Süreci biliyoruz: CHP, AKP’nin tam gün yasası için Anayasa Mahkemesi’nde dava açtı. Mahkeme’nin kararı (16.7.2010) farklı yorumlara neden oldu. Herkes öğretim üyelerinin durumu üzerinde ortaklaşıyordu. Bu grup bundan böyle de özel sektörde çalışmayı sürdürecekti. Öte yandan, TTB bu kararın devlet hastanesi uzmanlarını da kapsadığını belirtirken, Bakanlık aksini düşünüyor ve dayatıyordu: Sağlık Bakanlığı kadrosundaki hekimlerin tümü 31.7.2010 tarihi itibariyle özel sektörle bağlantılarını kesmiş olmalıydı.
Ardından, 20.7.2010 tarihinde TTB, Bakanın bu tasarrufunu, esas olarak 1928 tarihli 1219 sayılı yasayı kullanarak Danıştay’a götürdü. Danıştay 22.7.2010’da yürütmeyi durdurma kararı verdi. Hukuksal süreç devam etmekle birlikte, şu an itibariyle, devlet hastanesi hekimleri de mesai saatleri sonrasında özel sektörde çalışma haklarını korumuş oldular.
Beni bu yazıyı yazmaya iten faktör Danıştay’a açılan davadır.
* * *
TTB bir meslek örgütüdür ve Türkiye’de bütün kitle örgütleri içinde emekçi sınıfların haklarını savunmak anlamında halen en ileride yer alan örgütlerden birisidir. Ancak, anlaşıldığı kadarıyla, hekimlerin, kendi hesabına çalışan olarak nitelenebilecek sınıfsal konumlarını ve bu konumun sağladığı ekonomik avantajlarını elde tutma niyetleri ile halkın sağlık hakkının gerektirdikleri arasındaki çelişki, tam gün sürecinde, TTB üzerinde büyük basınç yaratmıştır.
* * *
Bu basınç, TTB’yi, tarihsel olarak şekillenmiş halk sağlığından yana tutumuyla, özellikle özel sektörle bağlantısı olan hekimlerin mesleki çıkarlarını dikkate almayı gerektiren meslekçi tutum arasında sıkıştırmıştır.
Şunu açıkça kabul etmeliyiz: Sağlıkta özel sektör, nasıl ve hangi boyutta olursa olsun, halk sağlığının aleyhinedir, sağlık ortamında eşitsizlikler yaratır, tedavi yönelimlidir, buna bağlı olarak büyük toplumsal kaynakları emer, bu nedenle de kamu sağlık sektörünün ve özel sektörden yararlanamayacak durumdaki halk sınıflarının sağlık hakkı üzerinde olumsuz etkiler gösterir. Bütün bu nedenlerle özel sektör ve bu sektör içindeki aktörlerin kazanımları ile halk sağlığının çıkarları arasında uzlaşmaz çelişki vardır.
Hekimler, kendi hesabına çalışan konumlarını, yani muayenehanelerle, özel sektörle ilişkilerini sürdürdükleri sürece, bu uzlaşmaz çelişkinin bir tarafı durumundadırlar. Ancak proleterleşme süreci, hekimlerle halk sağlığı arasındaki bu nesnel çelişkiyi “çözebilir”.
TTB’nin, sağlık hakkı mücadelesini, hekimlerin sosyoekonomik durumunu ve hekimler içindeki farklı çıkar gruplarını dikkate alarak sürdürmeye çalışması doğaldır. Hem kendi hesabına çalışma ayrıcalığını kullanan bir meslek grubunun çıkarlarının sözcülüğünü yapmak hem de halkın sağlık hakkını savunmak zor iştir. Burada ince bir ayarın gerektiği açıktır. Ancak son süreçte tam günle ilgili yapılanlar bu dengenin kaçırıldığı izlenimini veriyor. Ne olursa olsun belirleyici olan sağlık hakkı olmalıdır.
Tam gün yasası ve bu yasa üzerinden şekillenen gerilimleri kullanarak hekimlerin ve diğer sağlık emekçilerinin sorunlarını dile getirmek, buradan hareketle emekçilerin ve halk sağlığının sorunlarına kamucu çözümler önermenin yolunu yaratmak başka şeydir, 1928 yılında yazılmış bir yasayı kullanarak açıkça muayenehanecilikten yana olmak başka şey.
* * *
TTB’nin, Danıştay’ın 22 Temmuz tarihli kararının arkasından yaptığı açıklamada yer alan “…Sağlık Bakanlığını halkımıza ücretsiz… sağlık hizmeti vermek üzere göreve çağırıyoruz. TTB olarak; hekimlerin tek bir işte, tehdit edilmeden, zorlanmadan, teşvik edilerek tam süre çalışmasını savunuyoruz. Bu çalışmanın;… makul çalışma sürelerinde….. insanca yaşayabilecekleri bir temel ücret karşılığında olmasını istiyoruz” cümlelerini kaydediyor ve şu soruları gündeme getiriyoruz:
Bu söylenenlerden nasıl bir sağlık sistemi istendiğine ilişkin net bir şey anlamak olanaklı mı? Ücretsiz sağlık hizmeti istemekle, hekimlerin özel sektörde çalışmalarını savunmak bağdaşır mı? Danıştay’ın verdiği son kararın halkın sağlık hakkıyla olumlu bir ilişkisi var mı? Tek bir işte çalışmayı savunmak açıkça özel sağlık sektörünü de modele dahil etmek anlamına gelmiyor mu? Hekimlerin ne olursa olsun özel sektörle bağlantılı olmak yönündeki çıkarcı motivasyonları ile halkın sağlık hakkı arasında bir karşıtlık yok mu? TTB bir meslek örgütü olsa da halk sağlığı için bu karşıtlığı önüne koymak ve taraf olmak zorunda değil mi? Hekim sayısının arttığı bir ortamda günlük çalışma süresinin sekizin altına indirilmesini savunmak varken, “makul çalışma süresi” neyi ifade eder, yoksa burada performans ücretine kapı aralayan örtü bir tercih mi var? Hekimleri tehdit etmeden tam süre çalıştırabilmek için talep edilen maddi kazanç ne kadar? Hekim ücretlerinin belirlenmesinde ulusal gelir ve gelir dağılımı gibi parametreler dikkate alınmak durumunda değil mi? 1928 yılında yazılmış ve özel hekimlik uygulamalarını da düzenleyen bir yasayı hukuksal mücadelenin merkezine almak sağlık hakkı perspektifiyle ne derecede uyumlu?
* *
Anlaşılıyor ki, Tam Kamu denilmeden bu çelişkiler daha uzun süre yaşanacaktır. Kamu sağlık sisteminin ve kamuda çalışan sağlık emekçilerinin sorunlarını çözmeye yönelik bir mücadele hattı, özelle ilgilenmekten daha verimli, ahlaki, eşitlikçi ve halkçıdır.
Kaynak- sol.org.tr