Cumhuriyet Türkiye’si süreciyle birlikte, Türk Eczacılık tarihini şöyle bir irdelersek; Mustafa Kemal’li 15 yıl ve devamındaki 10 yıla baktığımızda, sıfırdan hatta eksiden başlayan bir ülke. Sanayisi ve özel sektörü olmayan, ticareti gayrı müslümlerin elinde olan, kent kültürü olmayan, vatandaşın %85 ’nin kırsal kesimde yaşadığı, tarımın iptidai şartlarda yapıldığı bu dönemde, Türkiye; devlet destekli karma ekonomi modeliyle inanılmaz bir gelişim gösteriyor. Hem de 1927-1930 arasındaki dünya ekonomik krizine rağmen. Başarı sırları neler? Birincisi ülkesini ve milletini çok iyi tanıyan bir lidere sahip olmamız, ikincisi tam bağımsızlık ilkesine ödünsüz bağlılık, üçüncüsü ulus olma bilinci, diğerleri; arasız devrim süreci, halka dayanmak ve güvenmek, köylünün efendileşmesi, devlet kontrollü üreten bir toplum olabilmek ve de bağnazlıkların yok edildiği bilimsel eğitim ve aydınlanma süreci...
Bu dönemde ilaç ve eczacılık perdesini aralarsak; önceleri genellikle azınlıkların görev aldığı sektörümüzde, bu dönemde Türk Eczacı sayısı gittikçe artıyor. Özellikle büyük illerde hizmet veren eczaneler ağır ağır Anadolu’ya yayılıyor. Eczanelerde hazır ilaç çok az. Olanlar da genellikle yerli ve basit üretimler. Genellikle üretime dayalı, majistral ürünlerin ağırlıklı olarak hazırlandığı eczane işletimi. Ağır ağır alt yapısı hazırlanan sosyal devlet mekanizması. Eczacılar da, yan yana gelme bilincinin oluştuğu ve küçük de olsa örgütsel yapılanmalar gözleniyor. Yerli ilaç üretimi gittikçe güçleniyor. Üretimin başında eczacılar çoğunlukta. Depoculuk genellikle bölgesel. Küçük sermayeli kurumlar halinde faaliyet yürütüyor. Bu dönemde eczacılar; üreten, dağıtan, satan ve öğreten konumda, meslek etiği en üst düzeyde.
Sonrası süreçte tekrar genel yapıya döndüğümüzde; ikinci dünya savaşı sonunda tam bağımsızlık ülküsü yok oluyor. Ülkemiz NATO ’ ya sokularak uzun süre kapitalizmin jandarması rolünü üstleniyor. Çok partili düzene, demokrasi demokrasi çığlıkları altında pupa yelken gidiyoruz. Devletle ilgili önemli kararlar yabancılara danışılarak alınıyor. Köy enstitüleri kapatılırken, köylünün eğitimi ve aydınlanması sonlanıyor. Yer altında saklanan bütün karanlık odaklar siyasi mekanizmayla tekrar hayat buluyor, filizleniyor ve devleşiyor. Cumhuriyet’in Kuruluş felsefesinin ağır ağır terk edildiği gözleniyor. Altı ok karartılarak Cumhuriyet’in tanımı; ’laik, sosyal, demokratik, hukuk devletidir.’ tanımına indirgeniyor. Millet’in iradesine ve aydınlanmasına vurulan darbeler sonucu, ülkenin etnik ve meshepsel sınıflara ayrışması, güvensizlik ortamının hızla büyümesi, baskı ve üretimsizlik sonucu, hızla kentlere göç ve tarımsal üretimin çökmesi. Cumhuriyet’in ve milletin binbir emeğiyle oluşturulan üretim birimlerinin tek tek elden çıkartılması. Üretemeyen, sürekli tüketen bir toplum ve sürekli borçlanan bir ekonomi. İktidarların milletten kopması, yandaşlaşması, yabancılaşması. Medyanın ve ekonomik kaynakların kuşatılması. Bu süreçte olumlu olarak görülebilecek 1961 anayasasının getirdiği özgürlük ve emek eksenli başkaldırının da ABD menşeli darbelerle kuşatılması sindirilmesi ve yok edilmesi.
Aydınların pek çoğunun devşirilmesi. Amerikan icazetli partiler ve liderler. Toplumun fakirliği seven ve verilen küçük yardımlarla yetinen, yalnızlaşan birbirinden kopan yapısı. İşte 2011 Türkiye’si.
Bu olumsuz ve karamsar tablonun sektörümüze yansımalarına dönersek, öncelikle, eczacılar ağır ağır üretim alanını terketmiş ve eczanelere sıkışmış görünüyor. Artan eczane sayısı ile birlikte mesleki ve örgütsel çözülmeler de görülmeye başlıyor. Eczanelerde ki üretime dayalı görev anlayışı yerini hazır preparat satışına terk ediyor. Bu süreçle birlikte daha fazla satış daha fazla kar hırslıyla eczacılık,ilaç tüketimini körükler bir noktaya yani kapitalizmin arkabahçesi olmaya sürükleniyor. Yerli ilaç üretimi gittikçe küçülürken ithal ilaç payı gün geçtikçe büyüyor. Eczane yaygınlaşmasıyla işlevi artan depoculuk, adını dağıtım kanalına dönüştürüyor ve kazançlı birsektör konumuna dönüşüyor. Bu alanın kazancı büyürken eczane kazançları gittikçe küçülen bir seyir izliyor. Sosyal devlet anlayışı terkedilirken sağlık sektörü tamamen özelleştirilen bir konuma giriyor. Sağlıkla ilgili bütün devlet birimleri kapatılırken, gözlerini para hırsı bürümüş sermaye odakları bunların yerini dolduruyor.
Bu dönemde ki mesleki anlamda tek başkaldırı, tek manifesto 1977’ler de filizlenen çağdaş eczacılık hareketidir. O yıllar da çözülmeye ve bireyselliğe giden eczcacıları tekrar örgütlenme bilinciyle donatan bu hareket, oluşturduğu devrimci, halkçı, devletçi, ulusal meslek ve sağlık projeleriyle meslek odalarını ve TEB ’ni tekrar aktifleştirerek mesleğimizi bu günlere taşıyan en önemli kararlara imzasını atıyor. Bu hareket ’ ben yok biz varız’ anlayışını tekrar hayata geçiriyor. Yerli ilaç üretimi destekleniyor, çok uluslu tekellerin ve işbirliği içinde ki yerli oligarşinin ülkemizi ve halkımızı soyma girişimlerine toplu tavırlar gösteriliyor. Eczacının üretimden tüketime kadar etkinlik ve yetkinliği öne çıkartılarak ecza kooperatifleri oluşturuluyor, paylaşımcı bir model sunuluyor. Emekten yana ve toplumsal düşünce ekseninde, eczacının sınıfsal kimliği öne çıkartılıyor. Halkımızla beraberliğimiz vurgulanıyor. Her sektörde ve bireylerde görülebilen kapitalizmin çirkin kuralları Çağdaş Eczacılık hareketininde bazı bireylerini ve yapılarını olumsuz yönde etkiler ve törpülerken, Çağdaş Eczacılar Derneği İzmir şubesi olarak yukarıdaki programın izinde, mesleğimizi yarınlara bağımsız ve bağlantısız bir şekilde taşıyabilmenin bilinç ve sorumluluğuyla hareket etmeye devam edeceğimizi tüm kamuoyuna tekrar ve haykırarak ilan ediyoruz. Mesleğimize göz diken her türlü şer odağının korkusu olmaya yukarıdaki ilkelerle örtüşen her türlü kurum ve bireyle omuz omuza vermeye, toplumumuzu ve meslekdaşlarımızı aydınlatmaya devam edeceğimizi bir kez daha ifade ediyoruz.