Uzm.Dr. Nimet BÜYÜKUYGUR
Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı
Söylesem faydası yok sussam gönlüm razı değil…
Ne zaman kahve içsem fal kaparım. Fala inandığımdan mı? Yooo... Alışkanlık.
Bir de “bilgisarayımı” açtığımda otomatik gelen sosyal sayfalardaki, genel geçer/geçmez, her türlü eğilimleri sorgulayan testlere dadandım. Bu sabah işim başımdan aşkındı ama “Sizin şehriniz hangisi?” sorusunu görünce dayanamadım. İşler bekleye dursun acele cevaplayıp, değerlendir düğmesine bastım. Sonucu bilmezmiş gibi merakla bekledim. Sürpriz olmadı. İstanbul resmi ekranda tüm ihtişamı- gökdelenleri, mimariden soğutan siteleri, trafik keşmekeşiyle belirince kırgınlıkla gülümsedim. Benim için doğru soru “Sizin şehriniz hangi İstanbul ?” olmalıydı.
Hangi İstanbul?
Tabi ki çocukluğumun geçtiği masal şehri. Artık çok geride kaldığı, gerçekleri hatırlayamadığımız için mi masalsı ve güzel gelir geçmişimiz?
Kök salmışçasına hâlâ, 52 yıl önce doğduğum Üsküdar’ın Bağlarbaşı semtinde oturuyorum. Yalnızca tatil amaçlı, en çok birkaç haftalığına ayrılabildim. Sanki benim yer değiştirememe inat her şey değişti. Toprak yol, çayırdan akan dere, elma bahçesi, koru, can dostum Sofulamu, komşularımız Mösyö Robinson, Agavni teyze oğlu Berç, Matmazel Maria çoktandır tarihim oldular.
Adresi aynı ama evim de bambaşka bir çehreye büründü. Eskiliği zerâfetini hiç etkilememiş, ahşap, cumbalı, şahnişinli üç katlı konağın yerini çoktandır betonarme karkas modern apartman aldı.
Develer tellâl pireler berber iken azametle köşe başına kurulmuş binanın arkasında, vaktiyle sokak boyunca devam eden ve ona adını veren “güllü bahçe” uzanırdı. Babaannemin cennet bahçelerine eş tuttuğu bu yerde, yalnızca güller yoktu. Etraf türlü süs ve meyve ağaçları ile şenlenirdi. Her mevsimi başka güzeldi ama illâki bahar. Sert, kara topraktan, nasıl yaralanmadan çıktığına hep şaştığım narin çiğdemlerin ardından nergislerle başlayan koku cümbüşü, sümbüller zambaklarla sürerdi. Naiflik ve dayanıklılık, uyum ve esneklikle birleşince mi ortaya olağanüstü, insanı sarhoş eden bu rayiha çıkar?
İtiraf etmeliyim ki benim gözüm badem ve erik ağaçlarının çiçeklerindeydi. Mucize gibi; o pembe beyaz dolgun badem çiçeklerinin taç yapraklarının dökülmesiyle ortaya çıkan, ince kısa kırmızı iplikçiklerle taçlandırılmış minnacık, kadife tüylü yeşil kabarıklık haftalar geçince nasıl mevzun vücutlu bir çağlaya dönüşürdü. Çağla çocukluğumun ilk gençliğimin karşı konulmaz tadı. Dişimin kovuğunu dolduracak, üç beş tanesi bir lokma yapacak büyüklüğe gelince başlardım toplamaya. Sabredemez, tam tadını kıvamını alacak kadar bekleyemezdim. Beklemekte hala çok başarılı sayılmam dişimi sıkar sıkar bir adım kala… Kıvamı dediysem; kadife gibi, ekşinin en güzeli yeşil kabuğun hemen altındaki gevrek, vanilya ile limoni renk karışımı, gevrek dokunun içindeki, ince ipeksi bir zarla kaplı badem yavrusunun, yarı saydam sulu hali. Kartlaşıp odunsu yapısını almadan hevesle toplardım ancak benim elimden kurtulabilen tepe dallardaki çağlalar badem olabilirdi. Ulaşamadıklarım, erişemediklerim mi olgunlaşır hep ya da bana mı öyle gelir? Çağlalar biterken erik ağaçlarının dallarını gözlemeye başlardım. Beyaz çiçekler konfeti gibi uçuşup dökülünce iğne topuzu gibi filizi yeşil noktacıklar belirirdi. Zıkkım gibi tadı olan çakal erikleri büyürdü ilkin. Dilim dişim kamaşa kamaşa onlarla başlardım erik mevsimine. Ardından sanki sözleşmiş gibi can erikler papaz erikleri birlikte sökün ederdi. Misket büyüklüğüne gelmemiş erikleri toplayıp yerken çok dikkatli olmak gerekirdi yoksa daha sertleşmemiş çekirdeğin acısı doluverirdi ağzıma. Hoşlukların tadını çıkarmak için nazik ve dikkatli olmak gerekliliği bu zamandan yazılmış içime zahir. Can erikleri, tombul yusyuvarlak, kütür kütür ama papaz eriğinin daha koyu bir yeşili, başka türlü, buzlu bir ısırılışı vardı. Hala tadı damağımdadır. Dünyada hiçbir amacım, beklentim kalmasa bir yıldan diğerine yalnızca eriğin çıkması için beklerim. Bu da benim kendimi var edişim olur.
Şimdi geniş bahçeden geriye, binaların aralarına sıkışmış küçücük bir alan kaldı. Yine de buraya bakan penceremi çok severim. Evimin gözü gibidir. İkinci katta oturmama karşın perdesini gece gündüz hiç çekmem. Dışarı baktığımda bir muhafız edasıyla karşıma dikilen çam ağacını görürüm ilkin. Beni gözetir öylece. Yanında, kuru dallarıyla baharda hayata dönmek için haberci cemreyi bekleyen sabırlı ceviz ağacı. Yeni başlangıçlardan umudumu kesmeyim diye orada sanki.
Biraz geride çiçek açınca yaz gelecek, meyvesi bol olduğunda zorlu kışın habercisi ikiz ayva ağaçları . Eskiden bahçede daha çok ağaç varken onları bu kadar önemsemezdim. Kalanlar kıymete bindi. Hep öyle olmaz mı?
Nerede eski İstanbul? Nerde eski ben? Nerde “Arkadaşım Badem Ağacı”?
Nimet Büyükuygur
1.12.2011
ARKADAŞIM BADEM AĞACI
Sen ağaçların aptalı
Ben insanların
Seni kandırır havalar
Beni sevdalar
Bir ılıman hava esmeye görsün
Düşünmeden gelecek karakış...
Acarsın çiçeklerini...
Bense hayra yorarım gördüğüm düşü...
Bir güler yüz bir tatlı söz...
Açarım yüreğimi hemen
Yemişe durmadan çarpar seni karayel
Beni karasevda
Hem de bilerek kandırıldığımızı
Kaçıncı kez bağlanmışız bir olmaza
Ko desinler bize şaşkın
Sonu gelmese de hiç bir aşkın
Açalım yine de çiçeklerimizi
Senden yanayım arkadaşım
Havanı bulunca aç çiçeklerini
Nasıl açıyorsam yüreğimi
Belki bu kez kış olmaz
Bakarsın sevdan düş olmaz
Nasıl vermişsem kendimi son sevdama
Vur kendini sen de bu güzel havaya
AZİZ NESİN