Ecz. Erdoğan ÇOLAK
Türk Eczacıları Birliği Başkanı
Zor zamanlar geçiriyoruz. Eczane ekonomisi ile ilgili yaşadığımız sıkıntılar yetmezmiş gibi, şimdi bir de MEDULA reçete provizyon sisteminin çalışmamasından ötürü, eczanelerimizde hastalarımızla karşı karşıya gelme katsayımız arttı. Zaten ilaç fiyat farkları, muayene ücretleri gibi çok sayıda sorun, hastaya kendimizi anlatmamızı güçleştiriyor, ilaç bilgisi danışmanlığı vermemizi ise imkansızlaştırıyordu. Artık reçete bile karşılayamaz duruma geldik. “Bu bir karabasan olmalı”, diyen çok sayıda meslektaşımız mevcut. Ancak temel sorunlarımızdan bir tanesi de eczacıların içinde bulunduğu umutsuzluk durumu olmaya başladı. Bu umutsuzluğu nasıl açıklayacağız sorusuna yanıt vermek gerekiyor ki, nasıl hep beraber ortadan kaldıracağımızı da ortak akılla ortaya koyabilelim.
Her şeyden önce, sağlık alanı bir yapboz tahtasına dönmüş durumda. Tüm değişimler de öncelikle eczanede yaşanıyor. Deneniyor, olmuyor, başka birşey deneniyor. Belli ki, sağlık alanı teknokratların eline bırakılmış durumda. Ekonomi yönetimi, sağlık alanını bir finansal kuruluş yönetir gibi yönetme eğiliminde. Bu, sorunlarımızın temel kaynağı.
Ancak birincisi, bu yaşanan sorunlar sadece bizim ülkemizde yaşanmıyor. İkincisi, bizim ülkemizde de sadece eczacılık mesleğinde yaşanmıyor. Bu iki noktayı birlikte analiz edebilirsek, “neden hep biz?” duygusunu aşabilirsek, meselelere biraz daha rasyonel bakabilirsek, ortak gücümüz ve onu kullanım biçimimiz, onu yönlendirdiğimiz mecra daha net, daha sağlam olur. Hayatın yalnızca kendisi için olumsuzluk yarattığını düşünen kişiler de kurumlar da aslında kendilerini fazlasıyla hayatın merkezine koyarlar. Bu da resmin bütününü, sorunların gerçek nedenlerini görmenin önündeki en büyük engeldir. Hayatlarımızı, sorunlarımızı bütünün parçası olarak görmeli ve yalnızca bize yönelik sistemli bir saldırı olduğu, hayatın sürekli bize engeller yarattığı duygusundan kurtulmalıyız. Bu aynı zamanda başka hayatlarla, başka mücadelelerle gerçek bir dayanışma örmenin de, ihtiyaç duyduğumuz dayanışma köprülerinin kurulmasını da sağlayacak önemli bir başlangıçtır.
Biraz kafamızı kaldırdığımızda ne ile karşılaşıyoruz peki? Örneğin İrlanda’da ilaç fiyat düşüşleri ile başlayan benzer bir süreç daha yeni yaşandı. İngiltere’de dünyanın en eski ve en güçlü sosyal sigorta sistemi olan NHS çökmüş durumda. Amerika’da Başkan Obama’ya seçim kazandıran sağlık reformu vaadi gerçekleşmekten artık çok uzaklaştı. Almanya’da sosyal güvenlik hakları budanıyor. Avrupa’nın üç ülkesinde emeklilik yaşı 65’ten 67’ye yükseltiliyor ama bu kitleleri harekete geçirmeye yetmiyor. Esneklik, güvencesizlik, taşeronlaştırma, tüm dünyada ana istihdam biçimi olmaya başladı. Son güvenceli mesleklerden olan sağlık çalışanları için de bu geçerli.
Ülkemizde de başta “tam gün yasası” ile ciddi bir esnek istihdam zorlaması söz konusu. Diş hekimleri ile kamu arasında yapılmaya çalışılan protokol görüşmeleri son iki yıldır devam ediyor ve halen hiçbir sonuç alınabilmiş değil. Tüm sağlık meslekleri için meslek birlikleri kurulabiliyor ama hemşirelerin on yıldan daha fazladır devam eden meslek birliği olma taleplerine kulaklar tıkanıyor. Belli ki tüm iktidarların ortak noktası hemşireleri sağlık çalışanı olarak değil, yardımcı personel olarak görmek.
Diğer yandan, sağlık meslek birliklerine yönelik ciddi müdahaleler de gündemde. Çünkü ekonomik ve demokratik hak arama örgütleri, yapılmaya çalışılan esnekleştirme müdahalesine karşı en temel engellerden bir tanesini oluşturuyor. Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu raporu bunun en açık göstergesi oldu. Tüm meslek örgütlerinin ekonomik birikimine yönelik bir saldırı niyeti açıkça ortaya konmuş oldu. Aynı konu, Türk Eczacıları Birliği’nin üyeleri ile arasında bir mesele olan sözleşme bedelleri ile ilgili olarak da gündeme geldi. Meslek birliğimizin yarattığı ortak zenginlik tüm kamuoyunun tartışma konusu haline getirildi. Ne yazık ki, bazı meslektaşlarımız da bu fikri paylaşmakta bir sakınca görmediler. Bu saldırının nesnel olarak bir parçası haline geldiler.
Son iki yıldır bizler çok çeşitli eylemliliklerle sesimiz duyurduk. Tam bir kazanım sağlayamasak da kısmi kazanımlar elde ettik ve bazı saldırıları geri püskürtmeyi başardık. Evet aklın kötümserliği bir yandan işlemeli. Halen eczanelerimiz yangın yeri ve bu yangın giderek büyüyor. Ama iradenin iyimserliğine de mutlaka yer açmalıyız. Bu kısmi kazanımları genişletmek için birlikte daha çok mücadele edeceğiz. Bu süre içinde elbette bazı geri çekilişler, sonra ileri sıçrayışlar olacaktır. Son iki yılda dümdüz ileriye doğru akan bir eylemlilik süreci yaşamadık. Bu eşyanın tabiatına aykırıdır zaten. Eylem, doğru adımı doğru yerde doğru bir söz etrafında atarsak anlam kazanır. Bekleme süreci hepimizi yoruyor, bizi de yoruyor. Geri çekilme dönemleri geçiriyoruz; bu dönemde her gün “halen bekliyoruz” demediğimiz için bazı meslektaşlarımız bize kızıyor. Ama bu süreci tam da bir avantaja çevirecek birikim yaratmak, tartışma platformlarını zenginleştirmek, yeni fikirler ortaya atmak, bizim üzerimize düşen öncelikli görev.
Bugün yapılmaya çalışılan, sadece bizim değil, tüm toplum kesimlerinin, tüm sağlık çalışanlarının örgütlü olduğu her alanda yıkım siyasetidir. Bundan sadece meslek örgütümüz değil, diğer mesleki örgütlenmeler de o ya da bu şekilde etkilenecektir. Çünkü amaç, esnekleşmenin, piyasanın önündeki engellerin kaldırılmasıdır. O nedenle de tüm örgütlü kesimlerin “ideolojik” olarak sınıflandırıldığı bir dönemi hep beraber daha bir süre yaşamaya devam edeceğiz. Diğer yandan yalnızca bizim yaşadıklarımızdan değil tüm yaşanmışlıklardan öğrendiğimiz bir şey var ki; birbirine kenetlenmeyen hiçbir kesimin bu krizden yara almadan çıkma şansı, lüksü, talihi yoktur. Burada talih değil, piyasanın kuralları işleyecektir. Biz de bu kurallara karşı kendimizi koruyabilmek için yapabileceğimiz en iyi şeyi yapmalı; biz olmayı, dayanışmayı, örgütlemeyi becerebilmeliyiz. Bunu yapamadığımız sürece bizi içten içe kemiren bir iç düşman yaratmış ve hayaletlerle savaşmış oluruz.
Birimizi suçlamak değil, dayanışmak, umutsuzluğa kapılmak değil, umudu yeşertmek durumundayız. Suskun değil öfkeliyiz. Ancak öfkemiz bizi doğru adımları atmaktan alıkoyacak bir karanlık değildir. Öfkemiz hareket etme kabiliyetimizi arttıran bir güçtür. Bizler öfkeyle ama akılla doğru adımları atıyoruz. Ancak hayatta eylemek kadar, öfkeyle ses çıkarmak kadar beklemek de gerekli oluyor. Bizler, kriz karşısında yalnız değiliz, çaresiz değiliz. Birbirimizle omuz omuzayız ve böyle olduğumuz sürece güçlüyüz.
Kaynak- teb.org.tr