Ülkemizdeki yasal mevzuat; hayatın her alanını kapsayacak şekilde, o kadar geniş ve kapsamlıdır ki, farkında olsak da olmasak da, bilsek de bilmesek de her alana müdahildir. Örneğin; halı veya kilim silkeleyecekseniz Zabıta Yönetmeliğine göre pazartesi günü saat 9 ila 12 arasını beklemeniz, yine yasal mevzuata göre yaya kaldırımında size göre kaldırımın sağ tarafından yürümeniz gerekmektedir. Bu örnekler o kadar çoktur ki, başlı başına bir kitap konusu bile olabilir.
Dolayısıyla da günlük yaşantımızı olumsuz etkileyen şey sanılanın aksine yasal mevzuat eksikliği değil mevzuatın çok ve karmaşık olmasıdır. Zira o kadar çok yasal düzenleme olunca ister istemez bunlardan birine ya da bir kaçına uymamak durumunda kalır ve haliyle de suç işlemiş olursunuz. Eğer sizin bilmeden yaptığınız bu eyleminiz para cezasını gerektiriyorsa da resmi kurumlar er ya da geç, ama mutlaka bu para cezasını sizden tahsil ederler.
Bir de para cezaları eğer trafik cezaları gibi çok ciddi bir meblağı buluyorsa Bütçe Kanunu hazırlanırken bu cezalar hesaplamalara dahil edilir ve bütçeye hedef konulur; önümüzdeki yıl şu kadar para cezası tahsil edilecek diye. (Şaka yapmıyorum, her yıl kesilecek cezalar için hedef konulur ve o hedef tutturulur, dünyada başka örneği yok!) Hal böyle olunca da hiç olmayacak yerde U dönüşü cezası, otobanda hız cezası yemeniz de kaçınılmaz olur. Örnek mi? O kadar çok ki...
Urfalı biri anlatmıştı, gerçek midir, fıkra mıdır, bilemem; zamanın birinde emniyet müdürü trafik polislerine talimat vermiş “Çıkın, ceza kesmeden de dönmeyin” diye. Bu emri alan trafik polislerinden biri de gitmiş bir yolda beklemeye başlamış. Uzun süren bekleyiş sonucunda bakmış bir motosiklet geliyor, durdurmuş, ehliyet tamam, ruhsat tamam, her şey tamam. Ceza yazacak bir şey bulamayınca umudunu yitirmiş bir vaziyette sohbete başlamış “Ne yapıyorsun” diye sormuş. Motosikletli de saf saf Allah’a emanet gidiyorumun yerel ifadesi olan “Ne olsun amirim , önde Allah, arkada Peygamber gidiyoruz işte” deyince birden trafik polisinin gözü ışıldamış “Demek bir motosiklete üç kişi binersiniz haaa” deyip kesmiş cezayı...
Bu konuya ters köşeden niye mi girdim? Mesleğimizde de dışarıdan bakanların aksine o kadar çok yasal mevzuat var ki bir çoğunu yıllarını bu mesleğe vermiş olanlar bile bilmiyor, bildiğini sanıyor.
En çok zorlanılan konu da en büyük alıcımız olan SGK ile imzaladığımız protokol.
İlaç Alım Protokolü ceza toplamaya alışmış, bunu genel kural haline getirmiş bir devlet anlayışının, en büyük kurumlardan biri tarafından hayata geçirilmiş hali olduğundan ciddi mağduriyetler yaşanmasına neden oluyor. Bir protokol düşünün, A4 ebadıyla yaklaşık 15 sayfalık bu protokolün 7 sayfası verilecek cezaları düzenliyorsa, geriye kalan 8 sayfada da haklar değil sorumluluklar ve uyulması gereken konular düzenleniyorsa, bu protokole göre hak aramanız, başka bir deyişle haksızlığa uğramamanız mümkün değildir.
Hiçbir bilgisayar programının birebir uyumlu hale getirilemediği, ama bizlerin birebir uyumlu halde olmamız beklenen SUT konusuna ise hiç girmeyeceğim. Orada hukuki anlamda hak sayılabilecek bir şey neredeyse yok, sadece emir ve talimatlar var, yani evrensel anlamda hukuk yok gibi.
Neden derseniz, hukuki olarak yanlışlar; “sehven”, “ihmalen” ve “kasten” olarak sınıflandırılmasına rağmen imzaladığımız protokole ve uymamız gereken Tebliğ’e göre yaptığımız ve yapabileceğimiz yanlışların neredeyse tamamı “kasten” yapılmış yanlış olarak değerlendirilmektedir. Böyle olunca da mesela e-reçete olarak yazılmış ama eczaneye kağıt reçete olarak ulaşmış reçete sehven kağıt reçete olarak sisteme işlenip fatura edildiyse iade edilmez, kasten yapıldığı düşünülür ve hiçbir itiraz kabul edilmeksizin kesilir.
Kurumun bunda zararı var mı? Yok!
Eczacının kastı var mı? Yok!
Niye kesildiğinin hukuki manada bir izahı var mı? O da yok !
...
Hal böyle olunca Allah’a emanet olarak kuruma teslim edilen reçetelerin; kontrol edildiği ve hiçbir kesinti olmadığı mesajı ekrana düşünce herkes meşrebince helva kavuruyor, lokma dağıtıyor, Yasin okuyor ya da gerginliği atmak için Yoga yapıyor, kendini platese vuruyor.
“Sehven” ve “ihmalen” i kabul etmeyen, baştan aşağı “kasten” yaklaşımında olan bir hukuki metni olması gereken doğal zemine çekmek oldukça zordur, teknik bilgi ister. Çünkü orada bir cümlede yer alan “ve” yerine “veya” nın konulmuş olması, basit bir “virgül”ün konulmamış olması çok farklı hukuki sonuçlar doğurabileceğinden bu metinde olması gerekenleri belirlemek için son zamanlarda yapılması moda haline getirilen beyin fırtınası şeklindeki toplantılardan esinlenerek, hiçbir teknik altyapı hazırlanmadan süre baskısı altında yapılan toplantının istenilen sonucu vereceğini düşünmüyorum. Bu tip konularda bu tür toplantılarla istenen beklenen bir veri elde edilemez. Çünkü itiraz ettiğiniz ve düzeltilmesini istediğiniz metin sizinle ortaklaşa hazırlanmadığı gibi, kalem size düzeltme yapmak için bile verilmemektedir. Var olan metindeki yanlışları ve düzeltilmesi gerekenleri en baştan başlayarak madde madde gerekçeleri ile ve değişiklik önerileri ile hazırlamanız gerekmektedir ki kalemi ele alabilesiniz. Bu da sağlam bir hukuki hazırlıkla olur.
Hele ki bu tip toplantılarda; İstanbul, İzmir, Ankara, Bursa gibi en çok sorunla karşılaşan ve anlaşmalı eczanelerin neredeyse yarısını bünyesinde bulunduran odaların, onlara nazaran hemen hemen hiç sorun yaşamayan odalarla aynı sürede görüş bildirmesi, yaşanan ve yaşanabilecek sorunlara karşı öneri sunması pek de mümkün olmaz.
Öncelikle bu büyüklükteki odaların yaşadıkları sorunların çokluğu ve çeşitliliği göz önünde bulundurularak bir çalışma hazırlanması, gerekiyorsa ortak komisyonlar kurulmasının sağlanması, orada hazırlanan bu çalışma üzerinden de tüm odalarla ortak bir toplantı düzenlenerek nihai bir rapora varmak ve o raporun arkasında tüm taban ve örgüt olarak durmak daha doğru olmaz mıydı? Ya da madem bu toplantı yapıldı, buradan çıkan sonucun ötekileştirmeden, kırgınlıkları küslükleri bir kenara iterek söz konusu odaların başkanlığında oluşturulacak bir teknik heyetle, komisyonla protokole uyarlanması, son halinin verilmesi nasıl olur? Örgütün birikimi, tecrübesi bunu gerçekleştirebilecek derinlikte ve yeterlilikte.
Ne dersiniz???
Diğer taraftan; yaldızlı sözlerle pazarlanan küreselleşme, globalleşme rüzgarında uluslararası sermayeye karşı tek dayanağımız hukuk olduğundan bu mevziye sıkı sıkıya sahip çıkmamız gerekmektedir. Zira; hukuki kazanımlarımıza yapılan müdahaleler gün geçtikçe artmakta, uymamız gereken yasal mevzuatın çokluğunun arkasına sığınılarak bizleri suçlu psikolojisine sürükleyecek yaptırımlar hayata geçirilmektedir.
6197 sayılı Kanunun 28. maddesi bu yetkiyi vermiş olmasına rağmen eczane sahibi eczacılar “ilaç sattığı” için bu eylem suç olarak vasıflandırılıp tutanak tutuluyorsa, yine aynı maddeye göre gıda takviyesi satma yetkisi verildiği halde hiçbir yasal dayanak olmaksızın “Bu gıda takviyesi değil, gıdadır” denilerek eczacıların bu ürünleri satması engellenmeye çalışılıyorsa, “iyileştiren” anlamındaki medikal sözcüğünün eczane tabelalarında olması yasaklanıyorsa, bu davranışlara hukuk çerçevesinde gereken cevap mutlaka karalılıkla verilmelidir.
Yoksa suçlu psikolojisine sokulan bir meslek zabıta görünce tezgahı toplayıp kaçmaya çalışan işportacı ayarına düşer ki, düştüğü yerden kimse kaldıramaz.
Ortak tavır almak, tutum ve davranış sergilemek zor olmasa gerek.
Zaten konu başlıkları da hazır,
Eee, ne duruyoruz???
...
Saygılarımla…
s.sofugil@eczacininsesi.com