Ümit Yaşar Oğuzcan’ın “Milyon Kere Ayten” şiirindeki gibi önümüz arkamız sağımız solumuz protokol, hâsılat girişi, o ödenir mi, bu rapor tamam mı, vs. olduğu için; yapılan bir sürü düzenlemeyi, hayata geçen birçok uygulamayı, çevremizde olan biteni ıskalayıp duruyoruz.

Artık Katolik nikâhı halini alan “Protokol”ün görüşme süreci; bu nikâhın bozulacağı havasında geçmiş olsa da, milli takımın geçmişte 8-0 ‘lık yenilgilerden 3-1’lik yenilgiler almaya başladığı zamanlarda olduğu gibi şerefli yenilgi tadında da olsa, belirli bir aşama kaydedilerek eskiye göre az da olsa kazanımlı olarak bağlandı.

Bu süreçte özellikle protokol komisyonu, bazı odalar, birkaç eski ve yeni vekil ile mesleki dernekler sorunların siyasi otoriteye tüm çıplaklığı ile sunulmasında canla başla gayret gösterdiler ve yılların eksikliğini dar ve kısıtlı bir süreçte yenilgilere alışkın bir Teknik Direktöre rağmen kapatmaya çalıştılar. Süreçteki tüm eksikliklere rağmen; bu işlerin mutfak kısmı çok zor ve meşakkatli olduğundan ve emeğe saygı gereği hepsine ayrı ayrı teşekkürü kendi adıma bir borç biliyorum.

Yılların kaybı bir anda telafi edilemiyor tabi ki. Alınan sonucu ne bir zafer, ne de bir hezimet olarak görüyorum. Alınan sonuç olsa olsa basketboldaki gibi ilk çeyrek sonucu. Önümüzde 3 çeyrek daha var. Artık eskisi gibi kapanamayacak farklar da yok. Teknik Direktör de kazanabileceğine inanıyor. Ancak forvetsiz devam eden sistem sorunu iki yıl daha devam edeceği için, önümüzdeki süreçte tek bir eczanenin bile feda edilmeyeceği sloganının, slogan olmaktan çıkarılarak, gerekli iyileştirmelerin nasıl hayata geçirileceğine ve sürecin nasıl yönetileceğine kafa yormak gerekiyor.

Zira peş peşe yapılan maçlar ve alınan hezimetler sonrası dalaklar şişmiş vaziyette, birçoğumuz ikinci çeyreği bile göremeyebiliriz.

Onun için; kırmadan, dökmeden, bundan sonra neler yapılması gerekiyor konusunda kafa patlatmamız ve yol haritası belirlememiz gerekiyor ki, bu konuda protokol komisyonuna ve sorumluluk alarak elini taşın altına koyan öncü odalara çok iş düşüyor.

Neler mi yapılabilir?

Biraz beyin fırtınası yapmak için isterseniz gelin ters köşeden bir bakalım:

Öncelikle yeni protokolde yer alan protokolün yürütümüne ilişkin komisyonun etkin bir şekilde çalıştırılması gerekiyor. Bu komisyon da nedir diye sorabilirsiniz. Söz konusu komisyon; protokoldeki aksaklıkları ve uyuşmazlıkları görüşerek karara bağlayacak ve gerekli düzenlemelerin yapılmasını sağlayacak. Yılda üç kez toplanacak komisyonun ilk toplantısı Mayıs ayında yapılacağından, şu an can yakmaya devam eden uygulamalar üzerinde ciddi hazırlık yapılması hayati önem taşıyor ve bu yüzden de 14 Mayıstı, kongreydi gibi konulara dalıp ıskalamadan önceliğimiz bu komisyonun ilk toplantıya hazırlıklı gitmesini sağlamak olmak zorunda.

Diğer taraftan; sanayiye aktarılan kaynağın 5’te birinden daha azının eczanelere verildiği, bunun da aslında yetersiz olduğu hem siyasilerin hem de bürokratların bilgisi dâhilinde. Buna itiraz eden yok!

Hastaneler ile ilgili verilere baktığımızda;  2010 Yılında hastanelere yapılan 18 Milyar TL ödemenin, 2015 yılında 36 Milyar TL’ye ulaşmış olmasına rağmen, hastanelerin aldıkları fark ücretlerindeki artışın,  bu miktarın iki katından da fazla olduğu yani 72 Milyar TL’den fazla olduğu göz önünde bulundurulursa, hastanelerin kasasına giren paranın 2010 yılından 2015 yılına kadar 5 kattan fazla artmış olduğu açıkça görülmekte.

 Bu şu demek; 2010 yılında devlet ve vatandaştan toplamda 20 TL alan hastaneler 2015 yılında 100 TL toplam ciro yapar hale geldi. Brüt karları da dolayısıyla kat be kat arttı. Bu artışı isterken temel ve tek argümanları “Yoksa hizmete devam edemeyiz”di.

Pekiii, biz niye fark almıyoruz???

Kamu Kurum Iskontolarının belirli bir kısmını fark ücreti olarak alsak nasıl olur?

Reçete yazdırmadan bize gelen hasta aynı ilaca KKİ’yi zaten ödemiyor mu???

KKİ’ler yasal düzenleme gereği vatandaşa değil kuruma yapılıyor. Bu yüzden vatandaşa perakende fiyatından satıyoruz. Kuruma satarken ne değişiyor?  KKİ’nin bir kısmını vatandaş öderse Kurumun ödediği miktar değişmeyecek, KKİ yine mevzuattaki gibi yapılmış olacak ve kaynak bulma arayışı da olmayacak.

Hemen akla “vatandaş bu farkı nasıl finanse edecek” sorusu gelebilir.

Tamamlayıcı sağlık sigortası dâhil, hastane farkından, katılım payından indirim, ilaç firmalarından ek iskonto vb. gibi birçok yöntemle bu fark telafi edilebilir. O işin teknik kısmı. Önce bu konuda ayakları yere basan hesaba göre formül geliştirmeliyiz.

Ya da kimse ödemezse “Ayşe teyze bu farkı nasıl ödeyecek?” diye soranlar olabilir.

Aynı Ayşe Teyze Hastaneye nasıl 100 TL fark ödüyorsa ilaca da aynı şekilde 2-3 TL fark ödeyebilir. Ayşe Teyze; 50 TL ve altındaki ilaçları klimalı ortamda, su sebilinden soğuk suyunu içerek, bez çanta eşliğinde konforlu bir şekilde alıyorsa, bu konforun bir bedeli olmak zorunda. Zira dünyanın hiçbir yerinde konfor beleş değildir. O yüzden hastalara ya da sigorta kuruluşlarına yansıyacak bu farkın 40 kuruştan 15 TL’ye çıkan muayene ücreti artışının yanında devede kulak kalacağı, hastaları mağdur etmeyecek bir miktarda olacağı kesin, yeter ki “acaba”larımızı izale edelim.

Zira; Eczacı Meslek Hakkı’nın 4 yıl sonraya kalmadan bir şekilde hayata geçirilmesi gerektiği, bir tekinin bile feda edilmeyeceği söylenen eczaneler için acil bir can suyuna ihtiyaç olduğu artık inkâr edilemez yakıcı bir gerçek.

Bu konuya farklı bir açılım da getirilebilir, illa ki bu şekilde olmak zorunda değil ama bir şekilde olmak zorunda.

“Saatimiz protokole beş var” iken biz de hastaneler gibi “Yoksa hizmete devam edemeyiz” demiyor muyduk???

Farkımız; fakir ama gururlu eczacılar olmamız mı???

Bir diğer önemli konu; ilaç tanımıyla ve formuyla piyasaya verilen takviye edici gıda terörüne artık bir dur demeli ve bu ürünlerin Sağlık Bakanlığı’ndan ruhsat almasını, eczanelerden satışının gerçekleşmesini sağlamalıyız.

Talebimiz çok basit; Takviye edici gıda tanımından tablet, kapsül, damla vb. gibi ilaç formu tanımlarının çıkarılması, ilaç formunda olan ürünlerin Sağlık Bakanlığı’ndan izin alınarak eczanelerden satılmasını sağlayacak yasal düzenleme yapılması… 

Aksini savunanlar dünyada elma kapsülü ya da tableti resmine elma diyen bir toplum göstersinler.

Takviye edici gıda; dünyanın her yerinde gıda formundadır, nokta!…

İlaç formundaki ürünleri gıda diye her yerde kontrolsüz bir şekilde satanlara hiçbir şey demeyenler, özellikle son zamanlarda konu ilaç olunca, hele ilaç bir de eczaneden satılıyorsa ortalığı ayağa kaldırıyorlar.

Medyada yer alan haberlerde sanki eczacıların ilaç satması büyük bir suçmuş gibi lanse edilmeye başladı. Yapılanlar; Eczanelerin alanını daraltıp başkalarına yer açma çabasının PR çalışması mı? Anlam veremiyorum!!!

Geçenlerde bir TV kanalı antidepresanlarla ilgili bir haber yapmış, eczanelerin reçetesiz ilaç satışını gizli kamera görüntüleri sonrası baskın tarzı kurgu eşliğinde adeta eczanelerde uyuşturucu ticareti yapılıyormuş gibi haberleştirip sunuyordu.

Baktım kimseden ses yok!

Eee,

Her türlü ilacı gıda takviyesi adı altında herkes satıyorsa, ilaç diye gıda takviyesi formundaki ürünleri satan eczanelere de suçüstü yapılır!

Niye şaşırıyoruz ki???

Saatimiz protokolü beş geçiyor,

Günlerden protokolertesi,

Mevsimlerden protokol,

İki kere iki dört, elde var protokol

Nasılsa,

Değil mi?

Saygılarımla…

  

   s.sofugil@eczacininsesi.com         

 



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat