ANLAYARAK TARTIŞMA
Toplumlar üzerine uygulanan sömürü, baskı, zulüm, toplumsal eşitsizlik, adaletsizlik sanıldığı gibi sadece zora, çıplak şiddete dayanmaz. Esas itibariyle gönüllü kölelik ve ya gönüllü kabullenmeyle egemenlik tesisi kuruluyor. Gönüllü kölelik; ezilen ve sömürülenlerin resmi ideolojiyi içselleştirmesi demektir. Bilindiği gibi egemen ideoloji, kavramlar, sözcükler, söylemler ve kurumlarla oluşturuluyor. Bilincin sömürgeleştirilmesi için de “aydın” denilenler, yazarlar, uzmanlar, çeşitli düşünce kuruluşları, bilim erbabı ve bazı profesörler seferber ediliyor. Bir bütün olarak bu kişi ve kuruluşların misyonu; yalanı gerçek, yanlışı doğru, kötüyü iyi gibi göstermektir.
Emperyal ve kapitalist düzen savunucuları bu ortamları hazırlarken tek hedefleri yanlış bilinç oluşturmaktır. Neoliberal saldırı her seferinde daha çok insanı işsiz, aç, korumasız bırakıp dışlıyor, marjinalleştiriyor. Herkesin başının çaresine bakmasını salık vererek hareket ediyor. Gerçek anlamda sivil toplum örgütü sayılması gereken kurum ve kuruluşlarI, Demokratik Toplum Örgütlerini, Sendikaları ve Meslek Odalarını yıpratmak, etkisizleştirmek üzere sinsi ve açık bir saldırı söz konusudur. Diğer taraftan kendi çıkarları doğrultusunda çalışan STK’ lara, Medyalara milyarlarca dolar aktarılıyor.
İnsanlar, içine sürüklendikleri çaresizliğin asıl nedenini anlamasınlar diye “bilimsel” dedikleri çalışmalar finanse ediliyor. Tartışılması gerekenin tartışılmasını engelleyen kurum, kuruluş ve kişiler muteber sayılıp ödüllendiriliyor. Sistemi aşmaya yönelik kurum ve kuruluşlar da parasal desteklerle etkileştirilip içleri boşaltılıyor ve ya doğrudan yenileri kuruluyor. Gerçek anlamda eleştirel çabaların önünü kesmek için yeni bir “araştırmacılar”, “proje yöneticileri” katmanı türetilmiş durumda. Bu amaç için milyarlarca dolar harcanıyor. Ama bir şartla; olup-bitenlerin kimin için ne anlama geldiğini tartışmamak ve tartıştırmamak.
Emellerini gerçekleştirmek için ellerindeki sınırsız gücü kullanmaya çekinmeyen bu ”yeni dünya efendileri” gerekirse hükümetleri devirmekten imtina etmemişlerdir. Gelişmekte olan ülkelerin siyasetine, ekonomisine, toplumsal yaşantılarına yön verecek gücü hep ellerinde bulundurmuşlardır. Ülkemizde de hükümranlıklarını koymadıkları alanlar hemen hemen yok gibidir. Hepsini irdelemeye çalışmak yüzlerce sayfaya sığmayacağından sadece ilaç ve eczacılık alanlarına göz diktiklerini belirtmekle yetinelim.
Bu gün Türk Eczacılar Birliğinin ve Eczacı Meslek Örgütlerinin yaptıkları mücadelenin bu açtığım pencereden tartışılması gerektiği kanısındayım. Çok uluslu şirketler, dünyaca büyük perakendeciler ve firmalar yeni bir düzenlemenin peşindeler. Bu düzenlemeyi yapmak için hükümeti, parlamenterleri baskı altına almaktan ve onları yönlendirmekten asla vazgeçmeyeceklerdir.
Bu bağlamda düşünüldüğünde TEB Merkez Heyetinin ne tür zorluklar altında olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Eczanesini, çocuklarını, eşlerini ve değerli zamanlarını bırakıp her gün meslek adına bir şeyler yapmaya çalışan yöneticilerimizi morallendirmemiz gerekmektedir. Gün, birbirine dalaşıp kavga etme günü değildir.
Üçüncü Dünya Ülkelerinde, devletlerin başlıca işlevi; çok uluslu şirketlerin faaliyetlerine uygun bir ortam yaratmak emperyalist sömürü ve yağmayı güvence altına alacak düzeyde, makroekonomik dengeleri kurmaya imkân veren ekonomik politikaları uygulamak, nihayet muhalefeti ve muhalifleri etkisizleştirmekle sınırlıdır. Bu yüzden gerek SGK ve gerekse Sağlık Bakanlığı İletişimlerinde ikircikli davranmakta ve bazen yaptıklarına akıl- sır erdirilememektedir. Bu kadar ağır faktörler altında meslek adına bir şeyler yapmaya çalışan TEB yöneticilerinin pozisiyonunu doğru algılamak zorundayız.
Bizim TEB Merkez Heyetimize zaman zaman getirdiğimiz eleştiriler, bu ağır zeminde hareket edilirken bütün sorumluluğu almaya çalışmaları ve bilgi akışını bazen sekteye uğratmalarından kaynaklıdır. Eleştirilerimizin yer aldığı dökümanların, bazı oda yöneticilerimiz tarafından başka amaçlar uğruna kullanılması ve örgütsel bütününün zedelenmesine yol açmaları kabul edilir bir durum değildir. Kaldı ki TEB’i eleştirirken kendilerine danışılmadan, görüşleri alınmadan hareket edildiğini belirten bu oda yöneticilerimiz; nasıl oluyor da bizlerle konuşmadan, fikrimizi almadan adımıza hareket edebiliyorlar! Bu tür hareketlerin çağdaş yönetimler de yeri yoktur, yanlıştır.
TEB Merkez Heyetini oluşturan iradenin arkasında, geniş bir eczacı tabanına sahip, çalışkan, irade sahibi ve ciddi bir ekibin olduğu unutulmamalıdır. Merkez Heyetine ve diğer organlara seçilen her üyenin de meziyetli, ayrıcalıklı yönleri olan, mücadeleci ve ferasetli meslektaşlarımızın olduğu da bilinmelidir. Hal böyle iken yapılan eleştirileri üzerine alan ve, konudan vazife çıkarıp, eleştiri yapan oda yöneticilerini ve bazı merkez heyet üyelerini pervasız ve bayağı bir dille kalemine konu eden bir oda başkanımızın naif olmayan hareketi de doğru değildir ve kabul edilemez.
Yineleyecek olursak; gün birlikte hareket etme günüdür. Sorunların bütün yönleri ile ele alınabilmesi için TEB Merkez Heyetine çeşitli görevler düşmektedir. Öncelikle meslekle ilgili bütün derneklerle, sendikalarla ve değişik eczacı oluşumları ile (Eczacının sesi grubu, eczacı kooperatifleri gibi…)bir araya gelip durum değerlendirmesi yapması gerekmektedir. Sonrasında,”Başkanlar Danışma Kurulu” ile acilen toplanmalıdır. Odalardan gelen her çağrıya önem vermeli ve bu yönde hareket etmelidir.
Böylesi bir dönemeçte eski kavramlar, eski yaklaşımlar, eski mücadele yöntemleri artık işe yaramaz durumdadır ve yeni başlangıçlar, yeni mücadele yöntem ve araçları yaratmak, eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik, toplumun ekonominin ve sermayenin hizmetinde değil de, tam tersine ekonominin ve ekonomik faaliyetin toplumun hizmetinde olduğu bir uygarlığın yolunu aralamak bu amaçla da ayağa kalkmak durumundayız.
Güzel ve özlenen günleri hep beraber görmek dileğiyle bütün meslektaşlarımın yeni yılını kutluyorum.
Saygılarımla…
Ecz. M. Emin BEYAZ
44. BATMAN SİİRT MUŞ
ECZACI ODASI BAŞKANI