Eczaneler yangın yeri..Buna kimsenin itirazı yok..
Aday olup seçilen yöneticiler de bu yangına çözüm aramak ve bu yolda eczacıya önderlik etmek üzere yola çıktılar.
Yöneticiler hak arama mücadelesinin programını, planını sizden daha iyi yaparım, daha bilgiliyim iddiası ile o koltuklara oturuyorlar.
SSK'lıların da serbest eczanelere açılımı ile devletin pazar payı %90'lara geldi.
Bu pazar payına ulaşan devlet kendini kasarak eczacıyla yaptığı anlaşmalarda ağır ve keyfi şartlar ileri sürdü ve kabul ettirdi.
Bu kabul edişlerde en etkin sebep eczacının bölünerek tek tek sözleşme yapma korkusu idi. Devlet de bu korkumuzu gıdıklayarak tehdit ediyordu.
"En kötü sözleşme sözleşmesizlikten iyidir" deyimi bu korku üzerine eczacı arasında yayılmış ve içten içe kabul görmüştür.
Yasamızda ki toplu iş görüşmesi yapma hakkının tepe örgüte verilmesi kozu bir türlü yöneticiler tarafından kullanılmamıştır. Sanırım orada ki korku da bu 39/j maddesini bir gecede kaldırırlar korkusuydu...
Devamlı korku içinde yaşayan eczacılar taviz vere vere çok ciddi maddi ve manevi kayıplar verdiler. Ellerinden bir eczanenin bedeli kadar para kayıp gitti.
Bu kaybedilen para şimdi devletin tasasrruf yapacağım dediği paraya ve başbakanın 2004 yılında eczacıya açılan SSK pazarı ile eczacıya verdiğini söylediği paraya tekabül etmektedir.
SSK açılımının bedelini ilk günden itibaren plan içinde eczacıdan çıkardılar.
Artık korkunun ecele faydası olmadığını anlamanın zamanı gelmedi mi?
Bizi bölerler korkusunu yenmemiz için hükümet elimize bunca seneden sonra koz verdi, kapı açtı..
Açılan bu kapı, bu koz tek taraflı olarak sözleşmenin SGK'ca fesh edilmesiydi.
*
SGK sözleşmeden memnun olmadığı için fesh etmemişti ki..
Güç gösterisi için etmişti... "-Bana grev yaparsanız ha." kabadayılığı ile akıldan, demokrasiden, insan haklarından, çalışma haklarından uzak diktatörce alınmış bir fesh kararıydı.
Üstelik eczacı örgütüne hakaretler yağdırarak, eczacılara yönelik "-örgütünüz sizi söğüşlüyor, sizden aidat, sözleşme bedeli alıyorlar, bırakın onları bana gelin" diyerek.
Yasa önünde suç işleyerek eczacıyı kanunla kurulmuş, Anayasada yeri olan meslek örgütünden koparmayı amaçladığını açıkladı.
Buda yetmedi Başbakana "-tek tek anlaşma yapmazsanız ilacı markette sattırırım." tehdidini yaptırdılar.
Bu şekilde bir anti-demokratik, hak hukuktan yoksun, insanlıktan yoksun, aşağılayıcı bir tavırla yapılan saldırı ilk defa oluyordu. Onur kırıcı bir saldırıydı.
Eczacı olarak yöneticilerimizden artık para pul hesabını, üç tane fazla reçete yapmanın hesabını bir kenara bırakarak bu onur kırıcı, anti-demokratik saldırıya cevap vermelerini bekledik. Çünkü böylesi bir saldırıya cevap vermeyen bir örgüt paraya yenilmiştir. Artık onu yerden kimse kaldıramaz, üç kuruş için onurunu satana kimse saygı duymaz.
Böylesi bir aşağılanmayla gelen parayı kazanmak başı yere eğerek paraya satılmaktır.
Peki ne oldu?
Yöneticilerin söylemesi gereken şeyleri buralardan bizler söyledik. Hiçbir eczacı örgütü bu son derece ciddi olan duruma aynı ciddilikte yanıt vermediler.
Aman patronu fazla kızdırmayalım içgüdüsüyle...
Bakanın, "-bende aidat, sözleşme parası yok, örgütü bırak bana gel" çığırtkanlığı yapmasında daha önceleri bu konularda ki şikayetleri ile etkili olan eczacı dernekleri birden arabulucu ilan edildiler.
İstanbul-Ankara ve TEB heyeti patronla aralarını bulsunlar diye kıvrım kıvrım kıvrandılar. Bu kıvranışı da eczacıya yansıtarak onu da isyana değil teslimiyete zorladılar. "-Sözleşme olsun da nasıl olursa olsun" fikrini eskisi gibi işlemeye başladılar. Bu şekilde mi yangın yerine gelmiş eczaneler kurtulacaktı?
*
Bu ruh haleti içinde ilerisini ve nasıl yangımıza çözüm bulacak kuvvetli pozisyonu sağlarız diye düşünmeden mahkemeye koşarak dava açtılar.
Bizi kuvvetlendirecek olan, yıllardır içimize işlemiş olan bizi bölerler tek tek sözleşme imzalatırlar korkusunu yenmemize yardımcı olacak olan "SGK'nın tek tek sözleşme yapma kararını" iptal ettirecek dava ile yetinmediler.
Bu kozu kullanmamıza engel olacak olan "tek taraflı sözleşme feshinin" de iptalini istediler.
Halbuki öngörülü ve yürekli ve de önce insan hakları savunucuları olsalardı, hata yapmış hükümetin elini güçlendirecek olan feshin iptalini asla istemezlerdi.
Bu konuda ciddi bir stratejik hata yapıldı.
Feshin yürürlükte olması ile tek tek sözleşme yapma hakkı olmayan hükümetin halk ile karşı karşıya bırakılması sağlanacaktı. Bırakın 1 haftayı 3-5 günlük faturalı yaşam, hükümetin geri adım atması ve halkın bizim neler çektiğimizi anlaması için yeterdi..
Elimizde kapı gibi SGK'nın tek taraflı olarak sözleşmeyi fesh ettiğine dair yazılı belgeler vardı. Bu belgeleri (hem TEB'e gönderilen hem eczanelere gönderileni) eczane adlarını ..... boş bırakarak (her eczacı ayrı ayrı afiş üzerinde adını yazardı) AFİŞ haline getirip eczanelerimize asarak bu süreci çok rahat geçirirdik. İstedikten sonra herşeyin çaresi vardır. İstemeyince bahane çoktur.
Bu karşı karşıya bırakış tarihi bir fırsattı. Hiçbir hükümet bu konuda halkla direkt karşı karşıya kalmamıştı şimdiye kadar. Araya hep eczacıyı sokmuştu. Eczacı paragöz olmuştu. Ama şimdi olay tersine çevrilmişti. Hükümet halk sağlığı yerine onların sağlıksızlığı pahasına yandaşlarına para kazandırmaya çalışan özelliğini resmen açığa vurmuştu.
*
Bunu kullanmamak hem eczacıya hem halka hem ülkeye büyük bir ihanetti.
Ama kullanamadık. Yürekler yetmedi. Bilgiler yetmedi. Tecrübeler yetmedi.
Kişisel çıkar gözetmede mahir olan yöneticinin toplumsal çıkar gözetmede ki çekingenliğinin kaynağını oy aldığı eczacıdan almasıyla yıllar içinde eczacının ne kadar geri götürüldüğünün ispatı oldu bu durum. Bu tespit daha sonra eczacının önünü görmesine fırsat yaratır mı? Bu kadar zamanı kaldı mı?
Korku, panik, paracı zihniyet, para kazanmayı önce insan olmaya tercih eden bireyci liberal anlayış ve bunların uzantısı olan koltuk aşkı...
Eczacıya cesaret vererek onlara önderlik ederek hükümetin hataları nedeniyle oluşmuş halk desteğini de arkalarına da alarak yasanın verdiği koz ile hükümetin fesh etmesiyle oluşan kozu kullanmadı yöneticilerimiz ve yönetici tarafından olumsuz yönlendirilen eczacı da bu kozları kullanmasını istemedi.
Korku yöneticilerden başlayarak tabana hızla yayıldı. Yöneticilerin teslimiyetini ve onursuzca uzlaşma çabalarını gören çoğunluk eczacı da "-aman şikayet ettiğimiz eski sözleşmeye bile razıyız, yeter ki sözleşme olsun hele 5 faşist koşul içeren şartnameli sözleşme olmasın da.." moduna girdiler.
Örgüt yöneticileri kendilerine verilen toplu iş görüşmesi yapma hakkını red ederek toplu görüşme hakkını tersten anlayarak bu hakkı kotuklarını koruma hakkı olarak algılayıp hükümeti patron kendini onun memuru görerek "-aman biz ettik sen etme" pozisyonuna geçtiler.
Üç odanın bunu aleni yapması dışında diğer odalar tırsarak kambura yattılar ve "-ey bakan, ey müdür ey başbakan siz ne diyorsunuz, diktatörlüğe mi soyundunuz, bize para kazandıran işveren pozuyla bizleri köle mi yapmak istiyorsunuz, nedir bu hakaretleriniz v.b." demediler.
Bizim buradan onların yerine dememiz ve uyarmamız ciddiye alınmadı.
4-Aralık kepenk kapama eylemi ile 2002 de MHP'den sonra 2009 da AKP'ye de toplu grev yapılmıştı. Buna çok alınan ve "-siz kimsiniz, bizim sayemizde ekmek yiyorsunuz ve birde bizi yıpratıyorsunuz ha." diyerek kızıp sözleşme fesh eden hükümetle bu şekilde bozuşacağını tahmin etmeyen ve alışık olmadığı için hak kavgası yapamayan yöneticilerin etkisiyle veya yöneticilere olan güvensizlikle eczacı da, "-bitse şu iş de yine iyi kötü reçete yapacak hale gelsek" moduna girmişken Danıştay hakimleri yetişti imdada:
Eski sözleşmenize kavuştunuz. 5 ilave şartlı daha kötü sözleşmeden kurtardım sizi dedi.
Yöneticisine güvenmeyen de güveni falan boşverip reçetelerimi özledim diyen de, bu işe çok sevindi.
Davayı açan İstanbul'un 12-Aralık-2009 günü kongrede "-Eczanelerin yangınına çözüm bulmak için sözleşme feshi gereklidir" dediği ve gerçekten sözleşme fesh edilince bu lafı laf olsun diye söylediği için hemen unutarak "-sözleşme olsun da nasıl olursa olsun" moduna geçmesi ve eczacıyı da buna ikna etmesi yani hak arama kavgasına provakasyon yapması unutuldu.
SGK feshi devam etseydi, tek tek sözleşme yapma kozu elinden giden hükümetle çok daha iyi sözleşme yapma ve Sağlık bakanlığı nezdinde istediklerimizi elde etme şansımız, bu yöneticilerle bile vardı.
Çünkü yöneticinin yılardır süren "-eczacım beni satar, tek tek sözleşme yapar" korkusu bitecekti.
Sözleşme feshi yürürlükte olsaydı iyiydi..
Böylece eczacının yangınına çözüm bulma umudu bu yöneticilerle tamamen bitti.
Burada sorumlu kimdirin bir tek cevabı vardır:
-Eczacı.
Yani bizler.
Sevgilerimle.