Ecz. Burhanettin BULUT

Adana Eczacı Odası Başkanı

Başta 12 Eylül darbecilerinin yargılanması olmak üzere, anayasanın değiştirilemez maddelerini dahi tartışmaya açan hükümetin demokrasi dersi verdiğine inanmak isterken her defasında tezat haberlerle ümitlerimizi kaybediyoruz. Son olarak Sayın Sağlık Bakanının Samsun’da bir toplantı sırasında söylediklerini okuyunca evrensel tanımları sabit olan yönetim şekillerinin nasıl ayaklar altına alına bildiğini görüyoruz.

Sayın Sağlık Bakanımız yapılan eleştiriler ve son gelişmeler karşısında kürsüden şunları söylemiş:    “Yapmayın Allah aşkına. Böyle bir şey olamaz yani. Onun için bu yollar çıkmaz yol. Ben sektöre bunları bilerek söylüyorum ki, gidin bu birliklere laf anlatın yani. Bu gitmez bir yere. Bakın iki maddelik kanundur arkadaşlar! üç maddelik kanundur. Bir kanun yaparız deriz ki Eczacılar Birliği, Tabipler Birliği, Diş Hekimleri Birliği’nin birlik kanunları iptal edilmiştir. Hadi bakayım Danıştay karar alsın da göreyim bakıyım. Hangi kararı alacağını ondan sonra göreyim bakayım ben.”

Tam da  “Kendine demokrat” veya “bize göre demokrasi anlayışı” gibi ülkemize has tavır. Bu örnek karşısında yani bu tahammül eşiği ile sözde demokrasi savunucularına nasıl güven duyulabilir. Eczacı örgütlerini siyasi rakipleri gibi görülüp zayıflatılması adına her yolun denenmesi bir yana, her sesi yükselene karşı bu bakış çok tehlikeli bir yaklaşımdır.  Eski Türk filmlerinde sıkça karşılaşıldığı üzere “kim ses çıkarta tez kellesi vurula gibi geçen asırdan kalma yönetim şeklidir ki artık bu tür sözlerin şakası bile tahammülsüzlük ifadesidir.     

Sürekli aba altından sopa gösterilen sağlık meslek örgütleri yine ortak tavır almaları, karşı çıkmaları gereken yasa düzenlemesi ile karşı karşıyalar. KAMU HASTANE BİRLİKLERİ YASA TASARISI. Böylesi bir özelleştirmeye sosyal devleti savunan hiçbir politik görüşün destek vermemesi gerekir.

Sosyal devletin tanımı içinde yer alan “sağlıklı yaşam hakkı” anayasa ile güvence altına alınmıştır. Ancak ne yazık ki yazıldığı ile kalan haklar gibi bu da devletin hızla uzaklaştığı, sorumluluğu dışına ittiği “bireysel haklar” olarak görülmektedir. Eğitim gibi sağlık alanı da piyasa koşullarının gerçekliğine! teslim edilmektedir. Sağlıkta dönüşüm projesi ile hızlanan sağlığın piyasalaştırılması Kamu Hastane Birlikleri yasa tasarısı ile daha belirgin hale gelmektedir.  

Yerel yönetimlerin etkin olması aldatmacasıyla tepkileri azaltmayı amaçlayan  “özerkleştirme”, bir anlamda özelleştirmenin ikiz kardeşidir. Böylece özerk yönetimler ile hastaneler kar amaçlı işletmeler haline gelecektir. Yerelleştirmenin tam da ulusal politika gerektiren sağlık konusunda yapılması manidardır.

Kamu Hastane Birlikleri yasa tasarısı bu hali ile yasalaştığında;  devlet hastaneleri Kamu Hastane Birlikleri yönetimine devredilecek. Yedi kişiden oluşan yönetim kurulunu, Sağlık Bakanlığı üç, il Genel Meclisi iki, Vali bir ve yine o ilin Ticaret ve Sanayi Odası bir üyesini belirleyecek. Üniversiteler, meslek örgütleri, sendikalar, Kamu Hastane Birlik yönetim toplantısına davet edilip görüşleri alınabilecek, ancak hiçbir şekilde oy hakları olmayacaktır. Ayrıca Kamu Hastane Birlikleri yönetiminde yer almak için doktor veya sağlıkçı olma şartı da aranmayacaktır.

Sağlık Bakanlığı yetkilerinin büyük kısmı Kamu Hastaneleri Birliklerine devredilecektir. Böylece tek ele toplanan kamu hastaneleri, özerk yönetimlere kavuşacak diğer anlamda tek başına karar veren birimler olacaklar. Kamu Hastaneleri Birliği yönetim kurulu, hastanenin her türlü malzeme alınımını yapacaktır. Asıl önemlisi ise hastanenin taşınmazları üzerindeki yapı ve tesisleri satabilecek veya kiraya verebilme yetkisine sahip olacaktır. Kamu Hastane Birlikleri Yasa Tasarısında yapılacak yeni düzenlemelerle bu güne kadar sözü edilen “hastane eczanelerinin” özel işletmelere devredilebilmesinin önü açılabilecektir.

Uygulanan sağlık politikaları ile başta ilaç olmak üzere tüm sağlık alanlarına olağanca hızıyla müdahaleler devam etmektedir. İ.F.K. Kamu kurum ıskontoları, SUT, eşdeğer bandı gibi ilaç ekonomisindeki baskı bir türlü sona ermemektedir. Global bütçenin gidişatına göre bu yılın Haziran ayında, yine  benzer veya yeni yöntemler ile ilaç pazarına müdahale olabilecektir.

Tüm bunların yanında ilaç firmalarına bir anlamda sermaye gruplarına destek vermek amacıyla OTC ve İlaçta Reklam yasalaştırılabilir. Kamu alım tutarının aşağıya çekilmesi dışında ülkemizin ilaç konusunda başka bir politikası maalesef olmamıştır. Kişi başına ilaç tüketiminin artması değil SGK’nın ilaç ödeme tutarı dikkate alınmaktadır.  Hatta Kamunun ödeme listesi dışındaki ilaç ürünlerinin denetimi yapılmamaktadır.

ABD’nin sağlıkta vazgeçtiği modele doğru ülkemiz hızla yol alırken buna engel olmaya çalışmak öncelikle sağlık meslek birliklerinin görevidir. ABD, İngiltere gibi piyasa egemenliğindeki sağlık politikalarının vazgeçilmesine rağmen, şimdilerde ülkemize bu anlayışın yerleştirilmeye çalışması tesadüfi değildir. Dünyanın en hızlı büyüyen ve ilk on ülke yarışında olan ilaç pazarına sahip olduğunuzda çatışmalar kaçınılmaz hale gelmektedir.

SUT ve ilacın ekonomisine baskı sürdükçe ilaç pazarı yeni ürünlerle tanışmaya devam edecektir. Bu amansız yarışta SGK ve ilaç sanayinin kullanacağı birçok yöntemler mevcuttur. Tüm dünyada benzer örnekler yaşanmaktadır. Satın alıcı ve üretici arasındaki çatışmada arada kalanlar açısında trajik hale gelebilmektedir.

Benzer mücadele özellikle Avrupa ülkelerinde yaşanmaktadır. Ortaya çıkan tabloda, örgütsel gücü zayıf olan ülkelerdeki eczacılar ciddi kayıplara uğramıştır. Bizlerin bilimsel kimliği yanında yegâne gücümüz birlikte olabilmemizdir. Bunun dışında elbette bir çok yöntem bulunmaktadır. Ancak örgütlülüğümüz en önemli gücümüzdür.

Mesleğimize saldırının başarılı olabilmesi için önce örgütlülüğümüzün zaafa uğratılması gerekir. Yeni kurallar ve yeni yöntemlerle, baskılarla sürekli karşılaşacak olmamıza rağmen, bilinen en eski yöntemle yani dayanışma ile bunlara karşı mücadele etmeye devam etmeliyiz.



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat