Eczacılıkla ilgili yeni mevzuatın yayınlanmasıyla birlikte eskiden beri var olan bir konu yeniden gündeme geldi ; Eczanelerden Reçetesiz İlaç Satışı (!)
Bazı bölgelerde normal rutin denetimlerde bile reçeteli satılması gereken ilacı reçetesiz sattınız diye para cezalarının kesildiği gelen bilgiler arasında.
Pekiii, nedir bu reçetesiz ilaç satışı konusu?
İlaçla ilgili en eski ve en temel Kanun 1928 yılında yayınlanan 1262 Sayılı İspençiyari ve Tıbbi Müstahzarat Kanunudur. Bu kanunda “tabib reçetesi ile verilmesi meşrut olanlar” yani doktor reçetesi ile verilmesi şarta bağlanmış olan ilaçlar reçete ile satılır denilmektedir.
Bu kanunla aynı yıl yayınlanan bir diğer kanun da 1219 sayılı Tababet ve Şuabat Kanunu yani doktorların kanunudur. Bu kanunun 1. ve 25. maddeleri doktorlar dışındaki kimselerin teşhis ve tedavi yapamayacağını kesin olarak hükme bağlamaktadır.
Yani bu düzenlemelere göre bütün herkes gibi eczacılar da , eczanelerine gelen hastalara teşhis ve tedavi uygulayamazlar.
Bu yasal düzenlemelerin varlığında, 1928 yılından bu güne ilaç uygulaması nasıl geldi?
Biz eczacılar eczanemize gelen hastalara “senin tansiyonun yüksek gel sana bir beta bloker başlayalım” demedik hiçbir zaman.
Veya “kolesterolün çıkmış al bu atorvastatini akşamları birer tane” de demedik.
Hasta daha önce gittiği doktorun kendisine koyduğu teşhis ve tedavi çerçevesinde elinde biten ilacı gelip eczanelerimizden tekrar aldı, Repete etti, bir başka deyişle devam reçetesi uygulamasını kendisi yaptı.
Halkımızın yazılı evrak saklamak gibi bir adeti olmadığından, bu reçeteler hiçbir zaman doğru dürüst saklanmadı,resmi reçetesi ise zaten elinde kalmadı, kuruma fatura edildi, bunun yerine ya hiçbir isim yazmayan kulakçığı saklandı ya da yazıları silinmiş boş blister ambalajı.
Onun için biz pembe tansiyon haplarını veya mercimek tanesi şeklindeki kalp haplarını bu eciş bücüş ambalaj atıklarına bakarak eczane raflarımızda arayıp bulup verdik yıllarca hastalara.
Görünürde reçetesiz ilaç satışı gibi gözüken bu olayda aslında reçetesiz bir satış yok.
Yani 5mg’lık tansiyon ilacı kullanan hastaya başka bir etken maddeli tansiyon ilacı verilmedi. Ya da 25 microgramlığını kullandığı tiroid ilacı yerine 200 microgramlık tiroid ilacı da verilmedi. Kendisine teşhis koyan ve tedavi planı uygulayan doktorun tedavi planının sürdürülmesi sağlandı. Bırakın doktorun yerine geçip tedavi uygulamayı, doktorun mevcut tedavisine bile müdahale edilmedi, korunması sağlandı. Bu yüzdendir ki ülkemizde eczanelerden alınan yanlış ilaçlar yüzünden sağlık problemi yaşanması oranı bırakın dünya ortalamasının bile altında olmayı, istatiksel olarak anlamlı bir değer bile ifade etmemektedir.
Diğer taraftan “reçete ile satılması ve reçetenin alıkonulması” gereken ilaçlar , yani ; kırmızı , yeşil reçeteli ilaçlar, takipteki ilaçlar vb. leri için ise reçeteler eczanlerce alıkonuldu, reçete ile beraber alınması gereken belge ve formlar alındı, iletilmesi gereken makamlara iletildi ve hala iletilmeye devam ediyor.
Daha fazla detaya girmeyeceğim, 1928 yılından bu yana sistem bu şekilde çalışıyor.
Kanunlara aykırı mı ?
Yukarıda belirttiğim iki temel kanuna bakarsak,
1928 yılında ülkede üretilen müstahzar ilaç sayısı iki elin parmakları kadarken, bırakın doktora ulaşmayı, eczaneye ulaşmak bile ülkenin bir çok yeri için çok zor iken yapılan bir düzenlemenin, her seferinde ilacın reçete edilerek eczaneden alınmasını hedeflediğini öne sürmek akla mantığa aykırı olduğu gibi, bu düzenlemeyi yine bu anlayışla bugüne taşıyarak aynı şekilde her ilaç için her seferinde reçete yazılmasını istemek de maddi gerçeklikle bağdaşmamaktadır.
Çünkü ülkemizin hekimlerinin reçete yazabilme kapasitesi böyle bir uygulamayı hayata geçirebilecek durumda değildir. Ne 1928 yılında ne de bugün böyle bir imkan yok.
Kaldı ki; Sosyal Güvenlik şemsiyesi altındaki hastalar reçeteye yazıldığı halde bir çok ilacı SUT düzenlemeleri gereği kendi cebinden parasını ödeyerek almak zorunda kalmaktadır ki, bu reçetelenme sisteme girmediği için satışlarımızın önemli bir bölümünü teşkil eden bu satış da haksız bir şekilde reçetesiz satış olarak gözükmektedir. Halbu ki durum gerçekte böyle değildir.
O zaman bu kanunlara bu düzenlemeler neden konuldu?
1928 tarihli diğer kanuna baktığımızda bu uygulamanın nasıl olmasının istendiğini görüyoruz; Teşhis ve tedavi doktorun işidir, bu alana hiçbir şekilde müdahale edilemez, 1262 sayılı kanunla da eczacılar doktorun hastasına reçete ettiği ilacı vererek hastanın sağlık hizmetini tam ve doğru şekilde almasını sağlarlar. Dolayısıyla da eczacılar kendi başlarına hastalara teşhis koyup, kendi kafalarına göre tedavi uygulayamazlar.
Geleneksel tıbbi tedavi kapsamındaki ya da OTC kapsamındaki ilaçları da eczacılar hastaların ihtiyaç ve talepleri doğrultusunda verirler ki, bu da teşhis ve tedavi kapsamında olmayıp, aldığı eğitim gereği eczacının doğru ürünü doğru kişinin doğru şekilde kullanmasını sağlamaya yöneliktir.
Buraya kadar sabırla okuyan ama “siz reçetesiz antibiyotik satıyorsunuz, sizin yüzünüzden antibiyotik direnci gelişti, suçlusunuz!” diye itham edip bizi mat etmek için aportta bekleyenler;
Birincisi ülkemizdeki antibiyotik tüketimi her yıl düşüyor. 2009 yılında yakalaşık yüzde 16 olan antibiyotik tüketimi 2013 yılında yüzde 11 ’e düşmüş durumda. Yani dört yılda antibiyotik tüketimi üçte bir oranında azalmış. Bu rakamlardan da açıkça görüleceği üzere biz Antibiyotik tüketimini körüklemiyoruz, arttırmıyoruz. Reçetesiz antibiyotik satışı yok, olanlar ya tekrarı ya da diş hekimlerinin özel reçete etmesi sonucu sisteme kayıt edilmeyen satışlar.
Yani sizin hayal ettiğiniz gibi kimse eczaneye gelip “eczane gördüm dayanamadım girdim içeri, ver bir antibiyotik” demiyor Bu birincisi...
İkinci olarak; ülkemizdeki antibiyotik direncinin artmasının en büyük kaynağı sanayi tipi üretilen tavuk eti tüketiminin artmasıdır. Zira aldıkları besin daha fazla et olsun diye öyle bir antibiyotik yüklemesi yapılıyor ki tavuklara... Bu konu ayrı bir yazı konusudur.
Aportta bekleyenlerin “Her şey tamam da diğer ilaçları nasıl açıklayacaksınız, hani bir arkadaşa alınan mavi haplar” konusunu açtıklarını da duyar gibiyim.
Sırdaş eczane eğitimi neden verildi, sertifikalar neden dağıtıldı diye sorarım ben de. Mesele uzar gider, ama hiçbirinde de istedikleri cevabı alamazlar.
Meselenin özüne dönersek; 1262 sayılı kanunun metinde yazıldığı gibi mota mot uygulanması, yani bugün bazı bölgelerde olduğu gibi cezaya konu edilecek şekilde uygulanması ne 1928 yılında mümkündü ne de bugün mümkündür.
Eczanelerde yapılan uygulama ; teşhis tedavi uygulaması değil, yazılan reçeteye göre hastaya verilen ilacın devamı uygulamasıdır, o an için hazırda bir reçete olmadığı için reçeteli satış değildir görünürde ama aslında REÇETEYE BAĞLI SATIŞTIR.
Bu uygulamanın bir gecede ortadan kaldırılması, hayatın olağan akışına ve Anayasa ile güvence altına alınmış, Sağlık Hizmetleri Temel kanununda altına basa basa çizilmiş hastanın sağlığının korunması ve güvence altına alınması ilkesine aykırı bir uygulamadır.
Daha somut açıklamak gerekirse;
Eczanenize bir astımlı hasta geldi, apne krizi halinde , bu kanunu böyle uygulayacaksınız diyenler yüzünden salbutamol sprey vermediniz veya üzerinde reçeteli satılır yazan bir başka ilacı hastaya vermediniz, ve hasta kalıcı bir zarar gördü ya da Allah korusun öldü.
Ne yapacaksınız?
Yukarıda saydığım hangi mevzuatla savunacaksınız bu durumu?
Bırakın kanunu hangi vicdanın arkasına sığınacaksınız?
Böyle zorlayıcı yorum ve uygulama ne hukuki, ne vicdani, ne de etik değildir.
Kaldı ki; söylediklerimizin ispatı sadece yukarıda saydığım yasal mevzuatla da sınırlı değildir.
Detayına girmeden, sadece eczacılara “siz suçlusunuz” denilmesi için dayanak gösterilen temel kanunlarla bile bize yaftalanmak istenen suçu işlemediğimiz hukuki zeminde çok açık ve net ortadadır.
İlaç harcamasını azaltmak, tedavi ödemelerini kısmak için devam reçetesi uygulamasını hayata geçiren bir idarenin, her ilacın her defasında reçetelenmesini şart koşması maddi gerçeklikle de bağdaşmadığı gibi, akıl ve mantıkla izah edilebilecek hiçbir tutar yanı da yoktur.
Özetle ; Kırmızı , yeşil ve diğer renkli reçeteli ilaçlar ile takipli veya özel şarta tabi ilaçların dışındaki ilaçların her defasında reçetelenmesinin istenmesi için yasal bir dayanak olmadığı gibi , böyle bir talebi haklı çıkaracak maddi bir gerekçe, mesleki ya da toplumsal bir ihtiyaç da bulunmamaktadır.
Eczacıları suçlu psikolojisine itip, eczacıların kendilerinin reçetesiz ilaç satışı serbest olsun demesi mi bekleniyor, bilemiyorum ama, biz zaten yukarıda da belirttiğim gibi zaten reçetesiz ilaç satmıyoruz, öyle bir derdimiz yok.
Eğer üzerinde her “Reçete ile satılır” ibaresi bulunan ilaç için aynı tarihe ait reçete ister “Reçetesiz satışımız yoktur” dersek bu kadar katı uygulama yapmaya çalışanlar neler olabileceğini acaba hiç düşündüler mi?
Allah’tan 1928 yılında mevzuatı hazırlayanlar, onlar gibi düşünmüş değiller ki, 86 yıldır yanlış bir uygulama yapmamışız.
Ama sonucu öğrenmeyi çok istiyorlarsa kendi belirledikleri bir gün TEB ve tüm sivil toplum kuruluşlarının önderliğinde, tüm eczanelerin katılımıyla“Reçetesiz ilaç satışımız yoktur” günü düzenleriz.
O gün için Tek şartımız;
En düşük derecelisinden en yüksek derecelisine bütüüüün yetkililer eczanelerimizde “bu kimin icadı” denildiğinde halkla tanıştırılmak için yanımızda hazır bulunacaklar.
Yemek içmek ikramımız sınırsız olur endişe etmeyin,
Veeee
Ben gelmesem olmaz mı demeyin,
Bir kişi eksik olsa olmaz,
Darılırıız...