TEB 37.Dönem II.Bölgelerarası Toplantı, Adana Eczacı Odası Başkanı Ecz.Burhanettin BULUT ’un Açılış Konuşması:
Sayın Başkan,
Değerli Misafirler,
Ülkemizin dört bir yanından Çukurova’mıza, Adana’ya gelen meslek örgütlerimizin değerli başkan ve yöneticileri, kıymetli meslektaşlarım hepinizi tüm içtenliğimle selamlıyorum. Hepiniz hoş geldiniz.
Bizler sıklıkla yaptığımız bu toplantılar ile sadece örgütlülüğümüzü, demokratik katılımcı özelliklerimizi beslemiyoruz. Aynı zamanda birbirimize daha çok yakınlaşıyoruz, temas ediyoruz. Doğu Marmara ile, Batı Karadeniz ile, Güney Trakya ile buluşma imkânı buluyoruz. Burada aynı zamanda birbirimizin sorunlarına derman olmaya çalışıyoruz. Ve biliyoruz ki ancak bu bütünlük içerisinde ortak geleceğimize daha umutla bakabilir, ülkemize daha faydalı olabiliriz. Bu inançla, bu geleneğin ve büyük bir aile olmanın verdiği mutluluğun sonsuza kadar devam etmesini diliyorum.
Değerli meslektaşlarım,
Son altı yıldır eczacılık mesleğinde değişmeyen hiçbir şey kalmamıştır. Olağanüstü dönem özellikleri ile her yeni uygulama aleyhimize sonuçlar verdi. Protokol müzakereleri, İlaç Fiyat Kararnamesi, İTS gibi genel konular dışında genelgeler, yönetmelikler, SUT gibi sık değişen kurallar, eczane pratiğinde bunaltıcı, mutsuz ve endişeli havaya neden oldu.
Hükümetin kesintisiz uyguladığı “Sağlıkta Dönüşüm Projesi” yasal düzenlemeleri ve genel mantığı ile nihai hedefine ulaşmak üzere. Sağlıkta ‘piyasacı anlayış’ egemenliğini ilan etmiştir. Son olarak aile hekimlerine, biz eczacılar gibi ‘sözleşme’ kelepçesi takılmıştır. Piyasa kurallarına mahkûm edilen hekimler örgütlü gücünü kaybetmiş ‘tek’leştirilmiştir. Ve en kötüsü cumhuriyetin sağlık ocakları artık ‘sağlık işyeri’ haline gelmiştir.
Elbette sağlık alanındaki tüm bu gelişmeler bizim ülkemize özgü bir durum değildir. Dünya, küreselleşmenin kapital yüzü ile adeta “Karanlık Çağ’a” doğru geri dönmektedir. Sermaye güçleri, çevreye verdiği zarar kadar öteki dünyanın insanlarını ölümcül fakirliğe mahkûm ediyor. Tüm bunların içinde neoliberal rüzgâr etkisi ile sağlık ve eğitim gibi tüm kamu alanları -vatandaş olmanın getirdiği imtiyaz hakkını yok sayarak- birer birer piyasaya devrediliyor. Artık ‘Hasta’ yerine ‘müşteri’ tanımı yapılır hale gelmiştir.
Bu durum, bizim gibi kaynakları kıt, gelir düzeyi düşük, uluslararası sermayenin orantısız güç kullanımına açık ülkelerde, hele ki ‘tüccar’ hükümetler devlet bütçesi yaparken, vatandaşa daha fazla maliyet yüklemekten geri durmamaktadır.
Bireyin inisiyatifi ve bilgisinin olmadığı sağlık alanında; ilaç, medikal ürün veya hekimin diğer önerilerine yönelik kişisel tercih kullanılması mümkün değildir. Bu nedenden diyoruz ki; sağlık alanında “serbest piyasa kurallarının” uygulanması sadece maliyet artırımına neden olmaz, toplum sağlığını da tehlikeye sokar.
Aynı piyasacı müdahaleler sayesinde bizler de ilacın ekonomisi içerisine hapsedilmiş durumdayız. Yüksek teknoloji gerektiren ürünler dışında, stratejik ürün diye ‘iman ettiğimiz ilaç’ bugünkü pazar yapısı özelliği ile artık tamamen sanayi ürününe dönüşmüştür. Herhangi bir sanayi ürününden farklı bir özelliği kalmamıştır. Türkiye ilaç pazarında fason üreticilik yani sadece fabrika üreticisi rolü almıştır. Montaj sanayinde olduğu gibi Ar-Ge’si olmayan, bilinen ürünleri üretir durumdadır. Ayrıca yerli ilaç firmalarının sayısı, el değiştirmeler neticesinde onlar basamağının altına düşmüştür.
Mesleğimizin ilaçla bütünleşiği elbette mesleğin varlığı boyunca devam edecektir. Farklılık ise; eczacının yeni yaklaşımının “sağlık danışmanı” rolünde olması gerektiğidir. Bu tespitlerimize itiraz edenler; anlaşılan o ki, ilaç denilince sadece ilacın ekonomisini hatırlayanlardır. Mesleğimiz artık hasta odaklı, medikal danışman yani ilaç ve sağlık konusunda bilgisini sunan kimliğine dönmelidir. Bizler hasta odaklı, kişisel bakım, farmasötik bakım, klinik eczacılık gibi yeni alanlara doğru mesleğimizin yolunu açık tutmalıyız.
Hayatın her alanında olduğu gibi karşı konulmaz bir değişimin yaşandığını ve bilişim çağında değişim ve dönüşümün hiç durmadan -hatta hızlanarak- süreceğini bilen bizler, bu bilinçte yeni anlayışlar ve buna uygun yapılar kurmalıyız. Bilime, akla, gelişmelerin takibine yönelim ve çaba, geleceğe hazırlanmak demektir. Aksi takdirde geleceğinin endişesinde, memnuniyetsiz, ‘mutsuz eczacı’ profilinde bir mesleğe doğru sürükleneceğiz. Hiçbir önlem alınmadan değişim korkusunun esirliği ile yaşanılacak süreç, sadece kaotik ortamdan beslenen boş konuşmacılara fırsat doğurur.
Değerli meslektaşlarım,
Sağlık ve eczacılık alanı tüm bilimsel alanlarda olduğu gibi somut veriler ışığında gelişimini sürdürür. Bu nedenle; -bugünün siyasetinde olduğu gibi- sadece kürsü hatipliği veya kişisel tatmin ile bu alana yön verilemez. Dünyadaki gelişmeleri takip etmek, yeni bilgileri ve yaklaşımları meslektaşlarımızla paylaşmak son derece önemlidir. Meslek siyasetinde de rüzgârın yönüne göre çizilen tutarsız davranışlar, olumsuz izler bırakmaktadır. Ayrıca meslek yöneticiliği sırasında mesleki kimliğini geri planda tutarak, tümüyle kişisel planlara kendini kaptırmak, yaptığınız işe ve bulunduğunuz yere en büyük zararı verir.
Meslekte uzun zaman emek harcamak, herkesin emeğine saygı göstermek, yerellik, makam gibi soyut kavramlardan çok daha kıymetli olan, hepimizin ortak noktası ve emeklerin birleştiği yerin, mesleğin bizzat ‘kendisi’ olduğu unutulmamalıdır.
Kutsallaştırma, ekonomik, politik, bölgesel şovenizmler sadece geri kalmış genlerimizi okşamaktan başka bir işe yaramaz. Herkes yaptığı işin en iyisini yapmalı. Bunun için de harcanan emek kadar yapılan eleştiri de önemsenmelidir. Ayrıca meslekte emeği geçenler içerisinde isimleri bugün iyi hatırlananlar, tümüyle kişisel hırslarından arınmış ve yaptığı işi kişisel mesele yerine toplumsal ve mesleki görev olarak algılayabilmiş olanlardır.
Değerli misafirler,
Son yıllarda sıkça demokrasiye atıflarda bulunuluyor. Her siyasi görüşün kendi demokrasi tarifini yapması moda oldu. Ancak barış ve demokrasi söylemi ne kadar artsa da siyaseti, nefret söylemlerinin üzerine kuranların sayısı azalmıyor. Daha çok açıklık, sivilleşme ve halkın özne olması dışında demokrasi sadece lafta kalıyor. Daha çok birbirini anlayan, birbirine yakınlaşan siyasete ihtiyaç duyuyoruz. Dileğimiz, yıllardır konu olması bile artık gülünç hale gelen gerçek gündemi tıkayan, çağ gerisi kısır tartışmaların bir an önce ülke gündeminden kalkmasıdır.
Değerli misafirler,
Ülkemiz tarihi boyunca, bu topraklarda yaşayanların gözleri hep yaşlı olmuştur. Yazarlarımız, çizerlerimiz yurdundan kovulmuş, düşüncelerinden dolayı horlanmıştır. Bazen bu topraklar üzerinde yaşananları anlatan şiirler, yazılar, ağıtlar yani bize ait değerler –Yaşar Kemal’in dediği gibi- milli olmak adına yakılmıştır. Her dönem en ağır suç ‘düşünce suçu’ olmuştur. Vatanından uzakta tutulanlar, memleket üzerine hasret ağıtları yakmıştır. Tarihimizde çoğu zaman en değersiz olan, insanın bizzat kendisi olmuştur. Tabi insan emeği de kendisi gibi çok ucuz görülmüştür.
İşte bu anlamda toplantımızda Çukurova’nın bereketli topraklarının yetiştirdiği, tarlaları apak boyayan pamuğa, gönülleri yeşile doyuran mis kokulu portakala değil de, bu toprakların ürettiği sanat, sevgi, aşk, edebiyat ve değerlerini bilemediğimiz insanı öne alalım ve insana dokunalım istedik. Sizleri bin çiçekli bahçenin ‘ölmez otu’ Yaşar Kemal’le, ‘Kızılbaş günler’ in ressamı Abidin Dino’yla, cezaevinden film çekecek kadar sanat aşığı Yılmaz Güney’le, ‘Hanım’ın Çiftliği’nin usta yazarı Orhan Kemal’le ve daha ismini sıralayamadığımız onlarca isimlerle karşılayalım istedik. Onlar ki Çukurova’nın yazın sarı sıcağında kavrulan, güneş fiilinin bütün zamanlarını yaşamış, toprağına sığmamış bizim değerlerimiz.
Elbet biliyoruz ki, bu bereketli toprakların değerli kıldığı insanlar bir bölgeye ait değiller. Bu değerler ülkemizin, hepimizin zenginliğidir. Ve hatta dünyaya mal olmuşlardır. Nazım Hikmet’in memleket hasreti nasıl ki bir şehre fazla gelirse Yaşar Kemal’e de elbette Çukurova az gelir.
Bu kadar topraktan, toprağımızdan fışkıran emekten, insandan bahsetmişken Nazım’ın şu dörtlüğü ile insani değerlerimizi besleyen, düşünce insanlarının hepsini anmış olalım;
’boşlukta çürür kelam
toprağa dalmamışsa
topraktan gelmemişse
kökünü salmamışsa’
Sevgili dostlarımız, sizleri evimizde misafir etmekten duyduğumuz mutluluğu tekrar ifade ederek hepinize saygılar sunuyorum.