15-20 Yıl önce gazetelerin köşe yazılarını okuduğumuzda bilgi sahibi ve fikir sahibi olur, olaylar ve gelişmeler karşısında köşe yazarlarının farklı bakış açılarından beslenir, fikir dünyamız o dönemlerde güzel bir geleceğin nasıl olması gerektiği yönünde çoğunlukla ideolojik temelli görüşlerle şekillenirdi.

         İnternetin hayatımıza girmesi ve iletişimin ışık hızına erişmesiyle dünyadaki her gelişmeye ve bilgiye ulaşmak kolaylaştı.

         Beklenen; bilimde ve teknolojideki bu gelişmenin insanların ve toplumların gelişimine çok olumlu katkılar yapmasıydı.

         Olumlu yanları oldu şüphesiz...

         Ama bütün bu olumlu yanlarının yanı sıra iletişimin yaygınlaştığı toplumlarda salgın halinde bir tüketim hastalığı yayıldı.

         Her şeyi olanca hızıyla tüketmeye başladı insanoğlu.

         Köşe yazıları bile artık günlük değil neredeyse saatlik hale geldi.

         Bir köşe yazarının yazısı yayınlanır yayınlanmaz oradaki görüşe karşı toplumda oluşan karşı görüşe karşı bir yazı yayına veriyor artık köşe yazarları gazetelerinin internet sitelerinde ; “aslında şunu demek istemiştim” diye...

         Eskiden sevdiği şarkıcının şarkısını dinlemek için kaset alan gençlerin yerini iTunes’dan yayınlanır yayınlanmaz o şarkıları telefonuna indiren bir gençlik aldı.

         15-20 yıl öncesinin keskin ideolojik görüşleri savunan gençlerinin yerinde de daha liberal, siyasi görüşü siyasi yelpazenin daha merkezinde olan büyük bir gençlik kesimi var artık, öncelikleri siyasi ya da ideolojik değil, günlük.

         İletişimin yaygınlaşması kişisel iletişimi de çok ön plana çıkardı. Yasal ya da toplumsal zorunluluk olarak kapatılan mekânlardan çıkarken cep telefonlarını suyun altında nefessiz kalmış acemi dalgıç acelesiyle daha kapıda nefes nefese açmaya çalışıyoruz.

         Hani içerideyken Putin aramış olabilir de kriz çıkarmış korkusuyla...

         İnsanlar Kâbe’ye de varsa, içki masasında da olsa veya Obama’nın yanına ulaşsa da ilk önce cemaziyel-evvellerini bunlara çevirip bir selfi çekiyor, anında da Facebook, İnstagram gibi bil-umum internet mecralarında paylaşıyorlar.

         Say yapmak, Arafat’a çıkmak gibi Hac’cın rüknü oldu artık adeta; Kâbe ile selfi çekmek(!)

         İnternet ortamında canlı oynanan oyunların içinde yaşayan bir nesil var; oyun paraları hisse senetlerinden daha çok prim yapıyor. Onun bile ayrı bir piyasası var artık.

         Hayatımızın büyük bir bölümü “sanal” âlemde geçiyor.

         Yazın bahçede otururken ev ahalisinden soğuk suyu bile whatsapp’tan istiyoruz.

          Hülasa; artık her şeyimiz internette.

          Eskiden böyle bir geleceği hayal etmemiştik belki ama şimdi bu gerçeğin içinde yaşıyoruz, yaşamaya çalışıyoruz.

         Bu değişim sürecinde mesleğimiz ne hale geldi? Neler yaptık, neler yapmadık? Gelin ters köşeden bakalım:

          Genç meslektaşlarımız pek bilmez; 90 ’lı yılların ortalarına kadar eczanelerimize gelen reçetelere verdiğimiz ilaçların kupürlerini keser, reçete arkasına yapıştırır, reçete arkasında tükenmez kalemle hesabını yapar, ay sonunda bu listeleri tek tek elle listeye yazar, hazırladığımız listenin ekine koyduğumuz reçeteleri faturasıyla beraber zarflı olarak ait olduğu kuruma teslim eder, ödeneği varsa kontrol edildikten sonra ilgili saymanlıktan adımıza kesilen çeki teslim alır, bankaya gider tahsil ederdik. Miktar yüksekse parayı çekmek için gittiğimiz o banka şubesine para gelmesini beklerdik. Parayı çektikten sonra o parayı hesabımızın olduğu banka şubesine götürmek de ayrı bir hikâyeydi. Bond çantalarda “aman başımıza bir iş gelmesin” diye düşünerek, “sıfır sıfır üç buçuk” edasıyla yürüdüğümüz yollarda para transferini gerçekleştirirdik.

         Şimdi ise öyle mi?

         Eczanemize gelen hastaların E-reçetelerini sistemden çağırıyoruz, verdiğimiz ilaçların karekodlarını sistemden okutuyoruz, reçete arkası bile almadan ay sonunda sistemden aldığımız listeye göre kestiğimiz faturayı kuruma teslim ediyoruz. Hesaba geçmesi sabah değil de öğleden sonraya kalan ödemelerimiz için Facebook’ta “Yattı mı , yattı mı?” grubu kurup, hesabımıza geçen parayı depo ödemesi için çek hesabımıza internet şubesi üzerinden havale ya da EFT yapıp,  Whatsapp’ta “Çok şükür yattı” grubuna “smiley” emojisi koyuyoruz.

         Değişim bunlarla sınırlı kalmadı tabi ki.

         İnsan profilinin değişimine bağlı olarak eczanelerimize gelen hasta profili de değişti, doğru ya da yanlış olması önemli değil; insanlar artık bilgiye internet üzerinden ulaşır ve bu bilgiyi de adeta kutsal ve tek değişmez bir bilgi olarak görür hale geldi.

         Televizyonlara çıkan kerameti kendinden menkul uzmanların tarif ve öğütlerine göre karışım ya da ilaç kullanan, hastalığına internetten teşhis koyan, “internette okudum molven şurup çok tehlikeliymiş yasaklanmış, siz bunu hala nasıl satıyorsunuz? Bana mibufen şurup verin” diyen, hergün aklımıza ve mesleğimize sağlı sollu kroşeler vurarak bizi eczanelerimizde akşama kadar abandone eden bir hasta profiliyle karşı karşıyayız.

         Süreç içinde toplumun gözündeki “ilacın tek yetkilisi ve bilgilisi eczacıdır” şeklindeki statümüz, beyaz önlüklü tezgâhtar seviyesine düştü ama, biz bu değişim sürecinde SSK eczanelerinin kapanmasıyla eczanelerimize doluşan kalabalıktan maddi kayıplarımızın bile seneler sonra farkına vardığımız için, sosyal statümüzdeki bu değişikliğin , hukuki hak kayıplarımızın farkına varamadık.

         Değişime ayak uydurmayı sadece eczanelerimizin iç ve dış dizaynını değiştirmek olarak algıladık, son model bilgisayar sayımızı da arttırdıysak tamamdır dedik.

         Ama tamam değilmiş...

         ...

         Takviye edici gıda tanımı olarak ilacın tanımı kullanıldığında, buna itiraz edenlerin sesini duyması gerekenler duymadı.

         Bu ürünler internet üzerinden satılmaya başlayınca yasal mevzuatta değişiklik yapıldı, bu tür ürünlerin eczanelerde de SATILABİLECEĞİ hükmünün konulmuş olması büyük kazanım olarak sunuldu.

         Bu ürünlerin internet üzerinden satışını kuaför, bakkal, muhasebeci, hatta hatta vasıfsız kronik işsizler bile yapıp meslek sahibi olurken, eczanelerin kişisel bile olsa internet sitesi kurması yine yasal düzenleme ile yasaklanarak halk sağlığının korunmasına önemli(!) katkı sağlandı. Bunlar ilaç değilse biz niye internetten satamıyoruz, ilaçsa niye başkaları internet üzerinden satıyor sorusu sorulmadı ama bu zaten önemsiz bir ayrıntı.

         Eczanelerin ilaç dışı ürünleri eczanelerinin vitrininde ya da içinde endikasyon belirterek, yani tedavi edici olduğu yönünde afişler asarak satması yasaklanırken, eczane dışındaki her yerde bu şekilde satışına müdahale edecek yetkili merci bir türlü bulunamadı.

         Bebek mamalarının eczanelerde görünür yerlerde olmaması denetlemelerde şiddetle ve ısrarla uyarılırken, marketlerin tarihi geçmiş mamaları yeni kutularla satıp satmadığını denetlemek kimsenin aklına gelmedi.

         ...

         Bütün bunlara rağmen hiçbir tıbbi eğitimi olmayan medikalcilerin başvurusu üzerine bakanlık çok cevval bir şekilde eczanelerin “medikal” kelimesini tabelalarında kullanmasını yasakladı.

         Gerekçe; halkın yanlış yönlendirilmesini önlemek!

         Öyle ya; halkımız yanlışlıkla medikal malzemeyi eczanelerden alırsa yaşanacak halk sağlığı sorununun büyüklüğünü hiç tahmin ettiniz mi?

         Hafazanallah(!!!)

         Ben tahmin edemiyorum(!)

         ...

         Tüm dünyada kronik rahatsızlığı olan hastaların devam ilaçları mesleki bilgi ve yetkileri çerçevesinde eczanelerden eczacılar eliyle verilirken, bu ilaçların günübirlik tedavi kapsamında eczacısız ve eczanesiz hastanelerden verilmesi için yasal düzenleme hayata geçirildi ama, eczacıların eczanelerinden, üzerinde “reçete ile satılır” ibaresi olan ilaçları satıp satmadıkları sıkı bir şekilde denetlenecek.

         Bizdeki eczacılar halk sağlığı için ciddi bir tehdit çünkü;

         İlaç konusunda çok bilgisiz, cahil!!!

         ...

         Yine yeniden seçilen bir yöneticimiz kongrede herkesin içinde söylemiş; “eczacılar astım ilaçlarının kullanımını bile bilmiyorlar” diye.

         Geçen bir uzman anne de benzer şeyi söyledi bana, yüzüme yüzüme, hem de dümdük:

         “Ogmentin’le omoklavin şuruplar eşdeğer değil, eşlenik(!) onlar aynı ilaç değil ki(!)”

         ...

         Cehaletimden ne yapacağımız şaşırdım!!!

         ...

         Öte yandan; son zamanlarda eczacı teknisyeni bulmakta zorlanır hale geldik, aranan teknisyen artık bulunamıyor, yeni yasal düzenleme nedeniyle alıp yetiştiremiyorsunuz da.

         Zira teknisyenler de mesleği birer ikişer bırakıyor, eczanesini kapatmak zorunda kalan eczacılar teknisyen maaşına iş arıyorlar, bir garip döngü başlamış durumda.

         ... 

         Bütün bunları alt alta koyduğumuzda görünen o ki; bu kadar hızlı geçen değişim ve dönüşüm sürecinde biz halkın ve kamu otoritesinin gözünde mesleksizleşen bir meslek sahibi haline geldik, bilmem farkında mısınız?

         Gençler değil eczacı, eczacı teknisyeni bile olmak istemiyor, mesleksizleşen bir mesleği kim ister ki???

        

         Eee... Ne mi yapalım???

        

         Kaybettiğimiz mesleki saygınlığımızı tekrardan kazanalım;

 

         Eczacı olmalı çünkü; ...

         Eczacı iyi ki var ; ...

         veee

         Eczacı yoksa; ...

         cümlelerindeki boşlukları biz dolduralım.

         ...

         Malum; doğa boşluğu sevmez...

         ...

         Saygılarımla...

 

s.sofugil@eczacininsesi.com   

 



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat