Ecz. Tülay KİRİŞÇİ

İzmir Üniversitesi

Sağlık Hukuku Yüksek Lisans Öğrencisi                                                                                   

 

SALUS AEGROTİ SUPREMALEX : Hastanın iyiliği en üstün yasadır.

VALUNTAS AEGROTİ SUPREMALEX: Hastanın iradesi en üstün yasadır.

 

Bu günkü anlamıyla Tıp Bilimi, hastalıkların kötü ruhların etkisiyle veya tanrıların gazabı sonucu meydana geldiğine inanılan dönemlerden bu günkü modern, teknolojinin en son teknikleriyle donatılmış tanı araçlarına, tedavide kullanılan son dönem ilaç moleküllerine ve nihayetinde biyolojik canlının birebir kopyasının yapılması ile on yıl öncesinde hayal bile edilemeyecek noktaya gelmiştir ve devinimini sürdürmektedir. Bu tekniklerin bu gün kullanılabiliyor olması, önümüzdeki yıllarda tıbbın geleceği noktayı öngörebilmemiz açısından önemlidir.

Bilimin hızla bu noktaya gelmesi, insanın yüzyıllar içerisindeki evrilmesini de gösterir niteliktedir.  İnsan, bu süreç içerisinde fizyolojik olduğu kadar sosyolojik, psikolojik olarak da farklılaşma göstermiştir. Tarihsel sürece baktığımızda öncelikle kişilikle ilgili haklarının farkındalığı ile sosyal ve siyasal haklar da gelişmiş ardından sağlık hakkı ve beden bütünlüğünün korunması gibi 3. ve 4. kuşak haklar yaşama geçirilmiştir.

Bilim ve insanın zaman içindeki bu değişim yolculuğu, çeşitli etik değerlerin ortaya çıkmasına sebep olmuş, bu değerlerin bilim ve insanın ilişkisine yansımasını ve bu ahlaki değerlerin tartışılır olmasını sağlamıştır.

Gelişen süreçte, kişilik hak ve özgürlüklerinin algılanıp özümsenmesi, kişinin kendi bedeni üzerinde söz söyleyebilme, bedenini ikinci ve üçüncü kişilere karşı koruma altına alma olgularını gündeme getirmiştir. Bu durum, insan onurunun korunması kavramıyla örtüşmektedir. İnsan onuru, kişinin haysiyeti, öz saygısı, kendine saygı duyması olduğu kadar, başkalarını da kendisine saygılı kılmasıdır. Onurlu bir yaşam sürmek en temel insan hakkıdır.

Eski çağlarda hekimlerin hastaya yaklaşımı “HER NE PAHASINA OLURSA OLSUN” iyileştirme odaklı idi.  Hipokrat’ın tıp bilimine getirdiklerinin yanı sıra dönemin  ilk tıp etik kavramı  diyebileceğimiz “prımıum non no care” yani “önce zarar verme”, bir çığır açacak niteliktedir. Günümüze gelene dek çeşitli uygarlıkların tıp bilimine ait kayıtlarında, bu etik kuralın temel ve üstün bir yasa olarak varlığından söz edebiliriz. “Önce zarar verme” ilkesi, hastaya insan olarak verilen önemi gösterir.

Tıp biliminin insan odaklı olduğu bir gerçektir. Her türlü tıbbi müdahale, gerçekte insan vücuduna bir müdahaledir. Hekimlik mesleği kişinin yaşamı ve sağlığını koruma adına yapılırken, insana ve insan bedenine yapılan müdahaleler konusunda yaşanan etik tartışmalar, hekimi zorlamaktadır. Bir yandan hasta sağlığının en üstün değer olduğundan söz etmek mümkünken, günümüzde insan haklarının geldiği nokta ve insan onurunun çeşitli uluslararası sözleşmeler ve ülkelerin iç hukuklarında yer almasıyla hastanın iradesi dışında objektif bir değerlendirme yapılması konusu söz konusu olamaz.

İnsan Hakları ve Biyotıp sözleşmesinin 5. Maddesi;

“Sağlık alanında herhangi bir müdahale, ilgili kişinin bu müdahaleye özgürce ve bilgilendirilmiş bir şekilde muvafakat etmesinden sonra yapılabilir” der. Buna göre kişiye, rızası dışında hiçbir şekilde müdahale yapılmamalıdır. Aynı sözleşmenin 8. Maddesi ise “acil bir durum nedeniyle, uygun muvafakatın alınamaması halinde ilgili bireyin sağlığı için tıbbi müdahale derhal yapılmalıdır” ifadesi yer alır. 8. Madde somut ve açık olarak yaşam hakkını korurken, 5. Madde kişinin vücut bütünlüğünün korunmasına atıfta bulunur. Bu iki maddenin uygulanabilirliği ve nihai amacı kişiyi hayatta sağ ve bütün tutmaktır  ki, bu nokta hem hasta hem de hekimin yaklaşımının kesiştiği noktadır. 

Sıradan hasta hekim ilişkisinde sıkça yaşanan bu olgu, en dramatik biçimde açlık grevi ve ölüm oruçlarında ortaya çıkmaktadır. Ölüm orucundaki bir bireye hekim hangi noktada müdahale etmelidir? Ya da etmeli midir? Bu konuyu bir başka makalede inceleyeceğimizi belirtip, yasa koyucu kişinin yaşam hakkını her şeyin üzerinde tutarak düzenleme yaptığının altını çiziyoruz. Yapılan her müdahalenin kişinin bilinci açık olduğu sürece iradesi dahilinde olması gerektiğini, ancak acil bir durum oluştuğunda hekimin, mesleği gereği ve insanlık onuruna yakışır bir biçimde hastayı yaşamda tutmak için müdahale etmek üzere girişimde bulunması gerektiğini söyleyerek hekimi çelişkiler içinde bıraktığı muhakkaktır.

Bilinen tüm ahlaki ve bilimsel verilerden yola çıkılarak, kişinin kendi bedeni üzerindeki tasarrufunun önemsenmesini tıbbi açıdan etik bulurken, aslında hastanın iyiliği yasası, hastaya zarar vermeden ve hastanın iradesi yasası ile aynı platformda değerlendirmenin hiç de ütopya olmadığı görüşündeyim.

 



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat