“…Bu manzaradan sonra ABD’nin Anadolu coğrafyasındaki çıkar ve tezlerinin daha da kök salmaması için "Eşit ve Özgür Bir Ülke İçin 12 Eylül Anayasası’na da AKP Anayasası’na da HAYIR" demek her zamankinden daha fazla gereklidir.”
Anayasanın, referandumda oylanmasına az bir süre kaldı...
Sahada iki takım, “hayırcılar ve evetçiler”, kıyasıya mücadele ediyor. Tribünler dolu; taraftarlar izlemede.
Evetçiler, önemli bir ekseriyet. Sahaya çıkan ekibe bakılırsa, AKP’nin kendisi dahil tarikatından, cemaatine ve görüntüdeki her türlü cem-i cümle liberal, forma giymiş görünüyor. Yedek soyunmuşlar arasında kimler yok ki, sarı-yeşil sendikalar; bu amorf demokratikleşme işine kendisini korkusuzca feda eden “eski adı solcu, dönmeler”; ABD büyükelçisinin çabalarında şekillenen dış destekçiler; yeşil sermayenin mutlak ekseriyeti ve bunlar yanında hizaya sokulma ve şakirt kılınma tehdidi alan Tüsiat’çı tayfa. Geniş bir cephe vesselam!..
Hayır bloğunun içinde, mecliste grubu olan partilerden CHP-MHP var. Meclis dışında iki ana gövde var. Bu işin bir kanadında ulusalcılar ve İP yer tutarken, sosyalist cenahta TKP, ÖDP, EMEP ve Halkevleri yer alıyor. DİSK hayırcı cephenin toptancı sedika kanadı. KESK ve Türk-İş içinden de kimi önemli iltihaklar var.
BDP; AKP düzeninden beklentiler ve İmralı faktörü arasına sıkışmışlıkta, bir yandan “boykot” işinde karar kıldığını söylüyor; diğer yandan ise, “destek” yavelerini, vaziyeti kollama babında seslendiriyor. İlan edilen “ateşkes” ise, tam anlamıyla bir pazarlık havucu. Konuşarak anlaşma ve “evet” oyuna çark etmede, “demokratik özerklik”, “hareket mili” görevini görüyor; olmaz ise, tehdidin bini de bir para. BDP yanında yer tutan ve “ulusların kendi kaderini tayin hakkı”nı, solculuklarının yegane ve tartışılmaz kaderine dönüştüren bir cenah da “boykot” serencamında buluşuyor.
Ayrılıkçılık ya da ayrışmacılık, “tehdit” unsurları arasında bulunan kent merkezli karşılıklı kırımlarla yaratılacaksa; vay bu ülkenin o hallerine. Kuşkusuz bu yeniden yapılandırmanın son aşamasına böyle gelinirse, memleketin hali ne kolay yenilir, yutulur; ne de hazmedilir olacak.
Sahada iki takım olduğunu söylerken, takım sayısını üç diye saydığıma bakmayın. Boykot işine soyunanlar, ne derlerse desin, düzenin “evet” düzenbazlığıyla ortaklaşmaktadırlar.
Sosyalist cenahın, referendumda “hayır” belgisine sahip çıkışı son derece önemlidir. Düzen aksesuarı olmayan siyasetler, ayrışmacı bir tutum yerine, ortak bir mücadele zemininde birleşebilmenin aklı olarak, kamuoyunun gündemine gelmişlerdir.
15 Ağustos’ta açıklanan deklerasyonun adı da, içeriği de son derece önemlidir. "Eşit ve Özgür Bir Ülke İçin 12 Eylül Anayasası’na da AKP Anayasası’na da HAYIR" metnin başlığı.
Metnin içeriği “SoL sayfalarında da, gündelik kimi gazetelerde de ayrıntısıyla açıklandı. Okumayanı varsa, bakmakta yarar var.
Yürürlükteki anayasa, 1980 lerde, bu memleket ahalisinin üzerine bir cendere gibi geçirilmiştir. O günden bugüne, anayasanın mutlak değişmesinde taraf olan “sosyalist cenah”, acep nedendir ve ne ola ki “hayır”cılıkta ısrar ediyor.
Şundandır:
o Herşeyden önce, bu demokratik yeni bir anayasa ve onun oydaşması falan değildir.
o Yapılan bu işin adını doğru koymak gerekir; bu bir “anayasa tadilatı” dır.
o Anayasa yapma işininin özünde ve içinde (ki bunları daha önce de başka yazılarda tartışmıştım) “kurucu” olma özelliği en temel “olmazsa olmazdır”. Oysa, referanduma çıkan metinde böyle bir özellik yoktur. Olan sadece, yönetim erkinin “biricik mutlak” haline dönüştürülmesinden başka birşey değildir.
o Kuruculuk dönemleri, düzen içi tadilat, tamirat işlerinden de önemle ayrılır.
o Cumhuriyete kurucu olan “anayasa”, eski tabirle “müesses bir nizam”ı ortadan kaldırıp atan, yıkan ve üzerine yepyeni bir düzen tesis eden sürece aittir.
o Burjuva düzeni içinde ayrışan bir diğer anayasa ise, 27 Mayısla bitişen 61 Anayasasıdır. Toplumsal ilerleme ve gelişmeye açık, “kuvvetler ayrılığı”nı düzenleyen kulvarlar içermesiyle ve özellikle “sosyalist sol”un kendisini ilk kez mecliste ifade etmesine olanak sağlayan bir dönemin anayasası olmuştur.
o 1980 le gelen ise, “müesses nizamı” pekiştirerek, sistemi “toplumsalcılığa” tamamen kapatan ve sermaye piyasalarına olduğu gibi açan, gerici bir metindir. Üzerinde şimdi yapılacağı öngörülen kimi makyajlar ise, ilk olmayıp, toplumdan yana yeni bir kuruculuk değil, “kuvvetler ayrılığını” sermaye düzenine daha da eklemleştiren bir tadilattan başka birşey değildir.
Burada deklerasyonun “acil talepler” bölümüyle kısa bir mola vermek gerekmektedir.
1- 12 Eylül ve darbe kurumları olarak bilinen ve toplumu üniversitelerden yargıya; basından sendikal örgütlenmeye kadar bütünüyle kontrol altına almayı hedefleyen yapılar ortadan kaldırılmalıdır.
2- Halkın siyasal temsiliyetinin önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır. Bunun için öncelikle yüzde 10 seçim barajı kaldırılmalı; adil bir seçim yasası hazırlanmalı, anti-demokratik siyasi partiler yasası değiştirilmelidir.
3- Halkın siyasal mücadele ve örgütlenme hakkı önündeki bütün engeller kaldırılmalıdır.
4- Sendikal barajlar kaldırılmalı, grev ertelemeleri yasaklanmalı, kamu çalışanlarına grev ve siyaset hakkı sağlanmalıdır.
5- Güvencesiz çalışma yasaklanmalı, işten çıkarmalar durdurulmalıdır. Fazla mesai yasaklanmalı, ücretler düşürülmeden haftalık çalışma saati 35 saate çekilmelidir.
6- Halkın parasız eğitim, sağlık, barınma, ulaşım, su, temiz bir çevrede yaşama ve güvenceli çalışma hakkı gibi en temel hakları anayasal güvence altına alınmalıdır.
7- Kürt halkının dil, kültür ve kimlik talepleri karşılanmalı, eşit haklar anayasal güvenceye alınmalıdır.
8- Alevi yurttaşların eşit yurttaşlık talepleri karşılanmalı, ayrımcılığa son verilmeli, 12 Eylül’ün bir ürünü olan zorunlu din dersleri kaldırılmalıdır.
9- Kadına yönelik ayrımcılık yasaklanmalı; kadınların çalışma yaşamına katılımının önündeki engeller giderilmeli, güvencesiz çalıştırılmaları önlenmeli, kadına yönelik şiddetin engellenmesi için tedbir alınmalı ve kadınların tüm sosyal ve siyasal haklarını güvence altına alacak düzenlemeler yapılmalıdır.
10- Özelleştirmeler durdurulmalı, özelleştirilen kamu kurumları tekrar kamuya iade edilmelidir.
o Deklerasyonun “acil talepler” maddeleri, metnin bütününe bağlı olarak bir “demokratikleşme” sürecinin önünü açabilecek bir siyasi irade talebidir.
o Bu talep gerçekleştirilmeye konu olsa idi, sistem içinden toplumsallaşmaya yol döşeyebilecek yeni ve ilerici özü olan bir “anayasa” oydaşmasına kuşkusuz “hayır” demek mümkün olamazdı. Oysa, ortada olan durum, AKP’nin karinesi olarak kendine bir yasa tadilatından başka birşey değildir.
Anayasa meselesi referandum tarihine değin, eni boyu daha da çok tartışılmalıdır. Toplum algısında “AKP-tizasyona hayır”ın yerini, sandıkta pekiştirmek gerekir. Bir “yalan rüzgarı” olarak işlenen “demokrasi” retoriğinin, gözbağcılıktan kurtarılarak, deklerasyonun “acil talepleri”ne oturtulamadığı bir Türkiye’nin, akıbetinin, dağılma ve ayrışmadan başka birşey olamayacağı daha güçlü bir sesle anlatılmalıdır.
Yurtdışından sesler:
Geçmişte, TRT’nin biricik radyo ve televizyon kurumu olduğu dönemlerde, radyo yayınları içinde “Yurttan Sesler” jeneriği ile anons edilen bir program vardı. Türküler çalınır, söylenir ve hatta yöresel derlemeler, titiz bir araştırıcılıkla ve folklorik özellikleri vurgulanarak kültür yaşamına sunulurdu. Şimdilerde ise, “yurttan sesler”in esamesi okunur bile değildir. “Yurt dışından sesler”, geçmişe oranla neredeyse tek belirleyici hale gelmiştir.
Ağustos başlarında, Vaşington tarikli bir haber gazetelerde yer aldı. Amerikan Dışişlerinden Clinton başkanlığında bir heyet, müttefik ve stratejik ortak “vassal” Türkiye’nin “no’locak bu memleketin halleri” başlığını “merkez başkent”te görüştü.
Haberi bizzat sızdıran ABD Dışişleri. Yetkili kurum temsilcileri bu toplantının içinde. Yani Pentagon’u var; CIA’sı var. Toplantıda, “Türkiye işleri” siyasetinden, ekonomisine ve geleceğe ilişkin olarak masaya yatırılıyor. Genel gidişat böylece sorgulandıktan sonra, ABD’nin sözcüleri, bu türden bir değerlendirmenin ilk olarak yapılmadığını ve esasen rutin bir iş olduğunu açıklıyor. Bu işin ilk olan bölümü ise, yapılan değerlendirmenin açık edilmesi; propagandif bir şekilde ABD yetkililerince duyurulması. Duyuru nedeni ve toplantı önemine gelince, Anadolu coğrafyasının ABD çıkarları için vazgeçilemez olduğunun altının çizilmesi ve şirazeden çıkışa “balans ayarı” gerektiğinin üstü kapalı çıtlatılması.
Sonra ki günlerde, İngiliz, “Financial Times” ın haberi, başka bir bomba tesiri uyandırdı. Geçtiğimiz haziranda gerçekleşmiş Obama ve RTE görüşmesinin sonuçlarını açıklayan maruf matbuat, İran ve İsrail işlerindeki ayarsızlıktan dolayı Türkiye’nin fırça yediğini ve ceremesi olarak da gelebilecek bir askeri amborgo müjdesini yayımladı. Bizim Dışişleri bakanının habere köpürmesine ve yalanlama tonuna bakılırsa, ortada “mümkün bir paylama” var. Anlaşılacağı üzere, ambargo telafuzu, Obama ve RTE buluşmasına ait bir keyfiyet. Sözün özü orada yeterli gelmemiş anlaşılan. Bu kez de Clinton başkanlığında yapılan son toplantıya ait rapor, taze olarak ve bizzat yönetim tarafından açık ediliyor. Bir de ABD senatosunun Türkiye’ye atanacak büyükelçiye, Cumhuriyetçi kanat nedeniyle koyduğu engel işi var ki; Cumhuriyetçilerin sözcüsü, ABD’nin Erdoğan’a verdiği destekten dolayı (sanki Bush döneminde daha değişikti) Türkiye işlerinin şirazeden çıkma sıkıntısına girdiğini ifade ediyor. Cumhuriyetçilerin hesabına göre, Obama’nın Türkiye politikalarının gözden geçirilmesi zorunluluğu, şimdilik elçinin atanma vizesine ambargo şerhi olarak kayıtlara düşüyor.
Bütün bu hamleler, “yurtdışından sesler” programında RTE ve AKP için uzaktan akortsuz bir havanın estiğini, ya da yeniden bir akort sürecinin başladığını gösteriyor. ABD büyükelçisinin “referandum” işlerine “evetçilik” desteğiyle taraf olmaya kalkması, gelecek sürecin nasıl biçimlendirildiğini de daha netleştiriyor.
Netliğin içinde “ne var?”:
o ABD çıkarlarının şanlı ordusu, dünyanın dört bir yanına “demokrasi-demokratik değerler ihracatçılığı” ile görevlidir. Şimdi bu memur ordu, yenik olarak Irak topraklarını 17 Ağustos tarihinde terk etti.
o Anavatana dönen askeri unsurların tümü, muharip sınıflar. Yani savaşçı askerler. Bunlar tankını, topunu, tüfeğini toplayıp geri dönüş yoluna düzüldüler. Saddam’ı, olmayan bir nükleer güç sahibi olarak tepeledikten sonra, geride yanmış, yıkılmış, ayrışmış, bölünmüş ve ölümden, işkenceye, tecavüzden, aşağılanmaya alçakça bir kader yaşatılmış Irak’lıların boş bakışları altında (geldiklerinde, boyunlarına sarılan aymaz, işbirlikçi sefiller çoktu), yıkık bir Irak’tan ayrılıyorlar.
o Geride üç temel bölge ve unsur kalıyor. İlki, İran’la yakınlığı su götürmez olan Şii bölgesi ve kesimi. İkincisi, Türkiye sınırında fiili olarak devlet haline getirilmiş ve Irak’ın taşeron valiliği ve müstemleke yöneticiliği ellerine teslim edilmiş bir Kürt kesim ve coğrafyası. Üçüncü taraf ise, sünni Türkmen ve Araplardan oluşan bir halk.
o ABD’nin yegane müttefiki, Irak Kürdistanı’ndaki yönetim eliti ve peşmergeleridir. Peşmergeler, olmayan yeni Irak ordusunun ve polis güçlerinin bel kemiğidir. Eğitimlerini ABD ordusu kadar, İsrail’de üstlenmiş görünmektedir.
o Bu manzarada ABD çıkarlarının korunması, geliştirilmesi ve sürdürülmesi, yani stabilizasyon, Irak Kürdistanı ve yönetimine bölgesel desteğin sağlanması ve güçlendirilmesi ile mümkün görünmektedir. Hatta buna göre bölgenin yeniden haritalandırılması bile, raporlardaki çözümler faslında kayıtlıdır.
o Türkiye’nin İran kartını ABD’ye karşı oynama siyaseti, AKP’nin iktidar süreci ile ilintilendirilebilir. Yönetimin bölgesel aktörlük istekliliğinin yanısıra, iç siyaset süreçlerinin zorunlu gereklilikleri, ABD ile kimi dekoratif pazarlıkların sürdürülmesini içerebilir.
o Bu basınç oluşturma işine, İsrail’de dahildir. AKP’nin İsrail kartı da, ABD’nin vazgeçilmez çıkarı olan bölgesel “Büyük İsrail” politikasında, kendine yer bulabilmenin ince ayar aktörlüğünü sergiler görünümdedir. Çatışan tarafları, kanatları altında tutacak bir ABD’nin, bu ülkelerdeki yeni siyasi iç açılımları da, desensitize etme kapasitesi, bu işte hesap ediliyor olsa gerektir.
ABD, Türkiye penceresinde bu denli çetrefil, kompozit işlerin çözümüne derinden baktığını, ilk kez uyarı-duyuruyla gündeme getirmiştir.
Bu manzaradan sonra ABD’nin Anadolu coğrafyasındaki çıkar ve tezlerinin daha da kök salmaması için "Eşit ve Özgür Bir Ülke İçin 12 Eylül Anayasası’na da AKP Anayasası’na da HAYIR" demek her zamankinden daha fazla gereklidir.
Kaynak-sol.org.tr