Anayasada kısmi değişiklikler yapan paket geçtiğimiz haftasonu yapılan referandum ile halkın onayına sunuldu ve beklentilerin üzerinde oy alarak kabul edildi. Son bir yıllık görev süresi içerisinde yapılan kamuoyu anketlerinde ortaya koyduğu icraat ile hızla kan kaybederek kamuoyu desteğini yitirmeye başlayan AKP hükümeti, bu sonuçla yeniden güven tazeledi ve moral kazandı. Bu sonucun yarattığı rüzgarı arkasına alacak olan hükümetin önünde bundan sonra atacağı adımla ilgili iki seçenek vardır. Hükümet ya yüzde 58’lik kabul oyunu kendi icraatına verilmiş onay olarak algılayarak arkasına aldığı rüzgarı bir seçim zaferine dönüştürmek için baskın bir erken seçim kararı alacak, ya da bu desteğin verdiği moralle taban desteğini artıracak yeni yasal düzenlemeleri (aile hekimliği uygulamasının tüm ülkede yaygınlaştırılması, Kamu Hastane Birlikleri Yasa Tasarısı gibi) TBMM’nin yeni çalışma dönemine başladığında hızla hayata geçirecek ve iktidarda olan siyasi partinin her seçim döneminde yaptığı gibi ekonomik dengeleri bozma pahasına para musluklarını açarak Mayıs ya da Haziran 2011’de yapılacak genel seçime daha güçlü girmeyi amaçlayacaktır.
 
Referandumun hemen ardından hükümet yetkilileri tarafından yapılan açıklamalar birinci seçeneğin hükümetin gündeminde olmadığını ve genel seçimin zamanında ya da bir ay öncesinde yapılacağını ortaya koymaktadır. Referandum sonuçları değerlendirildiğinde AKP hükümeti için ikinci seçeneğin çok daha doğru olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır. Referandumda kullanılan %58 oranındaki evet oyunun tamamının AKP hanesine yazılması gerçekçi bir yaklaşım değildir. AKP dışında evet kampanyası yürüten siyasi partilere destek veren vatandaşların yanı sıra bu referandumu 12 Eylül faşizmi ile bir hesaplaşma olarak değerlendiren çok sayıda insan pakete evet oyu vermiştir. Ayrıca referandumu boykot edenlerle beraber %22’lik bir oranı oluşturan kitle de seçime katılmamıştır. Referandumda oy vermeyenlerin AKP sempatizanı olmadığı bir gerçektir. Ayrıca evet oyu verenlerin ne kadarının yapılacak genel seçimde AKP hükümetine oy vereceği belirsizdir. Bu saptamalardan hareket eden AKP kurmaylarının erken seçim kumarını oynama yerine önümüzdeki altı ya da sekiz aylık dönemi iyi kullanarak seçime daha güçlü katılma yolunu seçmeleri kendileri açısından yapılmış doğru bir tercihtir.
 
Hükümetin sürece yönelik ortaya koyduğu tercihin mesleğimizi ve biz eczacıları ne kadar yakından ilgilendirdiğine yönelik düşüncelerimi sizlerle paylaşmadan önce referandum sonuçları ile ilgili birkaç noktaya çok kısa olarak değinmek istiyorum.
 
Öncelikle çocukluk, gençlik ve üniversite dönemi hep darbelerle geçmiş ve çok şey kaybetmiş bir birey olarak referandumu 12 Eylül faşizmi ile bir hesaplaşma olarak görmüyorum. 12 Eylülde yapılan referandum ile kabul edilen değişiklikler eşitlik, özgürlük ve tüm kuralları ile işleyen bir demokrasi özlemimizi karşılamaktan öte 12 Eylül Anayasasından daha da geri bir anayasayla bizleri karşı karşıya bırakmıştır.
 
12 Eylül Anayasası ile oluşmuş antidemokratik kurumlar (YÖK, Milli Güvenlik Kurumu vb.) bugün halen yürürlüktedir ve dimdik ayakta durmaktadır. Biz eczacıların mesleki mücadelesinde çok sık başvurduğumuz bağımsız yargı ise yapılan düzenlemeler ile siyasi iktidarın denetimi altına girmiştir. Yargı güvencesinden yoksun kalmak bizler gibi sürekli hizmet verdiğimiz iktidarlarla hak arama mücadelesi sürdürmek zorunda kalan meslek grupları için önemli bir kayıptır.
 
Kısacası kabul edilen anayasa paketi halkın anayasası değil AKP’nin ve ondan sonra iktidar olacak siyasi partilerin içine sinecek bir anayasadır.
 
AKP hükümetinin referandumun ardından ortaya çıkan tablo karşısında bugünden başlayarak genel seçime kadar olan süreçte atacağı adımlar mesleğimizin geleceği açısından çok büyük önem taşımaktadır. Bugüne kadar eczacının direnci yüzünden sürekli ertelenen sağlık alanına yönelik düzenlemeler, özellikle Birliğimiz ve birçok eczacı odamıza hakim olan derin sessizlik de dikkate alındığında referandum rüzgarını arkasına alan siyasi iktidar tarafından birbiri ardına hayata geçirilmek istenecektir. Sağlık alanını kullanarak yeniden güven kazanacağını geçmişteki örneklerine bakıldığında çok iyi bilen hükümet "Artık doktorunuz ayağınıza kadar gelecek" sloganıyla aile hekimliğini, başta İstanbul olmak üzere tüm Türkiye geneline yayarak puan toplamak isteyecektir. Hekim açığına ve henüz tamamlanamamış altyapısına rağmen yürürlüğe girecek bir aile hekimliği uygulamasının İstanbul gibi bir metropolde sağlık hizmetinde kaos yaratması kaçınılmaz olacaktır. Aile hekimliği uygulaması bizler açısından bakıldığında ne yazık ki mesleki alanda etik bozulmayı ve haksız rekabete dayanan sorunları beraberinde getirecektir. Özellikle Sosyal Güvenlik Kurumu’na verilen hizmet sırasında meslektaşlarımız arasında oluşan ve giderek artan karşılıklı güven sorununun aile hekimliği uygulaması ile daha da derinleşeceğinden büyük kaygı duyuyorum. Çünkü bir toplumda karşılıklı güven duygusu ortadan kalkarsa ortak hareket etme olanağı da ortadan kalkar ve o toplumda kargaşa oluşur, sonunda herkes kaybeder.
 
Her ortamda özellikle dile getirdiğim gibi SGK uygulamalarında, Medula Provizyon Sisteminde, ödeme gecikmelerinde yaşadığımız sorunlar bugünden yarına çözüme kavuşturulabilir. Birlikte hareket ederek bu sorunları aşabiliriz. Ancak bizler için en tehlikeli olan yasal düzenlemelerdir. Bu ülkede en zor başarılan şey yasaları değiştirmektir. Bir yasa bir kere hayata geçince onu bir daha kısa sürede değiştirmek mümkün değildir. Hükümet yeni yasal düzenlemelerin hazırlığı içindedir. Bugün çok yakından tanıdığınız firmalar eczane zincirlerini oluşturmaya başlamıştır. Bu firmalar hiçbir çekince duymadan "gelin zincirimizin bir halkası olun" teklifi götürdükleri eczacılarımıza yasal düzenlemelerin yakında yürürlüğe gireceği müjdesini (!) vermektedirler. Tehlike çok yakındadır. "Eczacılarla mücadele ettik kazandık ve onların cebinden aldığımız paraları vatandaşlarımıza aktardık" diyen Sayın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı bu sözleriyle, temsil ettiği hükümetin eczacıya bakışını ortaya koymuştur. Ne yazık ki eczacıyı vatandaş olarak görmeyen bir anlayışla karşı karşıyayız. Sayın Başbakanın "ya taraf olursunuz ya da bertaraf" sözü ile sivil toplum örgütlerini hedef alması, Sabah gazetesinde referandumun hemen ertesinde "Şimdi sıra sivil toplum örgütlerinde" şeklinde yapılan açıklama önümüzdeki sürece yönelik duyduğum kaygıları artırmaktadır. AKP hükümetinin kendisi için son derece önemli olan bir genel seçim öncesinde; hele de iktidara yakın grupların ilaç ve eczacılık alanına yönelik beklentileri doruğa çıkmışken, rekabete açacağım dediği bir alana kayıtsız kalması mümkün değildir.
 
Bu nedenle önümüzdeki süreçte hem meslektaşlarımıza hem de Türk Eczacıları Birliği’ne büyük görev düşmektedir. Meslektaşlarımız birbirlerine olan güven sorunlarını aşmak, siyasi çekincelerini bir kenara koymak ve mesleklerine sahip çıkmak zorundadırlar. Türk Eczacıları Birliği Merkez Heyeti ise sessizlik yeminini bozup Eczacı Odalarına olan farklı bakışını ve siyasi beklentilerini bir kenara bırakarak, önümüzdeki kritik sürece yönelik cesur kararları almak ve eczacı tabanının geçmişteki heyecan ve coşkuyu yeniden kazanmasını sağlamak zorundadır.
 

İstanbul Eczacı Odası Başkanı



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat