak en kolay yoldur ve bu kategorize etme sistemi ülkemizde çok iyi prim yapar.
Kendisine “Zıpla!” komutu verildiğinde “Kaç metre?” diye soran, “Neden zıplıyoruz?” “Zıplama emri verme yetkiniz var mı?” ya da “Bu emrin gerekçesi nedir?” gibi soruları sormayı çoktan unutmuş, bu soruları sormak yerine ise “Acaba ne kadar zıplamalıyız?”, “Ben yarım metre zıplasam olur mu, arada kaynar mıyım?” tarzı soruları birbirine soran bir sektörde sorgulayan bireyi “İstemezükçü” olarak yaftalamak kolaydır ama istemezükçü olmak hiç de kolay değildir.
Gerçi bu kolaycılığa kaçanların aslında görmek ve duymak istemedikleri şey istemezükçü olarak gördükleri kişinin itiraz gerekçeleri ve de en önemlisi önerdiği alternatif çözümdür.
Mesela eczanelere zorunlu hale getirilen tek tip tabela uygulamasının gerekçesini, iki eczaneden birinin ekonomik açıdan zorda olduğunu iddia ederken böyle bir ekonomik yükü ortaya çıkaran hayati(!) sebebi, neden sürece yayılmadan, belirlenen tarihe kadar uygulanmasının dayatıldığını sorguladığınızda; vazgeçilmesi, zamana yayılmasıyla ilgili önerilerinizin duyulmaması, itibar edilmemesi için istemezükçü yaftası hemen boynunuza asılıverir.
Isı nem takip cihazı uygulamasının kaynağını, hangi ülkelerde uygulandığını sorduğunuzda ise sorduğunuz soruya cevap alamadığınız halde tavsiye edilen saklanma koşulları gerekçe gösterilerek “Bu zaten eskiden beri istemezükçü idi” deniliverir.
...
İlacın saklama koşulları gerekçesi, gerçekten geçerli bir gerekçe midir? Gelin ters köşeden bir bakalım:
İlaç üretiminde dünya dört ’zone’a yani dört iklim bölgesine ayrılmış olup ülkemizin bulunduğu iklim bölgesi ise içinde İspanya, İtalya, Yunanistan gibi sıcak ülkelerin, hatta Mısır’ın bile yer aldığı “zone 2” olarak adlandırılan Akdeniz Bölgesi (Subtropikal İklim Kuşağı) dır.
Tüm dünyada ilaç üreticilerinin bu bölgelere uygun olarak ilaç üretmesi istenir ve firmalar da dünyanın çeşitli yerlerine ilaç sattıklarından söz konusu iklim koşullarına uygun stabilite testleri uygulayarak, hatta zone 3 ve zone 4 olarak adlandırılan bölgelerde de kullanılacak şekilde ilaç üretmektedirler.
Stabilite çalışmalarında iklim bölgelerindeki sıcaklıklar göz önünde bulundurulurken 19 dereceden düşüklük sıcaklıklar 19 derece olarak kabul edilmektedir. Yani soğuk havalar bilimsel açıdan stabilite açısından önemli görülmemektedir. Erime derecesi 100 derecenin üzerindeki katı maddelerin stabilitesi incelenirken de oda sıcaklığı dâhil 45 dereceden 80 dereceye kadar olan sıcaklıklarda stabilite testleri yapılmakta, bu koşullara dayanacak primer ve sekonder ambalaj içine konularak ilaç üretimi gerçekleşmektedir.
Sözün özü; bu konu, ilaç üretimi sürecinde stabilitenin sağlanması çerçevesinde hassas bir şekilde uygulanmakta, ilacın farmasötik formu, iç ve dış ambalajı buna uygun olarak üretilmektedir.
Bütün bu süreçler sonunda üretilen ve soğuk zincir ilaçları dışında oda sıcaklığında saklanması tavsiye edilen ilaçlar için eczanelerin göz önünde bulundurması gereken koşullar hepimizin bildiği gibi; kuru, rutubetsiz, doğrudan güneş almayan ve sıcaklık kaynağının yanında bulunmayan yerlerde ilaçların muhafaza edilmesidir. Bizim iklim kuşağımızda bulunan ülkelerin hiçbirinde oda sıcaklığında saklanması gereken ilaçlar için ısı nem takibi ve bunu sağlayacak sistem kurma zorunluluğu bulunmamaktadır.
Kaldı ki; ülkemizde ilaç üretiminde kullanılan üretim ve ambalaj teknikleri sadece ülkemiz koşullarını değil en zorlu iklim kuşağı olan tropikal iklim kuşağında (zone 4’te) bile stabilitesini sağlayacak şekildedir.
İnanmayanlar kısa bir araştırmayla bu bilgilere ulaşabilir.
...
Pekiii;
Eczanelerin içine iklimlendirme sistemi kurulmasını, bu sistemin kesintisiz çalışmasını sağlayacak enerji kaynağının bulundurulmasını zorunlu kılacak hangi bilimsel veri, hangi geri bildirim gerçekleşti ki böyle bir düzenleme yapıldı?
Kaç ilacın içinde veya ambalajında bozulma tespit edilmiştir?
En önemlisi bu tip bozulmaların oranı nedir?
Bilimsel ve istatistikî açıdan anlamlı mıdır?
Yani bu düzenlemenin gerekçesi nedir?
...
Eğer bu düzenleme değiştirilmez ve tam olarak hayata geçirilirse eczanelerin her noktasını aynı sıcaklıkta stabil tutmak mümkün olmayacağından, her ilaç grubu için iklimlendirme sistemi bulunan dolaplar yaptırılmasından başka bir formülün çözüm sağlamayacağı da ortada...
...
O zaman ne yapacağız???
...
Dolaplara eskiden yayınlanmış olan bir klima reklamındaki gibi komut mu vereceğiz:
-On sekiz dolortekseee, yirmi iki macestiğeee!!!
...
Hadi gel de isterük de!
...
Saygılarımla...
s.sofugil@eczacininsesi.com