“İzahı olmayan konuların mizahı yapılır” lafından hareketle, gökkubbemizi kaplayan gri bulutlar arasında pembe bir boşluk oluşturmak için ironik olarak yazdığım yazıların bu kadar etkili olacağını -açık söyleyeyim- hiç düşünmüyordum.
Ulusal basında yazan çok ünlü bir köşe yazarımız birkaç sene önce Ramazan ayında köprü trafiğinde iftara yetişemeyip sahura kalınca “bari köprü gişelerine çorba sebili koyun” tarzı ironik bir yazı yazmıştı da, acar yöneticilerimiz köprüdeki trafiği hızlandırmak için şerit çalışmasını kaldırmak yerine, gişelerde bardakla çorba dağıtmaya başlamıştı, yazara da marifetmiş gibi bilgilendirme yapmışlardı da, adam şaşkınlıktan küçük dilini yutmuştu ya, o hesap...
Daha önce yazdığım yazılardan birinde eczacıların artık farklı meslek arayışları içinde olduğunu;
“...eczacılar son zamanlarda eczaneyi kapatıp, ilaçları aldığı depoya iade edip, ruhsatı da geri vererek ve tabela değişikliği ile sadece zaten ellerinde olan bu ürünleri satan işyerlerine dönmeyi veya başka bir iş kurmayı düşlüyor..."
cümlesiyle egzajere ederek ifade ettiğim bu satırları okuyanların bir kısmı, son zamanlarda beyinleri başka şekilde formatlamak için formatlanmış Ütopya yarışmasından kaçtığımı falan düşünmüş olabilir.
Yazarken ben bile “acaba” diye düşünmüştüm. İnanmayacaksınız ama bu fikir gerçek olmuş!
Bir büyük ilimizdeki bir eczacımız; normalde eczanede satılan ilaç dışı tüm ürünlerin satıldığı bir sağlık ve kişisel bakım ürünleri mağazası açmış.
İçinde yok yokmuş.
Bebek mamasından renkli kozmetiğe, gıda takviyesi adı altındaki vitaminlerden bebek bezine, diş macunu, diş fırçasına kadar eczanede gözünüzün önünde olan ya da olmayan tüm ilaç dışı ürünleri koymuş.
Bunların hepsini “muş” diye yazıyorum, çünkü gidip görmedim.
Ama hak vermiyor da değilim.
Niye mi hak veriyorum?
Senede bir iki defa bile kullanmadığı teraziyi ölçtürmek için dünya kadar para verme derdi olmadan, Hemoroid’de anjiyografik olarak belgelenmiş T skorunun -5 olup olmadığı kontrolü yapmasına(!) gerek kalmadan, LDL’den çifte gidip SGK’ya okey atmaya uğraşmadan, mamaları buradan kaldır diyen kimse olmadığı için şelale raf, palet raf, piramit raf gibi mağazacılık sektörünün kullandığı tüm raf varyasyonlarını canı sıkıldıkça değiştirme rahatlığı içinde canının istediğini, canının istediği şekilde uygulayacağı bir mağazayı açmak neden cazip olmasın ki?
Tabelayı indir, camına tanıtım asma, oda ısısı her köşede yaz kış 24 derece olacak, bu köşe kış köşesi, bu köşe yaz köşesi ortadaki de eczacının boş para kesesi diye tekerleme tekerleyen de kimse yok, başka iş kuramazsın, zararını karşılamak için de olsa hiçbir ticari faaliyette bulunamazsın diyen de... Eczane sahibi eczacıysan akşam çıkışta pazarda limon bile satamazsın, çünkü YASAK!
...
Ben kişisel olarak yeme içme sektörüne odaklandığım için bu alanda bir iş değişikliğini nasıl ciddi olarak düşünmedim diye kendi kendime kızıyorum kaç gündür.
Nasıl atlamışım, hala inanamıyorum(!)
Şakası bir yana;
İş değişikliği düşünen kişi sayısı sanılandan çok fazla. Geçen gün eczacı arkadaşlarım arasında dönerci açalım falan diye şakayla başlayan muhabbetin ilerleyen dakikalarında “ Tamam sabah sen gelir açarsın, öğlen öteki gelir, ben de akşam üzeri gelirim 15 günde bir dönüşümlü tatil yaparız, tamam mı? Tamam” derken bulduk kendimizi. “Kasayı da aman başıboş bırakmayalım! Hep bizden biri olsun, daha olmadı aileden birini oturturuz” dedi bir diğer arkadaş. Ortaklık şekli ve sermaye konusunu da konuştuk mu tamam olacaktı ama “yanar döner” yöneticiye alışkın olan toplum, “dönerci eczacı”ya henüz hazır değil diyerek projeyi askıya aldık.
...
Niye böyle oldu? Ters köşeden bakalım;
Aslında 100 TL’ye satıp 20 TL kar elde etmemiz gereken eczacılık hizmetinde, artan iş hacmi ve maliyetlere rağmen 20 TL’den satıp 4 TL karla ayakta kalmayı sağlayacak bir formül Samanyolu Galaksisi sınırları içinde henüz bulunamadığı için ve ekonominin acımasız kuralı gereği sektörün bu şekilde devam etme inadına karşılık peşi sıra batışların geleceğini en erken eczacılar gördüğü için, bu arayışlara eczacılar daha fazla kafa yoruyorlar. Niye yormasınlar ki!
Ayakta kalmak için spot depolara ilaç alıp vermeleri İTS üzerinden kapatılınca, bölgesel avantajlı alımları birbirleriyle yardımlaşmak için paylaşmaları il dışı takas yasağıyla durdurulunca, düşen fiyatlardan oluşan zararlar karşılanmayınca, bari sektörde iyi bir iş bulayım diyerek yüksek lisans yapmak istemesinin de önü mesul müdür tutup maaş verme zorunluluğu getirilip kesilince, üzerinde reçeteli yazan ilacı idame tedavisinde hastaya yeni reçete olmadan vermesi yasaklanmaya çalışılınca... Ne yapacaktı???
Diğer taraftan en kıytırık büfe bile 35 TL’ye aldığı tavuk etinden yaptığı dönerden 350 TL ciro elde ediyor,
Havaalanından Çultanahmet’e götürdüğü turistten indirdiği 100 TL ’yi alan taksi sahibi taksici net 75 TL kazanıyor,
Azami maliyeti 100 TL’yi bulmayan çaycı sattığı çaydan elde ettiği 400 TL net kar için “işler fena değil” diyorsa...
Eczane tabelası altında kalmamız için bizi zorlayan ne olabilir ki???
Döner alırken “Ne ödenmiyoru, biz SE KA KA’lıyız” diyen de yok, çayda çıkan 25 kuruşluk farkı izah etmenizi bekleyen de...
Çay diyince aklıma geldi; bu sabah vapura bindim, her zamanki gibi çay istedim, 1 TL uzattım, “1,25 TL oldu” dediler, ben bile “bu fark nereden çıktı” diye sormadım, sorgusuz sualsiz 25 kuruşluk farkı ödedim mesela. Bir ara muziplik damarım tuttu, fark için fiş isteyeyim ya da “Kart çekmiyor musunuz?” diye sorayım dedim de, suyun soğuk olduğu ve Eminönü’ne olan mesafeyi düşünerek vazgeçtim.
…
“Tamam da arkadaş tüm dünyada eczacılar sadece eczacılık yapar, başka bir gelirleri olmaz, ne bekliyorsun ki” diye soranlar olabilir. Açıklayayım:
Eczacılık eğitimi uzun, meşakkatli, pahalı ve ayrıcalıklı bir eğitimdir. Mezun olunduğunda diğer üniversite mezunlarına verildiği gibi Lisans diploması verilir ama onlardan farklı olarak yanında bir de “eczacı” ünvanı verilir. Yani ilaçla ilgili her konuda tek yetkili kişi olma ayrıcalığı ve hakkı verilir. Bu ayrıcalık ve hak sayesinde de sadece eczacılar eczane açar ve ilaç satar. İlacın vazgeçilemez, ertelenemez yerine ikame konulamaz bir ürün olması, yani talebin her zaman olması ve en büyük alıcısının devlet olması nedeniyle de dünyada hemen hemen her ülkede ilaç fiyatları da eczacı karlılığı da devlet tarafından belirlenir.
2004 Yılında bizim ülkemizde de uygulamaya başlanan kademeli karlılık ve referans fiyat uygulamasının yapıldığı ülkelerde ilaç fiyatları ve eczacı karlılığı eczanelerin ticari faaliyetlerini sürdürmekten uzak olduğu için ve eczacıların verdiği danışmanlık hizmetinin, yani meslek sahibi insanların emeğinin bir değerinin olduğu kabul edildiği için eczacı karının yanında eczacılara bir de meslek hakkı verilmektedir.
O ülkelerde eczacıların aldığı meslek hakkı faaliyetlerini sürdürmeyi sağladığı için kademeli kar ve referans fiyat uygulamasından oralardaki meslektaşlarımız pek fazla şikayetçi olmadıkları gibi, başka bir iş yapma arayışında da değiller.
Bu ortam sayesinde de “Reçeteli” satılması gereken ilacı zinhar “Reçetesiz” satmıyorlar, satmazlar da.
Neden derseniz, mesela Fransa’da 50 sentlik ilacı reçeteli olarak verirlerse yaklaşık 10 Euro meslek hakkı alıyorlar, reçetesiz verirlerse hem yasa dışı iş yapmış olurlar, hem de 10 Euro’dan mahrum olurlar, yaklaşık 1 sente talim ederler.
Reçeteli ilacı reçetesiz istediğinizde sizce ne yapıyorlardır?
Eczacılar Fransız dedik, akla mantığa Fransız değiller!
...
Kademeli karlılık ve referans fiyat uygulamasını biz bu ülkelerden aldık, aldığımızda yönetimde karar mekanizmasında olanlar o zaman düşünmedikleri, görmedikleri bu hakkı hala görüp dillendirmedikleri gibi, ekonomik yangın içindeki eczacıların çığlığını sesini duymamaya, o sesi adeta bastırmaya çalışıyorlar.
Bilenler bilir, bu konuda en suçlu gördüğüm kişiye en sert muhalefeti senelerce yapmış biriyim. Bir gün bile olsa hakkımda yasal yollara başvurmadı, en ufak bir belden aşağı vuruş yapmadı. Aksine her toplantıda, her karşılaşmada haklılık gerekçelerini bıkmadan usanmadan anlatmaya, beni ikna etmeye çalıştı.
Burada bana köşe açıp davet ederek bu satırları size ulaştırmamı sağlayan Eczacının Sesi yayın kurulundaki meslektaşlarımla da başkalarıyla olduğu gibi karşılıklı olarak bir zamanlar yazılı şekilde çok sert muhalefet yaptık. Ama hiçbir zaman birbirimizin fikrine saygısızlık etmediğimiz gibi, amacımızın mesleğe hizmet olduğunu bildiğimiz için de saygıyı elden bırakmadık, centilmence mücadelemizi sürdürdük.
Uzun zamandır yaptıkları daveti de, onların da bildiği haklı gerekçelerin arkasına sığınarak erteledim. Bugün bu yazdıklarımı onlar bile sizle birlikte okuyorlar, yazıma müdahale olur, saygısızlık yaparız korkusuyla tashih bile etmeden aynen yayınlıyorlar.
Şimdiii,
Bunları neden anlattım;
Yöneticilik öngörü sahibi olmayı ve hoşgörü sahibi olmayı gerektirir. Sizi seçenlerden bazen çok sert feryatlar gelir. Görüşleri sizin görüşlerinize çok aykırı bile olsa, sizi çok rahatsız eden, üzen ifadeler kullansalar bile bunlara tahammül etmeniz gerekir. Hele hele “Fikirlerinize katılmasam bile fikirlerinizi söyleme özgürlüğünüzü sonuna kadar savunurum” diyen ekolden gelen veya Nisa Suresi 148. ayetinde zulme uğrayanın ilenmelerini Yüce Yaradan’ın bile yasaklamadığını bilmesi gereken bir ekolden geliyorsanız, geldiğiniz ekolün hakkını vermeniz gerekir.
Eczacının emeğini hakkını çalanlara karşı ya da internet üzerinden ilaç satan, sahte eczacılık faaliyeti yapan yüzlerce siteye karşı başlatmadığınız hukuk seferberliğini, bir siteyi susturmak için bahaneler aramak için kullanıyorsanız bunun izahı olmaz.
Suç ve cezada şahsilik ilkesi vardır. Ne ekolünüzde, ne inancınızda, ne de evrensel hukukta yaptığınızı haklı çıkaracak bir delil bulamadığınız gibi kendi aslınızı da bir nevi inkar etmiş olursunuz.
Devam da edebilirsiniz, ama o zaman da
“Sadece resmin mi ‘sol’unda duruyorsunuz”,
ya da
“Hangi dinin mütedeyyinisiniz”
diye sorarlar da verecek cevabınız olmaz.
...
İzahı yok da mizahı nerede diye soracak olursanız;
Benim gibi bir adama bile, en muhalif olduğum insanı mumla arattınız ya, daha mizahi bir cümle bulamıyorum.
...
Saygılarımla...
s.sofugil@eczacininsesi.com