Uzm.Dr. Nimet BÜYÜKUYGUR
Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı
Aniden sanki kendi kendine hatırlatırcasına dökülüverdi bu sözcükler, babamın ağzından…
“Bir ben, bir sobacı Muzaffer abi…’’
Üsküdar çarşısına girince balıkçılar tarafına sapmadan manav ile kurukahvecinin arasından geçip, Selâmsız yokuşuna doğru yöneldiğinde "Taş Mektep"in karşısındaki 3 katlı daracık ahşap evde yaşardı "Muzaffer Abi". Az ilerde "Çingene Fırını"nın karşı köşesinde de onun kadar eski olduğunu düşünen babam "Tembel Hacı Mehmet Mahallesi Kassam Çeşme Sokak 1 numeroda"...
Çocukluğumun gizemli adresi. Tembel Hacı Mehmet’i anlardım da ya "Kassam Çeşme" ne olabilir?
Esrarını "taksim eden" anlamına geldiğini öğrendiğimde bile korudu. Ta ki bizim köşe başında büyüklerin –su terazisi dedikleri- Bizans döneminden kalma kuleye benzer yapının su dağıtımında kullanılan kemerlerin bir parçası olduğunu kavrayıp, anlamlandırana kadar…
Muzaffer amcam1909 yılında doğmuş. Çanakkale harbinde babası şehit düşmüş. Aile büyükleri başarıyla devam ettiği Heybelideki askeri okuldan adeta kaçırıp eve ailenin erkeği olarak 3 küçük kardeşinin ve taze dul annesinin yanına getirmiş. Çocuk yaşında hayata atılmak zorunda kalmış. Atatürk’le büyümüş, tek partiye gönül vermiş. Büyük idealleri olmuş ulaşamamış bir adamcağız.
Benim tanıdığım yıllarda da her dediğinin kanun olmasını isterdi. Bir dediği iki edilemezdi. Yanlışı olamazdı. İnatçı kişiliği sosyal ilişkilerini zorlaştırsa da dürüstlüğünden onu en sevmeyen insanların bile şüphesi yoktu. Bu nitelikleri ile mahallemizin uzun yıllar muhtarlığını yapmış, yardımcısı olarak da "aklına" oğlundan daha çok güvendiği kızı "Sevim"i almış, sert mizaçlı, öfkesi burnunda bir adamdı. Yüksek sesle, kendi kendini onaylıyormuşçasına başını sallayarak sözlerini tasdikler gibi, konuşurdu. Bana sorarsanız, bir sihirbazdı.
Babamın işaret parmağını tüm avucumla kavrayıp, -kocaman elleri vardı babamın başka biçimde tutamazdım, son derece temiz tezgâhlarla çevrili, pırıl pırıl aletlerin asker gibi sıra sıra asıldığı dükkânına girdiğimde, sirke gitmiş gibi hissederdim. "Sobacı Muzaffer Usta" kocaman parlak çikolata kâğıtlara benzeyen "galvaniz" levhaları alır bir merdaneden geçirip büker, hünerle birleştirip, bazen soba, bazen soba boruları yapardı. Kendimi zor tutardım. İçimden ellerimi çırpıp "bravo-bravo" diye alkışlamak gelirdi.
Önce Muzaffer amcam, sonra babam göçtü, gitti. Şimdilerde annem söyleniyor, "Sevim benden önce ölürse ne yaparım ben?" diye… Kaygısı 16 yaşında gelin geldiği mahallede muhtar yardımcısı olan ve her şeyi halâ detaylarıyla "isim-tarih" hatırlayan arkadaşını kaybetmek. Aklına ne zaman eskilerden bir olay gelse de zamanını ve kişilerin isimlerini hatırlayamasa, hemen telefona sarılıyor "Tabutçuların gelini, hani saçlarını tepesine hotoz yapardı, tahta perdeli evin yanında otururdu, oğlunun sünnetinde yakası bağrı açılmıştı." gibi bana hiç anlam ifade etmeyen ip uçları vererek "olayı ve faillerini" anında bilgisayardan çıktı alır gibi kesin ve net öğrenebiliyor.
Ortak geçmiş-ortak hafıza ne müthiş şey. Artık 40 yıllık arkadaşlarımın olmaya başladığı şu günlerde annemin geçmişine 64 yıldır tanıklık etmiş birini kaybetme korkusunu anlıyorum. Artık böyle birini kaybettiğinde dökülecek yaşların hem o dosta, hem de onunla yaşanıp, kaybolan gençliğe geçmişe döküleceğini bilecek yaştayım.
Acı hatırlatma: Bu yazıdan sonra önce annem sonra Sevim abla nurlara yattılar. Arkadaşlar birbirimize sahip çıkalım. Hepinize sağlıklı (beden/akıl) uzun ömürler diliyorum…
Marcel Proustun kelimeleri ile;
Bütün dileklerim; önümüzdeki sene,
biten senenin verdiği acıları dindirsin diye.
Unuttursun demiyorum ama!
Çünkü yaralı kalplerin gururlu hazinesidir hatıra.