Değerli meslektaşlarım,
Siyasal iktidar, Bakanlar Kurulu’na hemen hemen tüm alanlarda Kanun Hükmünde Kararname (KHK) çıkarma olanağı veren Yetki Kanunu’na dayanarak çıkardığı KHK’lar ile kamu yönetimini ve kamu hizmetlerini yeniden yapılandırmaktadır. Dün itibariyle bu adımlarına bir başkasını eklemiş; sağlık, ilaç ve eczacılık alanını yeniden şekillendirecek Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.
KHK’lar hükümete, aciliyet gerektiren durumlarda uzun yasama süreçlerini atlayarak belli bir alana özgü sınırlı düzenleme yapabilme imkânı veren hukuksal araçlardır. Ancak bir süredir adalet, eğitim, sağlık, kent planlaması ve çevre gibi temel toplumsal meselelerde geniş kesimleri etkileyecek düzenlemeler KHK rejimi çerçevesinde yaşamaya geçirilmeye çalışılmaktadır. Söz konusu meselelere dair yasama süreçlerinde kapsamlı tartışmalar yürütülmeden, aceleye getirilerek KHK’lar ile düzenlenme yapılması; toplumun bugünü ve geleceği açısından birçok riski beraberinde getirmektedir.
Sağlık Bakanlığı teşkilatını yeniden kuran, sağlık ve ilaç hizmetlerinin sunumu ve sağlık çalışanları hakkında köklü değişiklikler içeren Sağlık Bakanlığına İlişkin KHK, katılımcı anlayıştan uzak biçimde hazırlanmış; sağlık alanın en önemli bileşenleri olan sağlık meslek örgütlerinin görüşlerine başvurmaksızın hazırlanarak yürürlüğe sokulmuştur. Sivil ve demokratik Anayasa yapımı tartışmalarının kamuoyu gündeminin en tepesinde yer aldığı bir dönemde sivil toplumun en önemli ayağını teşkil eden meslek örgütlerinin dikkate alınmaması “dikkate değerdir”.
Sağlık Bakanlığı’na ilişkin KHK, Türkiye’nin sağlık ve ilaç hizmeti sistemini alt üst edecek değişiklikler öngörmektedir. Sağlık çalışanlarının iş güvencesi ortadan kaldırılarak sözleşmeli çalışma esas hale getirilmekte, geniş yetkilere sahip yeni kurul ve kurumlar oluşturularak üyelerinin bütünüyle Sağlık Bakanı tarafından doğrudan atanmasına olanak tanınmakta, karar alma mekanizmalarında konunun tarafı olan sağlık meslek örgütlerinin temsiline yer verilmediği gibi onları işlevsizleştirmeye dönük hükümler bulunmaktadır. Diğer yandan bu KHK, doğası gereği asla ticarî olarak ele alınamayacak bir alanı daha fazla ticarîleştirmenin önünü açan düzenlemeler içermektedir.
KHK’nın getirdiklerine daha yakından bakıldığında “Sağlık Meslekleri Kurulu”nu düzenleyen 23. madde ile “İlaç ve Tıbbî Cihaz Kurumu”nu düzenleyen 27. maddenin meslek örgütümüz ve ilaç ve eczacılık alanı açısından özellikle üzerinde durulması gereken hükümler olduğunu düşünüyorum.
KHK’nın 23. maddesi ile kurulması öngörülen Sağlık Meslekleri Kurulu, sağlık meslek örgütlerinin mevcut hukuksal düzenlemelerde yer alan meslekî yeterlilik, meslekî yaptırım ve etik ilkelerin belirlenmesi, uygulanması ve denetlenmesi konusundaki yetkilerini üstlenerek sağlık meslek örgütlerini yok sayma konusunda adımlar atılacağının işaretini vermekte, ilgili kurul tek otorite haline getirilmektedir.
KHK’nın 27. Maddesine düzenlenen Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu’nun kurulmasıyla ilaç ve eczacılık alanı, Bakanlığa “bağlı” bir statüye kavuşturulmuştur. Unutmamalıdır ki SGK da Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na “bağlı” bir kuruluştur. Yıllardır, bağlı kuruluş olmasına rağmen sanki “özerk” kurullar gibi çalışan bu tip yapılanmaları yakından tanıyoruz. Bu nedenle, ilaç ve eczacılık gibi bir alanda (tıpkı SGK gibi) “özerk” bir kuruluş gibi çalışabilecek bu yapılanmaların, neoliberalizmin yeni yönetişim araçlarından biri olarak, sağlık alanı ve ilaç alanı için faydalı ve verimli bir oluşum ortaya çıkarmayacağını düşünmekteyiz. Bu bağlamda İlaç ve Tıbbî Cihaz Kurumu’nun kurulması büyük ölçüde çok uluslu ilaç tekellerinin taleplerine cevap verir niteliktedir. Söz konusu düzenleme ile ilaç ve eczacılık arasındaki bağ koparılmaktadır. Zira ilacın üretiminden hastaya sunulmasına kadar olan tüm aşamaları sayılmış, ilaçla ilgili tüm kararları alma ve hukuksal tüm düzenlemeleri yapma yetkisi İlaç ve Tıbbî Cihaz Kurumu’na verilmiştir ancak bu hükümde eczacının adı bir kez bile geçmemektedir. Günümüzde kısmen de olsa devlet tarafından denetlenen, ruhsatlandırılan ve fiyatlandırılan ilaç tümüyle bir piyasa metası haline getirilmektedir. Bunun yakın gelecekteki sonuçları; ilaçta fiyatlandırma ve ruhsatlandırma serbestîsi sağlanması, sağlık beyanı adı altında reçeteli ilaçlar da dâhil olmak üzere ilaçta reklamın önünün sonuna kadar açılması, ilacın marketlerden satışına olanak sağlanması, OTC ürünlerinde tüketimin artması, zincir eczanelerin açılmasına yönelik düzenlemelere zemin oluşturulmasıdır.
Sağlık Bakanlığı’na İlişkin KHK’nın getirdiği düzenlemeler arasında üzerinde durulması gereken bir diğer çok önemli konu ise “Kamu Hastaneleri Birlikleri”nin kurulmasıdır. Geçen dönem TBMM’de çok sık tartışılan ve kadük olan Kamu Hastane Birlikleri ile ilgili yasa tasarısı bu sefer söz konusu KHK ile getirilmektedir (30-35. maddeler). Getirilen düzenlemeye göre, 2. ve 3. basamak sağlık kuruluşları verimlilik adına hastane birlikleri şeklinde ticarî bir işletme olarak örgütlenmektedir. Ayrıca bu düzenleme ile asıl olarak halk sağlığından çok kalite, verimlilik, performans ve hasta/müşteri memnuniyeti gibi piyasaya dönük kıstaslar çerçevesinde hastaneler 5 sınıfa (A, B, C, D, E) ayrılmakta, dolayısıyla vatandaşlara verilecek hizmet de sınıflandırılmaktadır. Kamu Hastane Birlikleri’nin sürekli hizmet satın alımı yoluna başvurmalarının önünün açılması, sağlıkta özelleştirme ve ticarileşmenin derinleşmesine yol açacaktır. Diğer yandan bu düzenleme, Kamu Hastane Birlikleri personeli açısından belirsizliklerle doludur. Kadroların iptal yetkisinin birliklere verilmesi ve hizmet satın alma yoluna başvurulması personel açısından ciddi riskler barındırmaktadır. Birliklerin yönetici kademesinde bulunanların tamamı sözleşmeli statüde görev yapacaktır. Özetle sözleşmeli olmanın ve güvencesizliğin esas, kadrolu çalışmanın istisna haline getirildiği bir sistem karşımıza çıkmaktadır. Aslında KHK’nın bütününde Bakanlık Merkez Teşkilatı ile Taşra Teşkilatı’nda çalışacak personel açısından sözleşmeli istihdam esas olarak benimsenmiştir. Bu adımlar Sağlık Bakanlığı personelinin kazanılmış haklarının elinden alınacağı ve iş güvencesinin sınırlandırılacağı bir döneme girileceğinin işaretidir.
Sonuç olarak; sağlık meslek örgütlerinin tüm çabalarına rağmen çıkarılan ve Anayasa’ya ve dayandığı Yetki Kanunu’na aykırı hükümler ihtiva eden bu düzenlemeden bir an önce geri çekilmelidir. Türkiye’deki 30.000 eczacının temsilcisi Türk Eczacıları Birliği olarak sağlık, ilaç ve eczacılık hizmetlerini kamusal bir hizmet olmaktan çıkararak bütünüyle piyasalaştıran ve sağlık çalışanlarının iş güvencesini yok eden bu düzenlemeye karşı diğer sağlık meslek örgütleriyle işbirliği ve dayanışma içerisinde her zeminde düşüncelerimizi ve çözüm önerilerimizi yılmadan ifade etmeye devam edeceğiz. Bizler bugüne kadar sadece mesleğimizin kazanımlarına ve meslektaşlarımızın haklarına sahip çıkmadık, tüm sağlık çalışanlarının ve toplumun sağlık hakkının savunucusu olduk. Bundan sonra da sağlık hakkını bütüncül bir perspektifle ele alan, herkes için eşit, ulaşılabilir ve nitelikli sağlık hizmetlerini temel düstur olarak belirleyen ve daha sağlıklı bir geleceğin inşasını hedefleyen sağlık politikalarının hayata geçirilmesi için kararlı çabalarımızdan asla vazgeçmeyeceğiz.
Türk Eczacıları Birliği Başkanı