Eczacılar, 14 Mayıs Eczacılık Günü’nü 59 yıl sonra yenilenen yeni meslek yasası ile birlikte kutladı. Ayrıca 6197 sayılı eczacılık yasası örneğine az rastlanır bir şekilde, meslek örgütlerimizin önerisinin yanında tüm siyasi partilerin ortak desteğiyle meclisten onay aldı.

Bu yasa gelecek umudunu yitirmeye başlayan meslektaşlarım için adeta bir umut ışığı oldu. Çünkü 2004 yılından bu yana eczacılar, tek başına ilacın ekonomi-politiğini belirleyen hükümetin elinde adeta oyuncak olmuş durumda. Her yeni uygulama eczanelerimizi yeni sıkıntıların içine çekmiştir. Muayene ücreti tahsildarlığından tutun ilaç firmalarının disipline edilmesine kadar her olayda eczacıya baş aktör rolü verilmiştir. Sonuçta ilaç ekonomisinde yaşanan daralma on bine yakın eczaneyi kapatma noktasına getirmiştir.

Bu yasa eczacılık mesleğine neler kazandırır veya kaybettirir bunu elbette gelecek yıllarda net olarak görebilmek mümkün olacak. Ancak asıl mesele ülkemizdeki sağlık sisteminin sağlığı ve sağlık çalışanlarını ne şekilde konumlandırdığıdır. Yeni sağlık sisteminin mantığı ve eczanelere biçtiği rol, yasadan daha fazla eczacıları etkiler haldedir. Bugün artık sağlık bileşenlerinin tek başına kurtuluşu mümkün değildir. Yani sağlık sisteminin piyasaya devri engellenmediği sürece sağlık meslek örgütleri kendi dengeleri içerisinde nafile çareler aramaya devam edecektir.

Sağlık sistemimizin kamusal tarafı “Sağlıkta Dönüşüm” projesi ile iyice hafifletilmiştir. İlaç pazarı ‘ilaçta reklam’ ve ‘reçetesiz ilaç’ gibi başlıklar altında sermaye güçlerinin baskısı altına girmiştir. Özel hastaneler her seferinde katkı payını arttırmaktadır. Doktorlar, eczacılar gibi ticari işletme mekanizması içine alınmıştır. Tüm bunlar devletin kendini sağlık alanından olabildiğince uzaklaştırmaya çalışmasının sonuçlarıdır.

Öncelikle hükümet; ‘kamu’ sözcüğünden halkın yararını değil, devletin yararını anlamaktadır. Sağlık ve ilaç harcamalarında toplam ödenen tutar ile ilgilenmemekte, şirket yönetme mantığı gibi sadece devletin ödediği tutarın hesabını yapmaktadır. Örneğin; İlaç fiyatlarını düşerken eczane sermayesinin erimesi bir yana halkın ilaca ödediği bedelin artmasına göz yummaktadır. Muayene ücretlerinde Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) nerdeyse kazançlı çıkmaktadır. SGK’nın daha az ödeme yapması adına halk daha çok katkı ödemeye mahkûm edilmiştir.

Aslında hükümetin bu tavrı; sağlığı sosyal devletin gereği gibi devlet üzerinde halkın imtiyazı veya hakkı olarak görmediğinden kaynaklanmaktadır. Bugün devlet tiyatrolarını özeleştirmek isteyen zihniyet aynı şekilde eğitim ve sağlığı çoktan piyasaya devretmiştir bile. Halkın, güvenlik -ki onu da ne şekilde uyguladığı ortada- hariç; eğitim ve sağlık gibi en temel hakları artık elinden alınmıştır. Ama bu hak alınırken çok güzel yalancı mutluluk hikâyeleri yazılması ihmal edilmemiştir. Başarılı siyaset sayesinde toplum sanki afyon yutmuş gibi her aleyhine uygulamayı alkışlamaya devam etmektedir.

Bilindiği gibi AKP Hükümetlerinin, sağlık alanındaki düzenlemeleri her seçimde ‘oy oranını arttıran’ nedenler içerisinde sayılmıştır. Diğer anlamda “Sağlıkta Dönüşüm”, iktidarın bu güne kadar karşılığını oy olarak aldığı en önemli projelerinden biri olagelmiştir. Sağlık Bakanı’nın geçen yıl açıkladığı araştırma sonuçlarına göre, sağlık alanındaki uygulamalar neticesinde “halkın sağlık hizmetlerinden memnuniyeti” tarihin en yüksek oranına ulaşmıştır. Tabi bu yıllar içerisinde vatandaşın doktora gitme sıklığı ve reçete sayısı iki katından fazla olması önemli etkendir. Bu dönemlerde kişinin sağlığa ödediği tutar ise konu dahi edilmemiştir. 

Herkes memnuniyet içerisinde iken; sağlık meslek örgütlerinin itirazlarına, kamuoyunu aydınlatmaya çalışmalarına kulak tıkanmıştır. Hatta halka sağlık sistemi sorunlarının nedeni sağlıkçılardır diye propaganda edilmiştir. Eczacı “çok kazanan”, hekim “bıçak parası talep eden, kuyrukta bekleten, kötü davranan, sanki tüm çarpıklığın başı” ilan edilmiştir. Ve hatta mümkün olsa yurt dışından ithal doktorlar vasıtasıyla sağlıkçıların tümünü aforoz edebilselerdi sorunu kökünden halletmiş olacaklardı. Ayrıca hükümetin yıllardır sağlıkçılar hakkında yaptıkları açıklamalar bugünkü şiddetin nedenleri içinde yer almaktadır.

Bir başka gerçek ise; doktoru, eczacısı, hemşiresi kısacası tüm sağlık çalışanları olarak, bu yeni sağlık sistemi adına çalıştık. Aslında “Sağlıkta Dönüşüm” ün mecburi destekçileri olduk. Hatta destekçisi olmakla kalmadık kendimizi sistemin kölesi dahi yaptık. “Aile Hekimi” adı altında doktorlara kendi işletmesinin kurdurulması gibi, her yeni uygulamada sağlıkçılar daha fazla piyasa koşullarının içine girmiş oldu.

SSK kuyruklarının bitmesi, ilaca ve hekime daha kolay ulaşılması elbette önemli yenilikler getirdi. Ancak yapılan kolaylaştırmaların amacı asıl politikanın desteklenmesine yönelikti. Bu yaklaşım bir türlü deşifre edilemedi. Tıpkı buz dağının sadece çok küçük parçasının görünür olduğu gibi, asıl büyük kütle görünmeyen kısımda kaldı. Bu sistem en başından beri sermaye güçlerine hizmet etmek adına kurulmuştur. Böylelikle serbest piyasa kurallarının prensibinde, sosyal devlet mantığından alakasız yeni bir sağlık sistemi örülmüş oldu.

Bu reklamı bol, makyajlı, tümüyle piyasalaştırılan, paran kadar sağlık hizmeti sunan sistemin acımasız, eşitsiz gerçek yüzü nihayet halka yansımıştır. Sistemin iyi niyetli savunucularının dahi itiraz edemediği vahim bir tablo ile karşı karşıyayız. Ticari ifade olan tüketim ve tüketici ilişkisi içerisinde; artık hasta tüketici, ilaç ise tüketim ürünü, hastane bir otel işletmesi, sağlık çalışanı da anlaşmalı personel olarak tanımlanmaktadır.

Dünya’da sağlık hizmeti iki temel ideoloji üzerinden yürür; birincisi sosyal devletin tanımının içerisinde yer alan herkese eşit, ulaşılabilir, kamu ağırlıklı sağlık anlayışı. Hekimlerimizin “Aile hekimi” olmadan önceki görev tanımı ve kamu hizmeti veren bugünkü eczaneler bu mantık içinde konumlanmıştır. İkincisi ise; her şeyin pazar rekabetine terk edildiği, hizmetin bireyin gücü ve tercihi ile yapıldığı sistemdir. Burada en basitinden ilaç, ticari bir metadır. Bireyler sağlık hizmetinin çoğunu özel hastanelerden ücreti karşılığı alır. Parası olmayanlar ise eşit olmayan, kalitesiz hizmete mecbur bırakılmaktadır.

Özel hastaneler ve bedelini devletin ödediği ilaçlar daha pahalı hale gelmiştir. En basitinden aldığı ürünün ya da özel hastanelerin müşteri! çekmek adına yaptığı reklamın maliyeti dahi hastaya ödetilir. Bununla birlikte sağlıktaki eşitsizlik, toplumsal ayrışmayı da beraberinde getirir. Burada “herkese eşit sağlık hizmeti” yerine “ancak paran kadar eşit sağlık hizmeti” ifadesi konulabilir.

Yeni sistemde toplum ancak kendi sınıfına göre belirlenen hastanelere gidebilecektir. Asgari ücretli vatandaş herkese açık olduğunu söyledikleri özel hastanelere hangi matematik hesabı ile gidebilir. Hatırlayın kısa zaman önce “özel hastaneler ile devlet hastaneleri arasında fark olmayacak, aile hekimleri evinize gelecek, ücretsiz muayene olacak” deniliyordu. Şimdi aynı sözler söylenebiliyor mu? İlaçta eskiden sadece katılım payı ödenirken bugün artık neredeyse bedeli kadar dolaylı vergi öder gibi çeşitli kalemler altında ücret talep edilmektedir. Muayene ücretleri en az 3 TL, özel hastanelerde ise farklarla beraber muayene ücretinin tümü ödenir hale gelmiştir. Yakında hastalar, SGK’yı kullanmadan kendi cebinden muayenesini olup ilacını alır hale gelecektir. 

Sonuçta; sağlık sistemini sorunsuz yürütmek adına hükümet, Aile hekimini yanına çekebilmek için önce yüksek maaş verdiği örnek gibi başta her türlü taviz vererek ince politikalar sonucu destek almıştır. Bir anlamda sağlıkçılara ve halka önce bir sus payı dağıtılmıştır. Böylelikle hekimler ve eczacılar giderlerini dahi karşılayamayan sistemin birer kölesi; diğer sağlık çalışanları ise güvencesiz, anlaşmalı personel, halk ise; artık sağlık hizmetinin bedelini ödeyen, eşitsizliği kanıksamış ve içine sindirmiş duruma gelmiştir. Kaybedeni belli yeni sağlık sistemimiz hayırlı olsun!

 

eczburhan@hotmail.com     



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat