Ecz. Gülce Erişmiş
İnsan, bir toprak parçasına yerleşti önce, fayda sağlayacak hayvanlarla birlikte. Sonra çoğaldı ve yavaş yavaş genişletti sınırlarını, ormanlara, verimli arazilere ve komşu topraklara doğru...
* * *
İnsan, doğayı katletti, beton döktü ekin veren toprağa. Koca koca binalar yükseldi; caddeler, sokaklar geçti hayvanların evlerinin ortasından. Şaşırdı insan yaşam alanını yok ettiği hayvanları görünce. Kimini topladı götürdü birkaç yıl içinde yetersiz imkanlardan ölecekleri barınaklara, kimini hapsetti hayvanat bahçesine sergilemek amacıyla. Kimi hayvan daha şanslıydı, kalan birkaç parça henüz el değmeyen alana kaçabilecek kadar. Kimi ise vurularak neslini tüketti insan yapımı silahlarla.
* * *
Doğayla girdiği savaşta kendini üstün görse de insan, nihatinde bir canlıydı. Rahat doyurmak istedi karnını yaşama içgüdüsüyle... Sonra daha fazla kazanmak istedi, daha fazla ve daha fazla... Böylece dengesiz gelir dağılımı bir uçurum yarattı yaşam standartları arasında. Eşit doğmuyordu artık bebekler, eşit büyümüyor ve eşit okumuyordu. Kimi çocuklar sokakta mendil satıyordu kimileri son model Playstation’ı oynarken konforlu evinde. Kimileri bombardıman altındaki şehirlerde gözünü açar açmaz can veriyor, kimileri göz bebeği olarak büyüyordu.
* * *
Hayvanları ayırdığı gibi kendi ırkını da sınıflara ayırdı insan. Cinsiyete, renge, dine, ırka ve ekonomik durumuna göre... Kadın dedi, bakire dedi, beyaz, zenci ve sarı ırk dedi. Müslüman, Hristiyan, Yahudi, Türk, Kürt, Arap, Avrupalı, Amerikalı... İnsanı insana kırdırdı, dinler ve ırklar birbirine girerken kadınlar pazarlandı, küçük yaşta evlendirildi kız çocukları.
* * *
İhtiyaçlarını giderebilmek için iş bölümü yaptı, insan; farklı meslekler ortaya çıktı: İşçi, memur, öğretmen, doktor, mühendis, teknisyen, usta... Her meslek değerliydi, her meslek gerekliydi. Yine de meslekleri de iyi, orta ve kötü olarak ayrıdı, sosyal statü haline getirerek insanları sınıflandırdı. Böylece, aynı meslek dalının kolları bile birbiriyle üstünlük yarışına başladı.
* * *
İnsan ayrıştıkça yalnızlaştı, yalnızlaştıkça mutsuzlaştı. Ezildikçe insan egosu bu sınıf savaşında özel hissetmek istedi kendini sahip olduklarıyla. Daha büyük bir ev istedi, son model araba, daha çok ev ve daha çok araba... Nesneler yetmedi bir anlam vermeye varlığına. Mutsuzluğunu gizlemek için uydurduğu “statü” dedi, “elitizm” kavramlarını bir maske gibi taktı toplumda. Doğduğunda üzerine yapıştırılan etiketin ve ünvanının ötesindeki kimliğini kaybetti yarattığı karanlıkta.
* * *
Bugün, insan hala bir çamur gibi üstünü kaplayan etiketlerin altından önünü görmeye çalışıyor. Doğayla savaşıyor verdiği her zararın kendisine döndüğün inkar ederek. Kendisiyle savaşıyor egosuna yenik düşerek. “Statü” atlamaya çalışıyor daha iyi bir hayatı hayal ederek. Yaşamıyor, "-muş gibi" yapıyor ve dünya tiyatro sahnesine dönüyor. Halbuki Güneş herkese eşit doğuyor, “yağmur herkese eşit yağıyor”.