İlaç ve eczacılık alanında o kadar çok akıl dışılık, hukuk dışılık yaşıyoruz ki; haksızlıkları hicvetmek için yakılmış “Manda yuva yapmış söğüt dalına” türküsünün sözleri bile bu garabeti anlamak ve anlatmak için çoğu zaman yetersiz kalıyor...
İlacın tanımının değiştirilerek gıda yapılması yetmiyormuş gibi, kimyagerden fitoterapi uzmanı, endüstri mühendisinden kozmik şifacı yapılıyor ve bunların her dediği her gün her kanalda yayınlanıyor, dediklerini yapmak için insanlar çılgınlar gibi yarışıyor, piyasada olmadık ürünlerin yokluğu yaşanıyor. Hani Allah korusun; savaş çıksa ekmek kıtlığı yaşanır ya, bunların sayesinde bir ara lavman kıtlığı yaşandı bu ülkede. Şaka yapmıyorum. Lavmanı yok sattık... Gören de Yunan askerleri sınıra dayandı da, uzun menzilli atış tabyası kuracağız sanır... Birlik Silivri’ye konuşlanacak, yüzünü İstanbul’a dönüp, Yunan hududunu bombardıman edecek...
İlaç konusu halloldu da sıra bu adamlara mı geldi? Adamlar bilim insanı, kendilerini de bu konuda eğitmişler, yetiştirmiş ve geliştirmişler, bilimsel konuşuyorlar ne var bunda diyenler olabilir. Gelin neler varmış bu konuda ters köşeden bir bakalım.
Piyasa ekonomisinin her alana nüfuz etmesi sonucu etik denilen şeyin kar olduğu, para kazanma şeklinin değil, para kazanmanın makbul ve ahlaklı bir davranış olduğu genel kabul görmeye başladığı için artık ülkemizde de bilim etiğinden bahseden kimse kalmadı. Oysa etik değerleri olmayan bilimsel çalışmanın ne bilime ne de insanlığa bir faydası olmaz. Çünkü önceliği insan değildir. Önceliği insan olmayan hiçbir çalışma da, kim ne derse desin bilimsel değildir. Zira;
Bilimsel çalışma denilince her bilim dalının kendi içinde bir çalışma prensibi, metodolojisi ve bunların kendi içinde bir hiyerarşisi vardır. Sağlık bilimlerinin de kendi içinde bir düzeni ve kendine göre öncelikleri ve önceledikleri vardır. Ve bunların oluşması, sistematik hale gelmesi ise uzun yıllar süren deneyler, araştırmaların yanı sıra yüzyıllar boyu yaşanan deneyimler sonucu belirlenmiştir.
Hipokrat’a atfedilen “Primum Non Nocere=Önce (hastaya) zarar verme” ilkesi doğrultusunda başlangıçta hekimlikle beraber sürdürülen ilaç ve eczacılık hizmeti, hekimlerin para kazanmak için gerekli gereksiz her ilacı kullandırmaması için zaman içinde hekimlikten ayrılmış, keşfedilen her ilacın önce zarar vermediğinden emin olunması gerektiği thalidomid faciasıyla mıh gibi bilimsel belleğe kazınmış, tüm bu tarihsel ve bilimsel birikimin sonucunda da “hastalık yoktur, hasta vardır” ilkesi doğrultusunda her hastaya ayrı bir vaka olarak yaklaşılması gerektiği, her hastadan anamnez alınarak tedavinin planlandığı bir döneme gelinmiştir. Bu ilkeden de hareketle önümüzdeki dönemde teknolojik gelişmeyle bağlantılı olarak nano ve biyoteknolojik ilaçlarla kişiye özgü ve ona özel doze edilmiş ilaç çağına geçilecek. Blimsel gelişim bu yönde. Bilim adamı denilen söz konusu şifacıların metodu buna uygun mu? Değil! Önce katıldıkları programlarda “mucizevi” formüllerin tarifini veriyorlar, herkesin kullanmasını sıkı sıkı tembihliyorlar, uğraşmak istemeyenler için de Cem Yılmaz misali “yapılmış”ı var diyerek internet sitelerinin reklamını yapıyorlar. Sonrası malum.
Bilimsel gelişmeden kısaca bahsettik de, hukuki gelişim nasıl?
Büyücü şifacı, sınıkçılarla başlayan tedavi tarihinde insanların sağlık konusunda kandırıldıkları, aldatıldıkları ve çok kolay sömürüldükleri görüldüğünden, insanları bu şarlatanlardan korumak için yine “Primum Non Nocere=Önce (hastaya) zarar verme” ilkesi doğrultusunda hukuki düzenlemeler yapılmış, teşhis ve tedavinin sadece hekimler tarafından yapılacağı kesin hükme bağlanmıştır. Çünkü; bırakın halk sağlığını, bu soytarılar yüzünden ne krallar ne devlet başkanları sağlıklarını ya da hayatlarını kaybetmişler, ülkelerin ve halkların kaderi etkilenmiştir.
Ülkemizde de 1219 Sayılı Tababet Kanunuyla doktorlardan başkasının teşhis ve tedavi yapamayacağı kırmızı çizgilerle belirlenmiş, aksine eylem yapanlara, toplum sağlığını tehlikeye atacak fiil ve davranışlarda bulunanlara Türk Ceza Kanunu’nda ağır yaptırımlar getirilmiştir.
Bu tip davranışların sağlık camiası mensubu olmayanlarca normal şartlarda yapılması yasak olduğu gibi, sağlıkçıların dahi basın, radyo ve televizyon aracılığıyla ilaç tanıtımı yapması, insanların hastalıklarına teşhis koyması, topluma ortak tedavi reçeteleri sunması yasaklanmıştır.
Bu yasaklar sebepsiz, nedensiz değildir. Çünkü, her hastanın özelliği farklıdır, bir hastaya iyi gelen ilaç, diğer hasta için ölümcül sonuçlar doğurabilir. Hele hele bitkiseldir, %100 doğaldır denilerek önerilen ürünlerde bu tehlike çok daha büyüktür. Neden derseniz, insanlar bunların da kimyasal etken maddeler içerdiğini, bir nevi ilaç olduğunu ve kullandıkları diğer ilaçlarla etkileşebileceğini bilmiyorlar, dolayısıyla da bunlar yüzünden acile düştüklerinde ne kullandıklarını ifade etmiyorlar, hastaların kendilerine verdikleri zararın önlenmesinde de bu yüzden çok geç kalınıyor. İşin kötü tarafı bu sözde şifacılar da bu etkileşimlerden habersiz, zır cahil!
Mesela zencefil; artık pastili de var, warfarin kullanan hastalarda warfarinin etkisini arttırıp kanamaya sebep olabilir, ölümcül sonuçlar doğurabilir. Özelikle yaşlıların unutkanlığı önlediği için kullanmayı çok sevdikleri Ginkgo Biloba da aynı şekilde etkileşim gösterir. Sonuç; Rahmetli hiçbir şeyi unutmuyordu ama sizlere ömür(!)...
Son zamanların popüler ürünleri Coenzim Q10, Ginseng, sarımsak... Hepsi ölümcül sonuçlar doğurabilir.
Bu örnekler çoğaltılabilir...
Burada asıl önemli tehlikenin altını bir kez daha çizmek istiyorum; özellikle televizyonlarda reyting uğruna tıpla , sağlıkla, ilaçla uzaktan yakından alakası olmayan insanların doktor titrini, tıp doktoruymuş gibi lanse ederek teşhis ve tedavi uygulamaları, reçeteler önermeleri ve buna kimsenin dur dememesi... Bunun toplumsal faturası çok ağır olur, bu fatura gelecek nesillere bile ciro edilir. Bırakın eczacı olarak; anne, baba, dede, teyze, hala, nine olarak bile seyirci kalınmaması lazım...
Bir de; televizyonda toplu tedavi seansı düzenleyen mühendis veya kimya profesörlerinin önerileri iyi gelenler haricinde zarar verdikleri insanlar da var değil mi? Onlara ne oldu? Sağlığı olumsuz etkilenen, hayatını kaybeden kaç kişi var? Bunun bilgisi, verisi var mı yetkili makamlarda???
Sağlık Bakanlığı bu tip örtülü ya da açık tanıtımlarla satılan ürünler hakkında kamu spotu hazırladı, denk geldikçe seyrediyorum, çok güzel uyarıyorlar. Hemen arkasından da panax reklamı giriyor ama olsun, önce uyarıldılar nasılsa!!!
Ancak; Sağlık Bakanlığı’nın görevi insanların sağlığını hasta olduktan, sakat kaldıktan sonra iyileştirmek değil. Toplum sağlığını tehlikeye düşürecek eylemleri de önlemek. İnanmıyorlarsa sağlık alanının anayasası konumunda olan Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’na bir baksınlar.
Orada bir şey göremedik falan diyorlarsa görmelerini kolaylaştırmak için Türk Ceza Kanunu’nun 280. maddesini okusunlar. Orada kanun: ”Görevini yaptığı sırada bir suçun işlendiği yönünde bir belirti ile karşılaşmasına rağmen, durumu yetkili makamlara bildirmeyen veya bu hususta gecikme gösteren sağlık mesleği mensubu, bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır“ diyor.
6112 Sayılı “Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun”da da “Yayın hizmetlerinin genel sağlığa zarar verecek davranışları teşvik edemeyeceği” yazıyor.
İlaca gıda takviyesi denilmesine ses çıkarmayan yetkililer, tıp doktoru olmayanların başka alanda sahip oldukları ünvanları bu şekilde kullanarak halkın sağlığıyla oynamalarından onları alıkoyar mı, bilemem.
Biz ne yapacağız?
Merak ettiğim konu o...
İlaç yuva yapmış market rafına,
Fitoterapiyi de şarlatanlar kapmış
Gördün mü? Amanın yandım!
Diye türküye eşlik mi edeceğiz?
Yoksa,
Ülkemizin sunduğu imkan karşılığında
Halk sağlığını koruyalım diye bize verilen,
Yani;
Bir ömür tükettiğimiz,
Bedavaya almadığımız diplomalarımızın hakkını verip
Bu şarlatanlara dur diyerek
Ülkemize ve insanımıza borcumuzu mu ödeyeceğiz???
...
Saygılarımla...
s.sofugil@eczacininsesi.com