Ecz. Süleyman ARSLANTÜRK
Sayısı az değil Eczacı Milletvekilleri, kalabalık TEB heyeti, 54 eczacı Odası başkanı ve yönetimleri, büyük büyük salonlara sığmayan büyük kongre delegeleri, birçok düşünen, yazan, söyleyen, söylenenler var. Toplantı üstüne toplantı, açıklama üstüne açıklama var. Kongre, fuar, ders, kurs çok. Gezinen hasta çok. Çeşit çeşit, sayısı sınırsız ilaç çok.
Bütün bunlara karşın eczaneler erken yaşlandı ve çöküntü içinde. Eczacı mutsuz.
Eczacının Sesi “Neden Olmuyor” diye sordu. Yanıt yok.
Mikrofona çıkan, kalemine güvenen her telden veryansın ediyor.
Sorumlu kurum ve kimseler yok. Taşlanan şeytanı gören yok.
En yetkililer, iki yüz kişilik ikinci eczacıların kaliteyi ne kadar çok artıracağından dem vuruyorlar. Oyalıyorlar, oyalanıyorlar.
Neden?
“İşkencelerin en kötüsü yasalarla işkence etmektir” demiş Bacon 1600’lerde. Yoksa bize yasalarla işkence mi yapılıyor?
18.12. 1953 te kabul edilen 6197 sayılı Eczacılık Yasası her diplomaya bir eczane öngörmüş. O tarihte diploma zor bulunur ve ilacı eczacı eczanede hazırlardı. İlaç sanayisinin gözü henüz açılmamıştı. 1970’lere gelince durum birden bire değişti. Diploma çoğaldı, sanayi şaha kalktı. Eczacılık kabuk değiştirdi. Hayata tutunmak zorlaştı. Beyni ve eli ilaç üretimi için eğitilmiş Türk Eczacıları cicili bicili kutular karşısında ne yapacağını şaşırdı. Yasadaki “Reçetesiz ilaç satılmaz” el frenini hiç kullanmadı; “Eczacının eczaneden ayrılığı 24 saatten fazla sürecekse” açık kapısını hep açık tuttu. Yardımcı çocukları satış için cepheye sürdü. Diplomanın gölgesinde yan gelip yattı. 1980’lerde, 1990’larda, 2000’lerde, 2010’larda da yattı; uyanmadı.
Eczacının ne olduğu, ne olması gerektiği güme gitti. İlaçla sağlıklı olunacağını zannedenler torba torba ilaçları alıp gittiler. Önce eczacının sonra eczanenin içi boşaltıldı. Eczacı yalnız, çaresiz, işlevsiz bırakıldı.
Çağdaş dünya, tedbirlerini hemen alıp eczacıyı güncelledi; yirmiye yakın çeşitlilikte uzmanlaştırdı. Eczacıyı yasa zoruyla değil, görev ve sorumluluğu gereği, olmazsa olmaz kıldı. Eczacıyı sağlığın vazgeçilemez, saygın, bedel esirgenmez halkası yaptı.
Olumsuzlukların birinci sorumluları yasayı yaptıranlar ve yapanlardır. İkinci sorumlular ise eczacı milletvekilleri, TEB başkan ve heyeti, 54 eczacı odası başkan ve yöneticileri, çok kalabalık TEB kongre delegeleridir.
Özü Yakalamak...
İşin özü, temeldeki sağlam zemin, eczacının varlık nedeni bulunmadan, bu nedenleri kullanılır, inanılır, güvenilir kılmadan eczacıya, eczaneye yapılacak hiç bir yama dikiş tutmayacaktır.
Boynu bükük alınan yardımlar eczacıya hiçbir zaman derman olamayacaktır.
İşin hakkını vererek, bileğine, beynine güvenerek emeğinin hakkını samimi ve ciddi olarak vazgeçilmez kılacaksın.
Sonuçları önem arzeden odaklara odaklanacaksın.
Sorun, ikinci eczacı, yardımcı eczacı değil. Onları en iyi şekilde, başımızın üstünde ağırlarız. Sorun, “Esas Eczacı- Gerçek Eczacı- Birinci Eczacı” sorunudur.
Yapraktaki olumsuzluk kökten kaynaklanır. Varlık nedenimizi net bir şekilde belirlemek, anlatmak, vurgulamak, uygulamak, inandırmak, olmazsa olmazlığımızı kanıtlamak gerekir.
Çözüm
Hemen yanı başımızda, karşımızda veya içimizde olabilir.
Bilim adamlarına, yetkililere 1970’lerde sorulması gereken iki küçük soruyu artık soralım.
1.Eczacı eczanede ne yapacak? Yapılacakları yapanla yapmayan nasıl ayırt edilecek?
2.Bu işler nasıl bir ortamda, ne kadar zamanda, kaça yapılabilir?
Yanlışları konuşarak doğruyu aramaktan vazgeçilecek.
Eczane, yapılacak işlere, eczacı sayısına, bölgesine, semtine, çalışma saatine göre tanımlanıp güncellenecek.
Her diplomanın korkulu bir eczanesi değil, her eczacının korkusuz kendi eczanesi olacak.
Tuzu kuru, keyfi gıcır iki bin eczacı, eczacıları yönlendiriyor, yönetiyor. Halinden, ilaçtan, eczanesinden habersiz üç bin eczacı asmış diplomayı keyfine bakıyor. Geri kalan yirmi bin eczacının on bini, eh işte idare ediyor, diğer on bini de gitti gidiyor.
Eh işte’cilerile gitti gidiyor’cular karşılıklı oturup saygı, samimiyet, güven ile birbirlerinin gözlerine bakacaklar. Eczacılık, ekonomi, hukuk saç ayağı üzerinde emeklerini pişirip yemek hususunda anlaşacaklar. Her bölgede yönetime el ve gönül koyacaklar.
Dikkat
1.Tüm zulümler insan eli ürünü imiş.
2. Eski kadro ile yeni vizyon olmazmış.
“Allah, susup pusmayı değil, konuşup düşünmeyi, ardından da eyleme geçmeyi ibadet saymaktadır” diyen ve uygulayan Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK’e yeni yolculuğunda sonsuz rahmet dileklerimle…
Ecz. Süleyman ARSLANTÜRK