Ecz. Arif UZER
Ayakkabıcı Hüseyin amca vardı. Kirpi gibi kısa dimdik saçları, yüzünde gergin bir ifade, ya kızmış bir şeylere, ya da kızdı kızacak. Az konuşurdu, emir kipleriyle. Saygın biriydi hakkında hep iyi şeyler söylenirdi. Yaptığı ayakkabılar beğenilir, tamir, tamirat işini de aceleye getirmeden yapardı. Annem bak gördün mü çil çil olmuş vallahi der, tamir görmüş ayakkabıyı giymek istemediğimden bana baskı yapardı. Babama karşı hoşnutsuzluğumu belirtmek mümkün değildi.
Ayaklarım hızla büyürken, bir sonra ki yıl da giyebilmem için sanki protokol imzalamışlardı babam ve ayakkabıcı Hüseyin amca. Bir kez tamirden sonra gene altı delinmeye başladığında bir akşam yemeğinde , (sofrada hiç konuşulmazdı) babam anneme “oğlanı da Hüseyin efendiye götüreyim ölçü versin” derdi. Ben o zaman tamam yeni bir ayakkabım olacak ama diye düşünürdüm, ama modeli. Onlar o protokolları gereği benim giyeceğim ayakkabının modelini sezsiz ve çabucak bazen de benim nasıl olacağı hakkında fikir edinemiyeceğim bir sürede belirlerdi.
Akşam üstü babam gelir. Bir el işaretiyle çarşıya gidiyoruz derdi. O önde ben arkada. Hatırlıyorum da babam ne kadar hızlı yürürdü, yetişmek için arada bir koşaradıma geçer aradaki mesafeyi kısaltırdım. Ama sonra, niye benden çok hızlı yürüdüğünü anlamıştım. Ayaklarım onunkilerden çok küçüktü.
Hüseyin amcanın dükkanının önüne gelince durur “gir bakalım içeri” derdi. Sanki beni ödüllendirmek için mi yoksa yeni bir şey alınırken beni daha iyi izlemek için mi bilmiyordum.
Önünde cepli uzun önlük, kulağının arkasında sabit kalem, gözlüklerinin üstünden bakar “hı geldin mi ?” derdi Ayakkabıcı Hüseyin amca. Babam iki İnegöl sandalyesinden birine oturur ben ayakta beklerdim. Hüseyin amca elindeki işi bırakır, duvara dik rulo halinde duran samanlı karton kağıtlardan birini alır yerde açar iki elinin ayalarıyla adeta ütülediği kartonu yere bastırarak düz hale getirmeye çalışırdı. Biliyordum ki o arada küçük ayaklarımın sığabileceği kadar boşluğu karton üzerinde tesbit eder tekrar bana bakarak “ bas “ derdi. Gösterdiği yere basmak için özen gösterir. Bütün ağırlığımı o ayağıma verip kaymaması için çabalardım. Bu ölçü işi nedense çok önemli bir işti. Ayak bileğimden bastırıp kulağının arkasındaki sabit kalemi çıkararak yere dik olarak ayağımın etrafından dolaştırdığı kalemle, ayağımı kartona çizerdi. Ayağıma değen kalemden gıdıklansamda gülmek imkansızdı. Sert bir şekilde ayak bileğimi bıraktığında hemen öbür ayağımı kartonun üstüne koyardım. Babam bütün dikkatiyle bizi izler başını hafifçe onaylar gibi yapardı. Diğer ayağımda ölçülüp çizildiğinde çok rahatlar dışarı fırlamak gelirdi içimden. Babam ayağa kalkar eline sağlık Hüseyin Usta bize müsaade derdi . Ben önde babam arkada ufacık dükkandan çıktığımda babamın ne diyeceğini bilirdim. “hadi sen eve “ derdi. Çarşıya giderdi.
Eve gelince annem sanki hiç haberi yokmuş gibi “babanla nereye gittiniz” diye abartılı bir şekilde merakını sanki gözüme sokardı. “ayakkabı ısmarladık” derdim kasılarak.
Modelinin şeklinin tarafımdan bilinmemesine rağmen o ısmarlamak önemliydi.
Ne hikmetse ayakkabının ne zaman yapılıp ayağıma giyeceğimi bilmezdim. Büyüyünce niye bilmediğimi anladım. O hikmet çıktı ortaya. Ayakkabım arife günü alınırdı. Ben hep ayakkabı ve bayram sevincini birlikte yaşardım. İhtiyacım olan şey, ayakkabım böylece bayram hediyesi olurdu.
Ismarlama olayı bana hep ayakkabıcı Hüseyin Amcayı ve babamı hatırlatır.
Nedense bu Danıştay kararı da bana bu iki rahmetliyi hatırlattı. Ne ilgisi varsa.
Sevgilerimle.