Bu köşede yazdığım “Eczanenizi kapatmayı unutmayınız” yazısından sonra yapılan bir toplantıda yöneticilerin “belirli bir yaş üstündeki eczacıların eczanelerini kapatmasının özendirilmesini” düşündüklerini ifade ettiklerini görünce, yazılarımın okunduğunu ama teşbih, ironi gibi yazı sanatlarını kullanmakta çok ileri gittiğimi(!) fark ettim.
Sorunun karşı tarafta olduğunu bir türlü yüzüne söyleyemeyenler, karşı tarafı kırmamak için “sorun sende değil, bende” derler ya; gereksiz alınganlıklar olmasın, karşı taraf kırılmasın diye... Ama tam tersine, sorunun bende olduğunu peşin peşin kabul ederek ters köşeden bir bakalım, söz konusu açıklamada ters olan ne?
Bir eczacı olarak hastalığı tedavi etmenin en doğru yolunun öncelikle hastalığı doğru teşhis etmekten geçtiğini hepimiz biliriz. Yanlış teşhisten yola çıkarak belirlenen tedavinin hastalığı gidermediğini, aksine o hastalığın ilerlemesine neden olduğunu da...
Öyleyse bizim sorunumuz ne? İlk önce ona bakalım.
Verdiğimiz ilaç ve eczacılık hizmetinin karşılığı elde ettiğimiz kazanç, bırakın bizim hayatımızı sürdürmeye, bu hizmetin devamını sağlamaya bile yeterli değil. Eczacı karlılığı artık “karsızlık” haline geldi. Bu “karsızlık” tespiti sadece eczaneler için geçerli değil, sektörün tamamı bu durumda.
Pekiii, bu duruma sebep olan ne?
2004 Yılında yayınlanan İlaç Fiyat Kararı ile daha önceki beyana dayalı ilaç fiyatlandırma yöntemi terk edildi, ilaç fiyatlandırması referans fiyat ile Euro’ya bağlandı.
2007 Yılına gelindiğinde ise referans ve kur düşüklüğü yüzünden dibe vuran ilaç fiyatlarına bağlı olan kar oranlarının da artan işyükünü karşılamadığı, karlılığı ve verimliliğini kaybeden sektörün sürdürebilirliğini kaybetmeye başladığı görüldü.
Sektörün eczaneler dışında olan kesimi ise ya ülke dışı ya da sektör dışı alanlara girmeye başladı.
Yılların ilaç sanayicisi çikolata işine girdi, yılların dağıtım şirketi yabancı ortak buldu, değişik sektörlere girdi, inek beslemeye başladı.
Oysa 2000 yılında “5-10 yıla kadar sektörün ileri gelenleri ineklerin gözlerine aşık olacak” deseniz kırmızı ambulansla sizi Bakırköy’e götürürlerdi.
Sektörün büyükleri sektör dışı alanlara geçiş yaparken buradaki dibe doğru gidişin bir gün duracağını, o gün geldiğinde de ayakta kalırlarsa tekrar eski günlerine geri döneceklerini umdukları için bu dibe gidişe seyirci kaldılar.
Hatta eczacılara; dibe dalınmadığını, bir dibe gidiş varsa kendilerinin işbilmezliği yüzünden olduğunu, eczanelerine daha fazla yatırım yapmaları gerektiğini vurguladılar.
Ama aynı tarihte özellikle hastane karşısı yüksek fiyatlı ilaçları satan eczaneler batmaya başladı. Bu batışları da işbilmezliğe bağlayarak ve göreceli de olsa para kazanmaya devam eden eczaneleri göstererek “işbilmezlik” yaftasıyla vaziyeti idare etmeye devam ettiler.
Zira; bu sürdürülemez durumun eninde sonunda biteceğine öylesine inanmışlardı ki, ne İlaç Fiyat Kararı’ndaki referans ülke uygulamasının değiştirilmesine, ne de Euro kurunun sabitlenmesine ses çıkarmadılar.
“Bu da geçecek” diyorlardı içlerinden ama bir türlü geçmiyordu.
Üstelik, 2012 yılına gelindiğinde devlete kesilen fatura bedeli bir önceki yıla göre yaklaşık %15 azaldı. Senelerce eczanelere ödenen para neredeyse hiç artmadı. 2014 yılında bile 2011 yılındaki ciro yakalanamadı.
Dağıtım kuruluşları bu süreçte batan eczanelerin bilançolarına getirdiği “şüpheli alacak karşılıklarını” bir yıl sonra “konusu kalmayan şüpheli alacak” olarak kayıt yapmaktan başka bir şey yapamamaya başladı.
Sektörde bıçak kemiğe dayandı ve sabit kurun iptali için mahkemeye gidildi ve yakın zamanda mahkeme bu uygulamayı iptal etti. İptal etti etmesine ama sonuçta kur üzerinden yapılan hesaplama sistemi yerinde kaldığı için, yapılan yeni düzenleme ile eskiye göre kuruş bazında bir artış yapılarak yasal zorunluluk, yasak savar bir tarzda savuşturuldu.
...
Son on yılda sektörün tamamı o kadar kayba uğradı ki, bizim kadar kayba uğradığı halde sesi neredeyse çıkmayan, edilgen bir sektör maalesef yok.
Mesela bu süreç içinde “Korsan Taksiciler” bile haklarını(!) aradılar.
Şaka gibi ama şaka değil, gerçek!
2012 yılında Alternatif Ulaşımcılar Derneği olarak 3,5 milyon kayıtlı müşterileri bulunduğunu ve yapılan baskılar yüzünden bir milyon ıslak imza ile haklarını aramak için Ankara’ya yürüyüşe başlayacaklarını açıkladılar!
Yürüyüş yapmadılar ama resmi taksicilerin istedikleri gibi de ortadan tamamen kaldırılamadılar. “Rent a car” olarak faaliyetlerini sürdürüyorlar.
...
Bizde ise çözüm önerileri matematik kurallarına bile aykırı.
Temel matematik kuralıdır; eksi ile eksinin çarpımı artı olur, oysa toplamı eksidir.
İşte bu yüzden de “yaşlı eczacılar eczanelerini kapatırsa bir eksi ortadan kalkar, öteki eksiler artı olur” önermesi yanlıştır.
MF’ler kalkmalı, meslek hakkı sadece hizmet verilen ilaç gruplarında olmalı, Euro kuru için yeniden dava açılmalı gibi önermeler de amiyane tabiriyle yaramıza merhem olmaz.
Pekiii ne yapmalı?
Lafı hiç dolandırmayacağım; cinas, teşbih vs. yapmadan içinde bulunduğumuz yeni siyasi konjonktüre göre doğrudan söyleyeceğim. Çünkü önümüzdeki dönem artık geçtiğimiz 10 yıl gibi olmayacak.
Sektörün tüm bileşenleri sadece günü kurtarmaya çalışmaktan, mevcut duruma uyum sağlayarak “O” günün gelmesini beklemekten vazgeçmeli,
Birbirinin batışını beklemenin aslında kendi batışını beklemek olduğunun farkına vararak ortak aklı harekete geçirmeli,
İlaç Fiyat Kararı’nda fiyatlandırma yönteminin ilk defa fiyatlandırılacak ilaçlar hariç Referanstan çıkarılarak Türk Lirası’na çevrilmesini, ve her ay en az enflasyon oranında artışının sağlanmasını istemeli, mevcut düzenlemenin sürdürülebilir olmadığını, şartlar değiştiği için kuralların da değişmesi gerektiğini dile getirmeli,
Sektörün rutin tedarik zinciri dışına çıkan ve çıkacak olan ilaç alımı hakkındaki tüm düzenlemelere karşı duruş sergilemeli, bu ilaçları sistem içine almaya çalışmalı,
Eczanelerde satılan her 10 kutu ilaçtan 8’inin 10 TL ve altı ilaçlar olduğu göz önünde bulundurularak, kutu başı sabit bir eczacı meslek hakkının verilmesi için acil bir yasal düzenleme yapılmasını sağlamalı,
Eczanelerin “hastaya doğrudan doğruya fatura” kesmesi durumunda kazancın ve kaybın ne olacağı ciddi bir şekilde ele alınmalı...
...
Ömer Seyfettin’in “Diyet” hikâyesindeki sonu kimse istemez ama,
Yöneticilerin kesik eli mi, yoksa sağlam eli mi tutmak istediklerine de karar vermesi artık şart!
Eski düzenleme ile bu iş devam edemez!
Şartlar değişti, mevcut düzenlemeler de değişmeli…
Dünün güneşi ile bugünün çamaşırını kurutamayız!
...
“Dün, dünde kaldı cancağızım”, diyordu Mevlana, sonra ekliyordu; “Artık yeni şeyler söylemek lazım.”
...
Saygılarımla...