Dost muyuz, düşman mıyız?
Geçtiğimiz hafta bir yılını dolduran 17 Aralık yolsuzluk operasyonu, Türkiye siyasi tarihinin önemli bir kilometre taşı olmaya adaydır. AKP iktidarının çok önemli isimlerini kapsayan ve ülkemizde bir deprem etkisi yaratan bu operasyonun üzerinden tam bir yıl geçtikten sonra, yargıda ve güvenlik kurumlarında yapılan düzenlemeler sonucu başlatılan soruşturma, takipsizlik kararıyla sonuçlandı. Suçlanan isimlerin tamamı aklandı. Yolsuzluk operasyonuna bulaştığı iddia edilen milletvekilleriyle ilgili olarak TBMM tarafından kurulan araştırma komisyonunun çalışmaları da benzeri bir kararla sonuçlanacak gibi görünüyor. Oysa ortaya konulan suçlamalarla ilgili olarak adil bir yargılama süreci işletilebilse ve kimlerin suçlu, kimlerin suçsuz olduğu ortaya çıksa hem kamu vicdanı rahat edecek hem de ülkemiz geçtiğimiz yılları anımsatan yeni bir hesaplaşma sürecinin gerilimini yaşamak zorunda kalmayacaktı.
Hepimizin yakından izlediği bu süreci neden yeniden hatırlatma gereğini duyduğuma gelince… Geçen yıl 17 Aralık sabahı dönemin İEO Genel Sekreteri Ecz. Hakan Ertem’le birlikte Gayrettepe’deki Emniyet Müdürlüğü binasından sorgulanmak üzere içeri girmiştik. TEB Merkez Heyeti yılsonuna doğru yaptırdığı iki ayrı denetimle İstanbul Eczacı Odası’nın yönetim kararları ve hesaplarını didik didik incelettikten sonra, Yönetim Kurulumuz hakkında Savcılığa çok ağır ithamlar içeren suç duyurusunda bulunmuştu.
Dosyamızın sevk edildiği Yankesicilik ve Dolandırıcılık Şubesindeki memur (dosyamız oraya havale edilmişti) bizi gülerek odasına kabul etti. Kendimizi tanıtarak geliş nedenimizi bildirdiğimizde, aynı gülüşle, "Biliyorum Bay Başkan, iyi ki sizi bugün buraya mevcutlu (polis eşliğinde) getirtmedik, aksi takdirde aşağıdaki kapıda gelenleri bekleyen basın ordusu sizi de resimler ve sizler dün gece başlayan operasyonların faillerinden olmadığınızı biraz zor anlatırdınız." dedi. Hakan’la ben, bu ülkede birtakım taşları tekrar yerine konamayacak şekilde oynatan yolsuzluk operasyonuyla böylece tanışmış olduk. Aradan bir yıl geçti, o operasyonla suçlananların hepsi bildiğiniz üzere aklandılar. Ancak bizler soruşturma savcımız da yargıda yapılan operasyondan nasibini alanlardan olduğu için artık bugün yarın bir yıl gecikmeli olarak çıkacak kararı bekliyoruz.
TEB Merkez Heyetinin görev ve yetkilerimizi kötüye kullanarak aidat borcu olan üyelerimizi silmediğimiz ve Odamızın paralarını buharlaştırdığımız yönündeki iddiaları gerçekten insanın içini acıtacak kadar yersiz ve mesnetsiz suçlamalardı. Yıllardır İstanbul Eczacı Odası’nda görev yapmış olan bizlerin böylesine ağır suçlamalarla karşı karşıya kalmaları yenilir yutulur gibi değildi. Eğer yöneticilik sorumluluğunu almışsanız eleştiriye uğramanız ve nadir de olsa bazı suçlamalarla muhatap olmanız kaçınılmazdır. Yönetme sorumluluğunu alanların kaderinde zaman zaman suçlanmak vardır. Ancak parayla ilgili konularda herkes tarafından çok iyi bilinen hassasiyetimize rağmen, bizlerin böylesine ağır bir suçlamanın muhatabı olmamızın tek bir nedeni olabilirdi. O da bizleri üyelerimizin gözünde itibarsızlaştırmak çabasıydı.
Savcılık soruşturmamız sürerken TEB Merkez Heyeti yeni bir adım atarak Odamız üzerinde ekonomik ambargo uygulamaya başladı. Altı senedir, varılan ortak bir mutabakatla yargıya taşınmış olan ve mahkemesi devam eden sözleşme bedeli sorunu bahane edilerek, İstanbul Eczacı Odası’nın hesaplarına ve arabalarına icra işlemi başlatılarak haciz konuldu. Böylece Oda olarak bırakın hizmet vermeyi, çalışanlarımızın maaşlarını bile ödeyemez hale getirildik.
Türk Eczacıları Birliği Merkez Heyeti’nin ekonomik yapımızı işlemez hale getirmesine rağmen, tasarruf tedbirlerini en üst düzeye çekerek, üyelerimize günlük hizmet sunumunu aksatmadan sürdürmeyi başardık. Çok darda kaldığımızda meslektaşlarımızdan talep ettiğimiz destek karşılıksız kalmayarak bize güç verdi.
Bizlere yöneltilen yüz kızartıcı suçlamalarla ilgili soruşturma sona erip aklanana kadar TEB Merkez Heyeti’nin düzenlediği hiçbir toplantıya katılmama kararı aldık. İstanbul Eczacı Odası yönetimine karşı yapılan her suçlamanın bir cevabı vardı, ancak yargıda aklandıktan sonra yapılanların hesabını sormak daha doğru olacaktı.
Türk Eczacıları Birliği Başkanı ve yönetiminin başarısızlıklarını örtme adına başvurdukları tek yöntem, düzenlenen her toplantıda İstanbul Eczacı Odası’nı tek suçlu olarak göstermekti. Merkez Heyetinin Sayın Başkanı her toplantıda son sözü alır, yapılan eleştirilere verilecek cevabı olmadığı için tüm konuşmasını İstanbul Eczacı Odası üzerine kurar, beceriksizliklerinin faturasını bizlere keserdi. Yalan yanlış ve tutarsız suçlamalarla özellikle kendilerine destek veren Odalara şirin görünmeye çalışırdı.
İstanbul Eczacı Odası olarak toplantılara katılmama kararı alarak, TEB Başkanının gündemi saptırmak için kullandığı tek argümanı elinden almış olduk. Ayrıca birlikte hareket ettiğimiz ve muhalefet görevini üstlenmiş Eczacı Odalarının aldığı ortak karara uyarak tüm yapılanları sineye çekip bugüne kadar TEB Merkez Heyeti ile ilgili tek kelime etmedik.
Ancak bugün gelinen noktada eczacılık mesleği, tarihinin en ağır ekonomik bunalımı ile karşı karşıyadır. Mesleğimiz üzerinde çok tehlikeli oyunlar oynanmaya başlamıştır. Türk Eczacıları Birliği paylaşımdan uzak bir anlayışla eczacıları mesleğini yapamaz hale getiren uygulama ve düzenlemelere ısrarla imza koymaktadır.
Bu gelişmeler karşısında susmak yerine içinde yaşadığımız süreci ve Türk Eczacıları Birliği’nin neler yaptığını, bizleri neden hedef aldığını bir dizi yazı ile eczacı kamuoyu ile paylaşacağım.
Ayrıca İstanbul Eczacı Odası Yönetim Kurulu olarak yaptığımız çalışmaları ve geleceğe yönelik atacağımız adımları, yapacağımız toplantılar ve internet sitemiz aracılığıyla sizlerle paylaşacağız. Birlikte hareket ettiğimiz Eczacı Odaları ile sürdürmekte olduğumuz mücadeleyi daha da ileriye taşıyacağız. Sizlerden alacağımız destek, her türlü baskıya rağmen atacağımız adımlarda en büyük güvencemiz olacaktır.
Yazımı bir anekdotla bitirmek istiyorum:
Geçtiğimiz haftalarda İstanbul’da yapılan Uluslararası İlaç ve Eczacılık Kongresi’ne konuk olarak katılan Gazze Eczacı Odası Başkanı ile tanışma ve görüşme fırsatım oldu. Söz dönüp dolaşıp eczacılık hizmetinin Filistin’de çok zor koşullarda nasıl sürdürüldüğüne gelince, Başkan yaşadıklarını tek kelimeyle ifade ederek "İçinde yaşadığımız siyasal ve ekonomik ambargoyu aşarak hizmet vermeye çalışıyoruz." dedi. Ardından da "Sizde işler nasıl gidiyor?" deyince dilimin ucuna kadar gelen sözcükleri yutkunmak zorunda kalmıştım. Oysa bizler de TEB Merkez Heyeti tarafından uygulanmakta olan siyasi ve ekonomik ambargoya karşı yaklaşık bir yıldır mücadele veriyorduk.
Sonuç olarak:
"Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner" özdeyişinde olduğu gibi, hakkımızda yapılan suçlamalar bir gün yargı kararıyla boşa düşer ve bizi suçlayanlar gereken cevabı alırlar. Üyelerimizin hak ve çıkarlarını koruduğumuz için Odamıza uygulanan icra işlemleri ile, Merkez Heyeti tarafından talep edilen paranın katbekat fazlası Türk Eczacıları Birliği’nin kasasına girer, yöneticilerin içleri şimdilik rahat eder, ama bu konuda da son sözü devam eden davamız sonuçlanınca yine yargı söyler.
Oysa TEB Merkez Heyeti’nin asıl istediği ne bizim yargılanarak ceza almamız ne de uygulanan haciz kararlarıyla burnumuzun sürtülmesidir. Çünkü sorun sadece para olsaydı Odamıza baskı uygulamak için altı yıl beklenmez, sözleşme bedellerinin tarafımızca ödenmediği gün işlem başlatılırdı.
Aslında sorun İstanbul Eczacı Odası’nın TEB Merkez Heyeti’nin yanlışlarını ve beceriksizliklerini her ortamda yılmadan dile getirmesi ve kararlı bir muhalefet anlayışının sahibi olmasıdır. İstanbul Eczacı Odası’nın bu kararlı tavrı dikensiz gül bahçesi yaratmak isteyen TEB yönetiminin işine gelmemektedir. Bu nedenle sürdürdüğümüz mücadelede en büyük güvencemiz olan üyelerimizle olan bağımızı zayıflatmak, Eczacı Odalarımızın ve ilaç alanında hizmet veren paydaşlarımızın gözünde bizleri değersizleştirmek için ellerinden geleni yapmaktadırlar.
TEB Merkez Heyeti bilmelidir ki, tuttukları bu yolun sonu yoktur. Azgın dalgalarla dolu bir denizde amiral gemileri olmadan yürütmeye çalıştıkları donanmanın yakında karaya oturması kaçınılmazdır.
Saygılarımla.
1. Bölge İstanbul Eczacı Odası Başkanı
Ecz. Semih GÜNGÖR