Ecz. Tülay KİRİŞÇİ
İzmir Üniversitesi Sağlık Hukuku
Yüksek Lisans Programı
İnsanın varoluşundan günümüze dek bilim ile insan-toplumsal değer yargıları-din olgularının evrilme süreçlerine baktığımızda, insan ve insana ait değerlerin zaman içinde yavaş ve sabit bir ivme ile ilerlediğini görürken, bilimin çizdiği grafik, uzun bir durağanlıktan sonra aniden insani değerlerin hızının çok üstüne çıkarak, kısa sürede kaybettiği zamanı kazanmış ,bilimin evrilmesi insanın evrilmesinin önüne geçmiştir. İnsan bedenin doğa, bilim ve değer yargıları karşısında savunmasız kalması, “hak” kavramını ortaya çıkarmıştır. Bilim ve teknolojinin geldiği noktada bu gün” ihmal edilmemesi gereken kavramlar” dediğimiz yaşam hakkı, sağlık hakkı, din ve vicdan hürriyeti, düşünce hürriyeti yaşamın doğal akışı içinde hak ettiği noktaları bulmuş, gelişmeye devam etmektedir.
Kişilerin algılayabildiği haklarının gelişmesi sürecinde her alandaki etik yaklaşımların yükselen bir değer olması gerekliliği kaçınılmazdır. Toplumlar, insanın salt insan olarak doğması ve buna bağlı olarak doğuştan gelen vazgeçilemez hakların farkındalığı ile içinde insan olan her konuyu tartışmaya açmış, hakların doğru kullanılabilmesi için yaptırımlar geliştirmişlerdir. Nihayetinde bu farkındalık Uluslararası metinlere dökülmüş, ülkelerin iç hukuklarında yer alarak evrensel boyuta taşınmıştır.
Bilimin bu hızı, bazı ruhani değerlerin bu zaman yolculuğunda kaybolmasına sebep olsa da, hala yaşamın içinde var olan katı tutucu dogmatik unsurlar sınırları zorlamakta ve kurumlarla kişileri karşı karşıya getirmektedir.
Bilim ve dogmatik fikir çatışmasının yaşandığı en dramatik konulardan biri Yehova Şahitleridir. Yehova Şahitlerinin inançlarını sorgulamadan, evrensel boyutlarda tartışılan etik kavramları, hukukun toplumsal düzenleyici etkisi boyutu ile irdeleyip, din, bilim, hukuk üçgeninde hangi noktaya geldiğimizi bulmaya çalışacağız. Acil bir durumda hastaneye getirilen Yehova Şahidine rızası olmadan kan nakli yapılmalı mıdır? Aksi iradesine rağmen hekim hastanın yaşamını kurtarması hak ihlaline ve hekim açısından cezai müeyyideye sebep olabilir mi? Tartışmalarının etik ve hukuki boyutu makalemizi oluşturmaktadır.
YEHOVA ŞAHİTLERİ[1]:
İlkokul mezunu Amerikalı papaz Charles Russel, satışa çıkardığı bir buğdayın mucizevi bir ürün olduğunu, çok sayıda mahsul vereceğini ilan etti. Buna inanalar, bir avuç buğdaya onlarca dolar verip satın aldılar. Sonuç hüsrandı. Aynı Papaz üvey kızına tecavüz ettiği için yargılandı ve hapis yattı.
Charles Russel “BİN YILLI KRALLIĞIN PEYGAMBERİ” kabul edilir. 1870 yılında “Pennsylvania’da Kutsal Kitap etüdüne başlamış, grubuna “Bin yıl Şafağı Kutsal Kitap Etüdü” adını vermişti. Günümüzde Yehova Şahitlerinin inandığı Tanrıbilim Doktrini, Russel’in grubu ile birlikte etüdünü yapıp, ölmeden önce 6 cilt halinde yayımladığı “Bin Yıl Şafağı” yazı dizisidir. Charles Russel’e Yehova Şahitlerinin yaratıcısı diyebiliriz.
Yaratıcı olarak Yehova’ya inanırlar. Dünya üzerinde 8,2 milyon inananları vardır ve Hıristiyan alemi ile temel dinsel konularda çok farklı düşünceleri olmasından dolayı ciddi ayrılıklar yaşarlar.
İnanç olarak silah tutma ve öldürmeye karşıdırlar.Bu yüzden askerlik yapmazlar, sigara içmezler, kan nakillerine karşıdırlar.
Yehova Şahitleri Tanrı’nın “Kan İle İlgili Kanunlarına” inanırlar. Bir çoğu değişen bilimsel fikirlere açık değildirler.
Yehova Şahitlerine göre Tanrı, ortak ata Nuh’a “Kana özel bir şey” olarak bakmasını istedi. İsrail inanışına göre tanrı “Her kim herhangi bir çeşit kan yerse, ben kan yiyen cana karşı döneceğim, yiyen olursa kavimden atacağım” dedi. Bunun üzerine Resuller “kandan çekinmeliyiz” kararını aldı[2].
.OLAY:
Yehova Şahidi kanamalı hasta hastane acil servisine bilinci açık bir halde getirilir. Yapılan tetkiklerde hastada iç kanama olduğu, hemoglobin değerlerinin düştüğü ve kanamanın devam ettiği tespit edilir .Hasta ve yakınlarına kan transfüzyonu gerekliliği ifade edilir. Hasta ve eşi Yehova Şahidi olduklarını, kan nakline kesinlikle izin vermeyeceklerini bildirirler. Hastanın diğer tedavilerini yapan doktorlar, kan değerlerinin düşmeye devam etmesiyle kan nakli gerektiğini, aksi takdirde yaşamsal risk oluşacağı konusunda hasta ve eşini bilgilendirirler.
Avukatlarını da yanına çağıran hasta ve eşi imzalı bir belge ile yaşamsal risk oluşup ölecek olsa dahi, bilincini kaybettikten sonra bile kan nakli yapılmasına kesinlikle izin vermeyecekleri, aksi taktirde yasal haklarını kullanacaklarını ifade ederler.
Hekimler, kan nakli yapılmaması halinde hastanın hayatını kaybedebileceği veya hayati organlarının zarar görebileceği konusunda her türlü risk hakkında sözlü olarak ayrıntılı bilgilendirme yaptıktan sonra bilgilendirme yapıldığına ilişkin hasta ve eşinin imzalarını da alırlar.
Sağlık durumu bir süre stabil giden hastanın hemoglobin değerleri, yaklaşık 4 saat sonra tolere edilebilir sınırın altına düşmeye başlamış, hasta bilincini kaybetmiş, hastanın hayati fonksiyonları gerilemeye başlamıştır. Müdahale edilmediği taktirde hastanın hayatını kaybedeceğine karar veren hekimler, hastanın yaşamını kurtarmak için hızlı şekilde müdahaleye başlamışlar, hastaya kan nakli ile birlikte gerekli bütün tedavilerini yaparlar.
Genel durumu düzelen hasta 3 günlük yoğun bakım tedavisi sonrası servise alınmış ve 10 gün sonra da şifa ile taburcu edilmiştir.
Hasta, kan nakline izin vermediği halde kan nakli yapıldığı, vücut bütünlüğüne hukuka aykırı şekilde müdahale edildiği, din ve vicdan özgürlüğünün ihlal edildiği gerekçesiyle hekimler hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Suç duyurusu dilekçesini alan hekimler, savunma arayışı içine girmişlerdir.
TANIMLAR VE HUKUKİ DAYANAKLAR:
Konu ile ilgili Uluslararası metinlere baktığımızda, “Herkes kendi ahlaki ve kültürel değerlerine dinsel ve felsefi inançlarına sahip olma ve buna saygı gösterilme hakkına sahiptir”[3] şeklinde evrensel beyannameye ait maddede kişi özerkliğine atıfta bulunulmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 9. Maddesi, Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, din veya inanç değiştirme özgürlüğü ile tek başına veya topluca, açıkça veya özel tarzda ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak suretiyle dinini veya inancını açıklama özgürlüğünü de içerir[4]. der.
Bunun yanında en temel haklardan olan yaşam hakkı da uluslararası sözleşmelerle ve kanun anayasalarla güvence altına alınmıştır. Doktrinde açıklanan görüşe göre her hak tersini ihtiva etmekle birlikte yaşam hakkı ölmeyi isteme hakkını içermez. Ölmeyi isteme, iç hukuk düzenlemelerimiz ile Uluslararası Sözleşmelerde de açıkça belirtildiği üzeri “ötenazi” kavramını akla getirir ve ötenazi hukuk düzenimizde yasak kabul edilmektedir.
Tıp Bilimini “Hastalıkları veya fiziksel özürleri iyileştirmek, gidermek amacıyla baş vurulan bilimsel teknik ve çalışmaları kapsayan bilim dalı”[5] olarak ele alabiliriz. Tıbbi Müdahale Kavramı ise, tıp mesleği ile uğraşan yetkili bir kişinin hasta denilen insanın hastalıklarını, fiziksel özürlerini tedavi etme, giderme adına yapılan her türlü faaliyeti anlatır[6]. Yani Hekimlik mesleği teknoloji ve bilimin ışığında direkt insan vücuduna yapılan bir müdahaleyi gerektirir. Tıbbi yardım ve müdahalenin hukuki dayanakları öncelikle Anayasamız 17/2 de görebiliriz. “Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz, rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz.” Hasta hakları Yönetmeliği md.22 “Kanunda gösterilen haller dışında kimse rızası olmaksızın ve verdiği rızaya uygun olmayan bir şekilde ameliyeye tabii tutulamaz” der.
Amsterdam Bildirgesi md.3 “Hastanın bilgilendirilmiş onayı, herhangi bir tıbbi girişimin ön koşuludur” derken, tıbbi müdahalenin sınırlarını çizmiştir. Uluslararası hukukta ve ülkelerin iç hukuklarında Yaşama hakkı en temel haktır. Yaşama hakkı vücut bütünlüğünü koruma kavramını ve beraberinde özgürlük ve güvenlik haklarını da içerir. Bu kişinin, özgür ve güven içinde kendi kararlarını verebilmesini getirir ki hasta hakları ile ilgili kavramlar arasında yer alan “kendi geleceğini belirleme” tanımı ile örtüşmektedir.
Olayımızda inançları gereği kan naklini kabul etmeyen hastaya kan nakli yapılması, hukuka aykırıdır. Yukarıda değinildiği üzere kan vererek hastanın vücuduna yapılan müdahale, rızası olmadığı için hukuka uygunluk teşkil etmez. Kaldı ki hasta bilinci açıkken kendi iradesi ile avukatının nezaretinde irade beyanında bulunmuş, inancı gereği kan naklini reddetmiştir.
Hastanın bilinci açıkken sonuçlarını bilerek yapılacak tedaviyi reddetmesi sonrasında bilincini yitirerek terminal döneme girmesi halinde hekim tarafından müdahale edilmesi hukuka uygunluk teşkil etmez. Biyotıp Sözleşmesinin 9. maddesi “Müdahale sırasında isteğini açıklayabilecek durumda bulunmayan bir hastanın tıbbi müdahale ile ilgili olarak önceden açıklamış olduğu istekler göz önünde bulundurulacaktır” diyerek, kişinin iradesinin üstünlüğünü hukuksal boyutta tartışılmayacak şekilde düzenlemiştir.
Kan nakli istemeyen Yehova Şahidi hasta, bilinci açıkken tedaviyi reddedebilir. Ancak tedavinin durdurulmasından doğacak sonuçlar hastaya ve kanuni temsilcilerine anlatılmalı, yazılı belge alınmalıdır.[7] Aydınlatma neticesinde hasta tedaviyi reddetmenin ölümle sonuçlanabileceğini bilerek belgeyi imzalıyorsa hekimin hukuken müdahale hakkının olmadığı yönetmelik maddesine göre açıktır. Ölmeyi isteme, iç hukuk düzenlemelerimiz ile Uluslararası sözleşmelerde de açıkça belirtildiği üzeri “ötenazi” kavramını akla getirir ve ötenazi hukuk düzenimizde yasak kabul edilmektedir. Ancak buradaki ötenazi pasif ötenazidir ve müdahale edilmemesinden doğan cezai sorumluluk yoktur. Kaldı ki TCK iradeye saygı gösteren bir hekimi cezalandırmaz.[8]
Hastanın aksi iradesi olduğu halde, yaşamını kurtaran hekimlerin hukuki sorumluluklarının olduğu ortadadır. İsterse dini inanışın bir parçası olsun, hastanın tedaviyi reddetmesi onun hakkıdır. Hekimin bu hakkın kullanılmasında olumsuz bir müdahalesi olamaz. Bu kişilik haklarına ve vücut bütünlüğüne doğrudan müdahaledir .
Hastanın bilinci kapandığında eşinden tekrar izin almanın, hukuki bir geçerliliği yoktur. Hastanın bilinci açıkken açıkladığı irade beyanı dahilinde, kan transfüzyonu yapılmamalı, vücudu ile ilgili tasarrufuna saygı gösterilmelidir. Hastanın bilinci açıkken vermiş olduğu bir beyanının olmadığı durumlarda, eşi dini gereği Yehova şahidi eşine kan transfüzyonu yapılmaması yönünde bir beyanda bulunması hukuken geçersizdir. Hasta hakları yönetmeliği 25. Maddeye göre kişi ancak kendisine uygulanacak tedaviyi red edebilir. Yakınlarına uygulanacak her hangi bir işlemi red etme hakkı yoktur.
21. Yüzyılda Bilim, Dogmalar Ve Hukuk doktrininin buluştuğu noktada nihai amacın insanın sadece insan olduğu için kazandığı vazgeçilemez haklarının korunması olduğu açıktır. Bu anlamda bilim üzerine düşeni yapmaya son hızla devam etmektedir. Bilimsel düşüncenin hümanist, reel, analitik ve etik değerler içerdiği bilinirken, katı dogmatik düşüncenin bu güçlü ittifak karşısında gücünü yitirdiği gözlenmektedir.
Bilimin geldiği noktada bu gün kan bileşenlerine ayrılarak hastalara reçetelenmektedir.. Hatta daha ileri teknolojilerle elde edilmiş kan plazması içindeki faktör 8, immunglobulın, akyuvarlardan elde edilen interferon, interleukin bu gün eczane raflarında yerlerini almış durumdadır. Yehova Şahitleri’ne göre artık bu bileşenleri kullanmak “kavimden atılma sebebi” değil, “tedavinin bir parçası”dır. Bilimin, inananları tedavi sırasında vicdanları ile baş başa bırakabilecek kadar ruhani yaklaşımların çok üzerinde yükselen bir değer olduğunun altını çiziyoruz.
Ecz. Tülay KİRİŞÇİ
[1] -Kule Dergisi, 1 Eylül 1991
[2] -Resullerin işleri(15:29)
[3] -Amsterdam Bildirgesi md.15
[4] -Avrupa İnsan Hakları Bildirgesi md.9
[5] -Hasan Tahsin Gökcan, Tıbbi Müdahalelerden doğan Hukuki ve Cezai Sorumluluk
[6] -Hasan Tahsin Gökcan, Tıbbi Müdahalelerden doğan Hukuki ve Cezai Sorumluluk
[7] -Hasta Hakları Yönetmeliği md.25,Bali Bildirgesi 3.b
[8] Hakan HAKERİ /MAKALE, Medimagazin