Doğduğum büyüdüğüm ve mesleğimi icra ettiğim belde olan Eyüp için “deliler, ölüler ve veliler diyarıdır” derler. Her tarafı mezarlık ve türbe dolu olduğu için ölüler diyarıdır; doğru, ama delileri de hakikaten çoktur… Delilerin neden çok olduğunu sorduğum eskiler “Eyüpsultan Hazretleri delileri çok sever, ondan dolayı da etrafından deli eksik olmaz “derlerdi… Gerçekten de “yerli” delilerimiz olduğu kadar dönemsel  olarak erasmusa gelmiş delilerimiz de olur, bir müddet ortada olur sonra kaybolurlar, bazen içlerinden deli mi veli mi olduğunu bilemediğimiz kişilikler zuhur eder, biz Eyüp’ün yerlileri belki bundan mütevellit , belki de böyle görüp öğrendiğimiz için onları gözetir, kalplerini kırmamaya özen gösteririz.

Delimiz çok olduğu için de biz bir deliyi kimsenin fark edemeyeceği mesafeden tanırız ama semtimize misafirliğe gelen dostlarımız o kadar keskin görüşe sahip olmadıkları için ilginç olaylar da yaşamıyor da değiliz hani...

Birkaç yıl önce fakülteden bir arkadaşım gelmişti, konuşa konuşa Eyüp’ün çarsısı içerisinde ilerlerken, kalabalığın içinden benim tanıdığım ama maalesef(!) onun tanımadığı kendi halindeki zararsız bir delimizin arkadaşıma pişmiş kelle gibi sırıtarak yaklaştığını fark ettim. Konuşurken arkadaşıma şöyle bir baktım, deliyi tanımış gibi o da ona kilitlenmiş pişmiş kelle gibi sırıtıyordu. Bunlar çok geçmeden çok eski iki arkadaşmış gibi sarılmak üzere birbirine tam hamle yapmışken bizim delimiz arkadaşımı hala anlayamadığım bir şekilde kucaklayıp, sarmalayıp arkasına geçerek çarşıyı inletecek şekilde şaaap diye ensesinden ıslak ıslak öptü ve yine pişmiş kelle gibi ama adeta görevini yerine getirmenin getirdiği bir mutluluk edasıyla gülümseyerek yoluna devam etti… Arkadaşımın şaşkın bakışları arasında yerlere yuvarlanacak kadar gülerken dayanamayıp neden ona böyle bir hareket yaptığını sorduğumdaysa saf saf “Abi tanıdık zannettim demesi”  ve beraber geçirdiğimiz süre boyunca elbisesinin içine arı girmiş gibi hareketlerle ensesini temizlemeye çalışması hala gözümün önündedir.

Yani; deli öpmesi nedir, nasıl rahatsız eder, yakından şahit oldum, bilirim.

Bir delinin seyir defterinden notlar tadındaki bu girişi neden yaptığıma gelirsek; eczacılar olarak yaşadığımız olayları muhitimin önde gelen isimleri ile bazen paylaşıp onlardan yorum alıyorum. En son yaşadığımız bir olayı da yılların eskitemediği bir bakkal abimizle paylaşmıştım sohbet esnasında, o da güngörmüş, görgülü adam ne de olsa, sert bir uslupla değil de “siz eczacıları deli mi öptü?” diye sormuştu kibar kibar… İşte o an bir aydınlanma geldi desem yalan olmaz… Nedir bu aydınlanma, bizi de aydınlat diyecek olursanız, anlatayım;

Bilirsiniz bazı firmalar Kamu Kurum İskontosunu yani KKİ’yi ya uygulamıyor ya da eksik uyguluyordu, ilk başlarda çok tepki gösterdik, sonrasında niyeyse alışmıştık. Ama son zamanlarda bazı başka firmalar hatırı sayılır meblağları bulan KKİ’leri uygulamamaya başladılar ki bu hatırı sayılır meblağlar bazen üç beş asgari ücret civarı rakamlara ulaşıyor. İşin kötü yanı Medula’ya reçeteyi girdiğinizde farkı fark etmiyorsunuz, bilançonuzu bir kiraz tanesi kadar tatlandıracak kar elde ettiğinizi sanıp buna da şükür derken bir de eczacı gruplarındaki yazışmalardan öğreniyorsunuz ki Han Duvarları şiiri gibi üç gün üç gece uzunluğunda elem ve ıstıraba düşmüşsünüz de haberiniz yokmuş… Neyse ki firması ödüyormuş farkı diye kendi kendinize züğürt tesellisi vermeniz de kursağınızda kalıyor çünkü talepte bulunsanız bile en erken bir sonraki ay firma size farkı mahsuplaşarak ödemeyi taahhüt ediyor. O da fatura karşılığı ki, fatura kestiğiniz için uğradığınız zararları say say bitiremezsiniz.

Hadi bunu geçtik, son zamanlarda kör bıçakla kağıt tomarını kesmek isteyip de haşırt diye paramparça eder gibi eczanelerin mali dengelerini alt üst eden geçmişe dönük kesintiler uygulanmaya başladı ki evlere şenlik. Kesintiye konu olan düzenlemedeki ifade eksikliğini o düzenlemeyi yapanlar fark etmemiş, kontrol edenler huylanıp da soru soranlara bile çıkışarak sormayın ödenir demiş ve ödemiş, sonra tesadüf bu ya; geriye dönük inceleme yapılırken aylar sonra fark edilmiş ki aslında o reçeteler ödenmemeliymiş!!!

Doktor yazmış mı ilacı? Yazmış!

Eczacı doğru ilacı doğru hastaya vermiş mi? Vermiş!

Hasta kullandığı ilaçtan şifa bulmuş mu? Bulmuş

Eczacının parasını ödeyelim mi?

Ödeyelim ama sonra bir yolunu bulup keselim!

Mantık bu mu???

Bu mantıkla ben protokolden bütün reçeteler için bir kesinti gerekçesi çıkartırım, yorum hür nasılsa!!!

Valla sadece bu iki konuyu bizim delilere anlatsam koşarak bizden uzaklaşırken “otobüs, kamyon ve de metro çarpsın ki biz sizi öpmedik!” diye bağırırlar…

Şimdilerde bir de uyarı kodunu yanlış girenlerden kesintiler başladı ki bu tam anlamıyla enseden “french kiss”…

Sanki reçetede örneğin “akne” teşhisi varmış da “iye” teşhisli reçeteye alt üriner sitem uyarı kodunu girmişsin gibi gerçeğe aykırı reçete kaydından hakkında işlem yapılıyor. Hadi neyse bununla da ölmem diyorsun ardındansa füze geliyor. Yani örneklemeye göre katlamalı ceza kesiliyor, yetmiyor, gerçeğe aykırı kayıttan reçetenin beş katı para cezası, tekrarı halinde de sözleşme feshi!

Protokoldeki maddelerin zorlama yorumuyla ceza kesiliyor, oysa teşhis eksik denilip iade edilmesi ya da sistemin istenen teşhisi görmesinin sağlanması gerekiyor ama yapay zekanın felsefi tartışma yaptığı, üç boyutlu yazıcının insan kolu bastığı dönemde biz hala tebliğ ve protokol koşullarını sisteme entegre edemiyoruz.

Neden?

Çünkü sistem müsait değil.

Ama eczacılar her türlü ezayı, cefayı ve de cezayı ödemeye müsait.

Sistem neden düzenlenemez?

Neden ısrarla talep etmiyoruz?

Sorması ayıp ama;

Deli mi öptü ki bizi???

 

Ecz. Kadir Sedat SOFUGİL

basareczanesi@gmail.com

 



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat