29 Nisan'da bu köşede yayımlanan “Haydi 1 Mayıs’a” yazımda, 1 Mayıs arefesindeki beklentileri üç başlıkta toplamıştım:

* “Emeğin sınıfsal gücünün, ülkenin kaderinde ve başköşesinde oturduğu dosta düşmana bir kez daha gösterilmelidir”;

* “İlerki yıllarda sönümlenme ve ziyan edilme tehlikesine, şimdiden izin verilmeyeceğinin kararlılığı sergilenmelidir”;

* “...emperyalizme teslim alınan ülkenin toplumsal kurtuluşu için, gerçek bir dayanışma ve mücadelenin de kapısı,.. aralanmalıdır”.

2 Mayıs günü, Taksim 1 Mayıs Meydanı’ndan geriye kalanlara baktığımda, üç beklentiye de doğru sol tavrı örgütleyenlerin, doğru yanıtlar verdiğini söyleyebilirim.

Lafı dolandırıp, sulandıranların söylemlerine bakılmamalı. Burjuvazi, emekçi kesimlere “hak” kapılarını, kendiliğinden ve demokrasi icabı açıp, teslim etmiş falan değildir. Ardında mücadele olmayan, acı çekilmeyen, ter akıtılmayan hiç bir kazanım, emekçi defterine burjuva iyiliği, lütfu olarak kayıt düşülmemiştir. Yani kopara, kopara; yani söke, söke alınmadığı sürece...

Şimdi işin en zor faslına yeni bir ufuk açma zamanıdır. Ülkenin ve emeğin geleceğinin gericilik, emperyalist işbirlikçilik piyasacılığa boğdurulduğu bu ağır cendereden, toplumsal kurtuluşa yol döşemek hem boyun borcudur; hem de bunun dışında Türkiye için başka bir gelecek ve seçenek yoktur.

***

Mayıs güneşi, ilk yazın habercisidir. Damarda dolaşan kan, yatağında ılık akarken, mayıs güneşiyle ne de güzel ısınır delikanlılığa ve yeniden yaratmaya. Yapı ustalığı nasıl da birden tetiklenir.

Ağacın özsuyu yaprağa yürür; tohuma duran boy atar; filiz verir. İnce dallarda çiçek açar; ovalar başaklar. Kısacası, doğa yeniden hayatlamanın peşindedir ve devinir...

Devinir ciğerleri dolduran soluk daha derinden. Devinir alın terimiz, yürek ateşiyle hayatı yeniden kurmaya taşınırken. Ağır eller toprağa yeniden basarak, doğrulur devinim içinden. Ve bir motor dişlisini, büyük çarkın dönen milinde üreten ağır eller, örsün üzerinde hayatı çekiçle döverken, deviniriz böylece biz, her mayıs güneşinde yeniden...

1 Mayıs, emeğin tohuma, toprağa durmasında nasıl bir müjdeci ise, her 6 Mayıs, bu coğrafyadaki yiğitlik, yurtseverlik, devrimciliğin tarihe düşülmüş en görkemli hasat zamanlarından birisi ve takvimdeki yeridir.

Her 6 Mayıs, içinde taşıdığı üç paradoksu düşündürür bana..

İlk paradoks, insan canının insan eliyle alınmasıdır...

Denizler yaşamlarından böyle olmuşlardır. Yirmili yaşlarının baharında, yurtseverlikleri ve devrimci kimlikleriyle ülkelerinin geleceği adına canlarını korkusuzca ve göz kırpmadan feda etmekten bir adım geri durmamışlardır. Onlar kendi değişleriyle bir kez asılmışlardır. Bu ödünsüz özgürlük savaşçıları, bir tek vasiyet bırakmışlardır; ipe çekilirken. Gürleyen seslerinin çınlattığı “Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye”, her mayıs şafağında toplumsal kurtuluşun en şanlı bayrağı olarak o nedenle hep en yükseklerde dalgalanmaktadır.

İkinci paradoks mu?..

Yani ve oysa asanları.., mecliste asılmaları için alkışlarla el kaldıranları ve bugün sürdürdükleri yaşamları...

Onların ki ne müthiş bir kabustur; ne önü, ardı olmayan bir karabasan. Eğer varsa ya da kaldıysa, vicdanlarında yaşamlarını dar eden ve otuzsekiz yıldır içinden çıkamadıkları bir gayya kuyusunda yuvarlanıp, durmak. İpten indirilen cansız bedenlerin, “...şahsi hiçbir çıkar gözetmeden, halkımızın bağımsızlığı ve mutluluğu için...” savaşanlara ait olduğununun toplumsal bellekten silinemediğini ve yok edilmediğini her gün görmek ve “hesap vermenin” kapının ardında olduğunu hep hissetmek, ne inanılmaz bir işkence olmalı.

O gün asın diyenlerden göçüp gidenler, ölümleriyle kurtuluş bulmuşlar mıdır bilemem. Ne var ki, işte o idama el kaldıranlar, her 6 Mayıs’ta bir kez daha kendi ayıplarına, gaddarlık ve cellatlıklarına bir kez daha ve bir kez daha mahkum olmaktalar.

Üçüncü paradoksa gelince,

Mahkemesinden, meclisine, o cellatlar,..

insan gibi insan,

adam gibi adam,

yurtsever gibi yurtsever,

devrimci gibi devrimci,

sosyalist gibi sosyalist olanlardan

nasıl bir bayrak yaratacaklarının ayırdında olmadan,

verdikleri fermanla, bayrak dokumacısı da olmuşlardır...

farkına varmadan...

“...Siz toprak altında ulu

köklerimizsiniz...”

diye sesleniyor “Kuvayi Milliye şehitlerine” büyük usta Nazım Hikmet Ran,

Kökleri sağlam devrimcilerdi Denizler.

6 Mayıs’ın, “Bağımsızlık ve Özgürlük Bayramı” olarak kutlanacağı günlere özlemle, bütün şehitlerimize selam olsun.

 

Kaynak- sol.org.tr



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat