Hamamcılık müştemilat ve aparatlarını zikredeceğim sanılmasın. Paylaşım sitelerinden birisinde, bir meslektaşımın bu sözcükleri kullanan iletisi, başlığa ilişkin bana fikir verdi. Bütün mesele budur.
Arkadaş, 17-20 Kasım tarihleri arasında Ankara’da yapılan Türk Eczacıları Birliği 38. Büyük Kongresi’nin seçim sonuçlarını şöyle özetliyor. “TEB’de aynı tas, aynı hamam, aynı tellak, aynı göbek taşı!”. Yani değişen bir şey yok.
Olsun; olsaydı ne olurdu (?) nun yanıtı da yok!..
Bu yazıda, önce eczacılar için birkaç gözlemimi paylaşıp kongreyi yorumlamalıyım; sonra da ilaç işinde genele dair birkaç söze yer vermem gerekir.
Kongreye dair!..
Söz gelimi, TEB’de iktidar olmayı düşleyin. Ne var ki, hamamın binası, tası ve göbek taşının değişimine ilişkin tahayyülleriniz olmasın. Öte yandan tellaklık ovalama, yoğurma ve sabunlama usullerinde de, seçilmişlerden farklı programatik bir görüşünüz ve çözümünüzz bulunmasın; çıkardığınız kitapçıkla, iktidar ile “aynıyla vaki” bir belge sahibi olun. Öyleyse değişim diye acaba ne istenir? Eczacı taifesinin rendelenmesine devamda, su başlarını tutmanın yeni bir dönemi olmak mı? Yoksa ne? İşte, doğru yanıtın gizi esasen burada saklıdır.
İzleyicileri arasında olduğum kongreye ilişkin diğer saptamalarım şunlardır:
1. Birinci olarak “küçük met’a üreticileri” olan eczacıların iç saflaşmaları, bu kongre ile zirve yapmış; züğürdün halinden, zenginin anlayamadığı bir kez daha olurlanmıştır. Çünkü ve esasen züğürt bu kongrede temsil edilmemiştir.
2. Vaziyet bu ahkâmdan kesilince, eczacının daha da un ufak edilip, büyük sermayeye içselleştirilme senaryolarından hiçbirisini kongre ve delege okuyamamış ve “kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgarına” yuvarlanması devam etmiştir.
3. İkincisi ise, iktidara taşınma işini kendini solda görüp, sağa ve liberalizme çubuk bükerek yol alma mecrasına dökenler, bu kavşakta hüsrana uğramış vaziyettedir. Çünkü millet, aslı varken taklitlerinden sakınmaktadır. Esasında bunu kendileri açısından bahtiyarlık bile saymaları gerekir ki, zira günaha ortak olmaktan iradeleri dışında kurtulmuşlardır.
4. Diğer yandan, yeniden TEB Başkanı seçilen arkadaş, sol söylem üzere, kendilerini solda görenlere, epeyi teferruatlı soldan belagat ustalığı da göstermiş durumdadır.
5. ”Demokrat eczacılar” adını kendilerine yakıştıranlar, kendileri dahil halk sınıflarının adını anmadıkları ve çıkarlarını okuyamadıkları bir “demokrasi” laf ebeliği ile sınıfsal konumu orta-üst burjuvadan yana olan delegeyi kendilerine bağlıyamamışlardır. Zira kongreye yönetici ve delege olarak gelenlerin çoğunluğu, hem mesleki ve hem de Türkiye gelir dilimi bakımından ortalama üstü bir tabakayı temsil etmektedir. Bu nedenle yoksul eczacının yangını, kongrede bir duman tütmesi ötesine bile geçemememiştir.
6. Belki de daha önemlisi, esasen seçilmek dahi istemeyenler, kongre boyunca istermiş gibi yapıp, samimi delegeyi kendi hanesinde eğlemişlerdir.
7. Elbette, eczacılık ilaç işi “sağım, solum sobe; saklanmayan ebe” oyun tekerlemesine terk edilemeyecek kadar önemlidir. Eczacılık ve ilaç işlerinin sobeleme ve ebeleme devranında, daha da önemli uğrakların gündemde bulunması ortada durup dururken, vaziyet saptamasını başka bir noktadan yapmak da gerekmektedir.
İlaç işinde genele dair!..
Önce işe, hükümet ilaç işinde ne yapıyor; ne eyliyor yönünden bakalım:
1. Hükümet, ilaç fiyatlarını “referensa” göre tayin ediyor. Herhangi bir ilaçta fiyatın referans merkezi de, Avrupa Birliği. AB’de, herhangi bir ilacı en düşük fiyattan piyasaya süren beş seçme ülkenin fiyat ortalamasını, Türkiye pazarının fiyatı olarak belirliyor. Yani ilacın tek alıcısı olarak piyasayı demir eli ve tayin edici gücü ile şekillendiriyor. İşin adı da, halkın en ucuz fiyatla ilaca sahip olması. Durup derin nefes alıyorum. Yoksa solcu bir hükümet mi iktidar da?
2. Hükümet, ilaç işinin “kamu maliyesi”ni sınırlamış. Bunun adına “global bütçe” diyor. Kamu sağlık harcamalarının ilaç kaleminde de, bu sınırın dışına taşmamaya devam ediyor. Olursa, SGK geri ödeme listesinde en çok reçetelendirilenlerin fiyatını indiriyor. Devletin tek alıcı pazarlık gücü ile de, üretici iskontolarını daha da arttırarak “kamusal kaynak” yaratıyor. Durup derin nefes alıyorum. Yoksa memlekette bir halk iktidarı kuruldu da, geçiş dönemi planlaması içinde “ilaç üretim işi kamusallaştırılıyor mu?”
3. Hükümet, ilaç işinin hiçbir basamağında “kaçak” yaşamamak için, ne oranda çalıştığı tartışmalı bir geri ödeme sistemi olan “Medulla” ve envanter bildirim aracı olan “ilaç takip sistemi-İTS” ile neyin, ne kadar üretildiğinden, hangi doktor reçetesine giren hangi ilacın, hangi depo ve eczane kanalıyla, hangi sigortalısına nasıl ulaştığını ve bunun “kaça kaç ödeme oranları”yla nasıl ve hangi hastanın midesine ulaştığını takip ediyor. Durup derin nefes alıyorum. Yoksa ben bilmiyorum da, gerçekten bir sağlık-ilaç devrimi mi oluyor?
4. Hükümet, sureti haktan da görünüyor. Fedakerane (?) çalışan eczacısının yok olup gitmemesi için, fiyat indiriminde eczane stoklarında bulunup da, önceki fiyata göre satın alınmış (firma ya da depodan), ancak fiyatının düşmesi nedeniyle stok zararı olan fiyat farkını yeniden üreticiden ve depocudan alıp, eczacıya verme işinin hem düzenleyicisi oluyor ve bundan böyle de bunun garantisi olmaya devam edeceğini “Kongre” sırasında bakanına söyletip, yoğun bir destek alkışı da alıyor. Durup derin nefes alıyorum. Yoksa, eczacının emeğine saygılı bir kamucu dönüşüm var da; ben mi fark edemiyorum?
Buraya kadar olanı yemezseniz, yan cebinize koyabilirsiniz. Şimdi işin biraz da öteki gerçeklik yüzüne bakalım.
İlaç işinin fiyatı, bulunulabilirliği ve ulaşılabilirliği bakımından Türkiye kapitalizminin genel durumundan çıkarımlar yapmak gerek.
Manzaranın ilk ayağı şudur:
1. Türkiye’nin, ihraç ettiği mal ve hizmetlerden elde ettiği gelir, yurt dışından ithal ettiği mal ve hizmetlere yaptığı ödemelerden azdır. Yani “cari açık” vermektedir.
2. Türkiye’nin cari açığı, dünya klâsmanında rekorlara imza atmaktadır. 78 milyar dolarlık açık ABD’den sonra ona ikincilik ve gümüş madalya kazandırmaktadır.
3. Cari açık/milli gelir oranı ise, % 10.5 ile dünyada rakipsiz şampiyonluk ünvanı sağlamaktadır. Yani ayaklar yorgandan dışarda, “topatan kavunu” gibi ortada durmaktadır.
4. Oysa kapitalist müflisliğe devamın yegâne şartı ise, döviz açığının finansmanı, yani sıcak para kaynağı bulmak ya da diğer adıyla “dış kaynak” yaratmaktır.
5. Cari açığı bu denli kabarmış bir ülke için iflas bayrağı çekmek gerekirken, tam da tersinden dış kaynak Türkiye’ye girmektedir.
6. Hatırlatmak gerekirse, genelinden yansıyan yapısal sorunlar nedeniyle bundan kronik olarak etkilenen Türkiye kapitalizmi, kamu maliyesi bakımından da sürekli açık vermiş ve 1990 lardan itibaren hızlanan süreç 2001 krizi ile zirve yapmıştır.
7. Neoliberal iktisatçıların temel argümanı, “Kemal Derviş programı” olarak kayıtlara geçen düzenlemeler ve IMF stand-by anlaşmaları ile buna uygun düzenlenen “ekonomik program” sayesinde de kötüye gidiş önlenip, bütçe disiplini oluşturulduğu üzerine kuruludur.
8. Yani cari açığın pan zehiri, kamu maliyesinin kendini çevirebilirliği üzerinden keşfedilmiştir; bağlamıyla bütçe açığının düşük (%1-2), kamu borç stokunun milli gelirin % 50 sini geçmemiş olması “mali disiplini yüksek ülke”olmayı sağlamakta ve bu tür ülkelere dış kaynak tahsisinde”risk taşımayan” derecesi kazandırmaktadır.
9. Yürürlükteki ekonomik program sayesinde, toplam kamu net borç stokunun gayri safi yurtiçi hasıla içerisindeki payı 2001 yılında % 66.3 iken, 2010 yılının sonunda % 28.7’ye düşmüştür.
10. Türkiye’nin 2010 yılı sonunda toplam iç borç stoku 352,8 milyar, kamunun bundaki payı ise 304,2 milyar TL iken, toplam dış borç miktarı 120,7 milyar ve yine kamunun bunda ki payı 13,3 milyar TL olmuştur.
11. Diğer taraftan, AB tanımlı borç stokunun GSYH’ye oranı, 2002 yılında % 73,7 iken, 2010 yılı sonunda % 41,6’ya düşmüş ve bu da hem Maastricht kriterlerini karşılarken, toplam kamu net borç stokunun gayri safi yurtiçi hasıla içerisindeki payı % 50 lerin bile altına inmesi ile Türkiye’ye “mali disiplini yüksek ülke” olma özelliği kazandıran bir görünüm vermiş ve sıcak para girişi bugüne değin de devam edegelmiştir.
12. Hükümetin “Orta Vadeli Programı-2012-2014”, ortalama büyümeyi % 5; Bütçe açığını % 1 ve kamu borç yükünü %35 ve cari açığı da % 8-9 lara çekmektir. Yani mali disiplini yüksek ülke konumunu korumak ve pekiştirmektir.
13. Bu işin yolu, IMF reçetelerinde vaaz edilen kamusal daralmayı daha da pekiştirmekten geçmektedir.Kamusal daralmanın yaratılacağı en önemli hizmet sektörleri ise, başta sağlık ve eğitimden geçmektedir.
14. Onun için her iki sektörde de özelleştirme açık ara teşvik edilmektedir.
15. İşin diğer yolu, ithalat ve iç tüketimde dolaylı vergi paylarını (ÖTV, KDV) büyütmek, böylece halkın sırtından kamu maliyesini daha da güçlendirmektir.
16. Özelleştirme kanallarını en genişletmek ve elde edilen kaynağı kamu fonlarında biriktirmek; yanısıra, kamusal yatırım harcamalarını ortadan kaldıracak diğer her türlü tedbiri almaktır.
Manzaranın ilaç ayağına geri dönersek şu saptamaları yapmak mümkündür:
1. Türkiye’de sosyalizan bir rejim değişikliği falan olmamıştır. Dolayısıyla aldığım derin nefeslerin hiç birini tutmadan rahatlıkla salıvermekteyim.
2. Yine dolayısıyla sektörel anlamda da bir devrim falan yaşanmamaktadır.
3. İlaç fiyatları halka hoşluk olsun diye düşürülmemekte, “mali disiplin” adına IMF reçetelerinin öngördüğü masraftan kısma işinin bir parçası olarak işlem yapılmaktadır.
4. İlaç fiyatının düşürülmesi, bunun alım, satım işlerinden sorumlu olan SGK için de önemlidir. Nedeni geri ödeme ile % 80-90 oranında devlet payında olan işlem portföyü, toplam değer olarak azaltılırken, üretici iskonto oranlarında ve perkadendeci yani eczacı iskonto oranlarında yapılan artışlarla kamu maliyesi için yeniden fon oluşturulabilmekte ve bütçe kuvvetlendirilmektedir. Örnek mi istersiniz; KKİ (kamu kurum iskontoları) % 4 ve % 11 ile başlamıştı, bu gün % 32 ve % 41’lere vardırılmıştır.
5. Halka; bak ilaç fiyatını düşürdüm ve seni kolladım derken, zoka olarak yeni dolaylı vergi matrahları da yutturulmaktadır. Nedir diye sorarsanız, reçete başına eczanede, eczacının devlet tahsildarlığı yaptığı “tedavi muayene bedeli” 72 kuruştan başlamış ve bugün 15 TL’ye çıkarılmıştır. Dolayısıyla katılım payı hem aktif çalışan ve hem de emekli için eşit sabit oranda arttırılmıştır. Sınır tanımayan “mali disiplin”, piyangodan yeni bir kazanım da çıkartmış ve reçetede yazılan her ilaç başına 1 TL’lik salma vergisi öngörülmüştür.
6. Yani, kefaret ortağı olarak hasta vatandaş “ne kadar para, o kadar köfte” düzenine mahkum edilmiştir.
7. Eczacıların günlük maişet derdi, sabit oranlı mesleki kârlılığı elde tutmayı aşmış; yerini stok zaralarının bir parça karşılanması ianesini kurtarma telaşına terk etmiştir.
8. Burada da dizgin, hükümetin elinde ve yaptırım insafında kalmıştır. Olacak olan ise, önünde el bağlayıp, boyun bükmek ya da kongrede yırtınırcasına alkış tutmaktır.
9. Buradan ne çıkar: Önce şuna vurgu yapmak gerekir. Aylık cirosu 30 bin TL olan bir eczanenin, işletme masrafları için harcaması gereken miktar çıktığında, sabit oranlı farklı kâr marjlı ilaçtan elde edeceği kazanç “-133 TL” olarak hesaplanmaktadır. Yani bitmişlerdir. Aylık cirosu 50 bin TL olan eczanenin kazancı ise “1228 TL” dir. Aylık ciro tavanlarını daha da yüksekler için hesaplamak isteğe bağlıdır. Kendini çevirebilen ve abad etmese bile eczacısının mabadını kurtaran bir gelir bu dilimler için mukadderdir. Diğer özet ise, bu kesim; eczacının % 35 ine, diğer bir ifade ile 8050 eczaneye denk düşmektedir. Gürültüye çoktan gitmekte olan geri kalan % 65, yani 14950 eczane ise, bu gidişatla hükümetin orta vade programı içinde piyasadan el çekme kertesindedir.
10. Hatırlayanı hatırlar; geçmişte de bu sayıları telafuz eden ve memlekete 8 bin eczane yeter diyen bakanlar gelip geçmiştir.
11. Tamam da, esasında mezbahalık hale getirilen eczacılık işleri ve eczanelerin yarattığı dağıtım piyasası yok olmaya mı terk edilecektir?
12. Yanıtı kocaman bir “hayır” olacak; olacak olan ise, çok daha yüksek iskonto oranlarını “mali disiplin”e tahsis edebilecek büyük sermayeli eczane dağıtım zincirlerinin tesisi sağlanacaktır.
13. Birileri çıkıp şunu da sorabilir. Tamam da, hükümet nasıl olur da ilaç üretici sermayesini bu denli sıkıştırabilir? Örnek olsun diye de, ilaç sektörünün tüm girişimci teşkilatlarının Bakanlığa dava açmasına da gönderme yapabilir.
14. Kuşkusuz sermaye temsilcisi olan bir siyasi yapının, temsilciliğini yaptığı öz sermaye kuruluşları ile dalaşması pek de akla yatkın gelmemektedir. Oysa, takkenin şeklini “bütçe rahatlığı” üzerinden okumak gerekmektedir. Fiyat kararnamesinde yapılan değişikliklerle bugün için üreticiler için yaratılan tablo, sadece “kârdan zarar”a neden olmuştur. Oysa kapitalizmin “sermaye birikim krizleri” batağında ki debelenmeleri, kendi ruhunu yeniden kurtarmak babında devlet müdahaleciliğine muhtaç duruma dönmüştür.
15. Şimdi şu örnekle tetik durmak gerekmektedir. Avrupa Parlamentosu, 2011 Nisan’ında yayımlanan son raporunda ilacı ilgilendiren üç tavsiye kararı almıştır. Parlamento, hükümetlerden ilaç fiyatlarındaki baskıyı arttırmasını istemekte; jenerik ilaçları desteklemesi ve özendirmesini öngörmekte ve Ar-Ge yatırımları için ayırılan bütçeleri daha optimal düzeylere çekmelerini önermektedir. AB’nin düştüğü darlık, kapitalizmin işleme mantığında ki iflastır. Bunun için de mali disiplin adına sermayeye rağmen sermayenin yeniden dizginlenmesi zorunluluğu, sistemin kurtuluşu ve restorasyonu açısından yegâne çıkıştır. Türkiye’de olan biten ise, sermaye için bu geçici dönemi yürürlüğe sokan önlemler dizisidir.
Genelinden özeline ve ilaç işinin pek bi özel ayrıntılarına bu ufuk turunu son söze getirmek gerekir. Hükümet kamu maliyesini sağlam tutarak, cari açığa karşın sıcak para girişini sağlayan bir ekonomik düzenin kendinden menkul akıllı yönetimini tesis etmektedir. Bu tesisatçılık işinde piyasa ajanlarının ölenleri ölecek, ayakta durabilenleri de, kalan sağlar olarak bizim olacaktır. Mali disiplin, disiplinli yönetim de gerektirdiği cihetle “otoriter” olmakla da yükümlüdür. Burada da hükümet açısından herhangi bir eksiklik bulunmamaktadır.
Şimdi laf bitmiş, iki avuç yüzü çene altından bağlamış ve ne olacağız sorusu ortada kalmıştır.
Hala anlaşılamadıysa ben başka ne söyleyeyim…
Not: İstatistiki kimi veriler için internet ortamındaki Ekodiyalog sayfasından ve 18 Kasım tarihli Cumhuriyet Gazetesi, Mustafa Sönmez makalesinden yararlandım. İlgilenenlerine, diğer ayrıntılar bakımından duyurulur.
(sol.org.tr web sitesinden alıntıdır.)