‘Yeni Dünya’ anlayışı günümüz insan modelini yeniden yarattı. Kendini bütün derinliklerden soyutlayan, para ve makam dışında mücadeleye girişmeyen, sığ ilişkilerle sosyalleşen, sürekli piyasanın görselliği içinde kendine yer arayan, şekilci, markacı, gazete ve dergilerde köşe yazısı yerine resim altı okuyan, düşündüğünü değil kendi kulağına geleni konuşan, tüm değerleri çok hızlı tüketen ve anlık yaşayan magazin müptelası bir birey modeli.
Marks’ın ‘’Katı olan her şey buharlaşıyor” misali geçmişten günümüze kalan hiçbir değer kendi sertliğini koruyamamış olması yeni bireyi şekillendiren en önemli etken olarak sayılabilir. Yeni değer yargıları akışkan, şekilden şekle giren hale dönüşmüştür. Toplumun değil, kişi çıkarının öncelendiği ve bunun doğal sayıldığı yeni değerler silsilesi.
Tüm bunlar kapitalizmin toplumda yarattığı tahribat sonucudur. Kapitalizm önce insanların düşünme, fikir üretme ve ortaklaşma kabiliyetlerini azalttı. Ortak fayda için bir bedel ödemesi bir yana, bireyler artık toplumsal duyarlılıkları dahi kendilerini uzak tutmaya başladı. Birlikte adaletsizliğe karşı kol kola eylemlerde bulunmak sadece marjinal grupların işi gibi yeni bir algı oluştu. Etliye sütlüye karışmamak, sisteme uyumlu, güçlünün yanında durmak, yönetim dalkavukluğu yapmak artık ‘normal’ davranışlar olarak tanımlanır oldu.
Bu arada toplum dinamiklerini harekete geçirecek güçler; yani akademik alanlar, sanatçılar, meslek odaları, STK’lar, dernekler gibi kişiler ve kurumlar ise; düzenle çıkar bağı kurmak için adeta birbirleriyle yarış içerisindeler. Kişisel ikbal veya iktidardan nemalanmak adına kendi kitlelerini uyutmakta sakınca görmemekteler. Hatta sadece iktidara değil muhalefet partilerine yaranmak ve adaylık koparabilmek adına gülünç davranışlardan çekinmemekteler. Bu kuruluşlara karşı üyeler beklentilerini ve umutlarını yitirmiş durumdalar. O nedenle bu tür kurumlar artık kendi iç dinamikleri ile hareketlenmeleri mümkün değildir. Bu tür yapılar kendi kendilerini denetleme şansları kalmadığı gibi kazan-kazan çıkar ilişkisinin en gelişmiş örnekleri ile belli kesimlerin elinde oyuncak olmaktadır. Hal böyle olunca da toplumun beklenti duyduğu bu tür kuruluşlar; kendini riske edebilecek sorumluluklardan kaçan, basiretsiz yöneticilerin kendilerine eğlence yeri yaptıkları, konfor ve ego merkezlerine dönüşmektedir.
Hapse atılan aydınlar ve gazeteciler dışında da, baskılara karşı direnen samimi aydınlar artık neredeyse kalmamıştır. Bunun yanında nedense bazı kifayetsiz aktivist görüntüsündeki tipler, kendini tatmin adına olsa gerek; tarihten kalma üç beş klişe kelime ile kulak tırmalayan çığırtkanlıklarını hiçbir zaman eksik bırakmamaktadır. Apartman toplantılarında, meslek odalarında, derneklerde ya da hemen yanı başımızda bu tip örnekler hep olmuştur.
Unutmayalım ki; içerisinde idealizm barındırmayan varoluşlar, kendisini günlük faydanın bulunduğu alana dâhil eder. Bu anlayıştaki kurumların yöneticilerinin vicdanlarına adeta piyasa virüsü bulaşmış olur. Bu virüs özelliği itibari ile her an her türlü şekle girebildiği için başa çıkılması çok zor bir canlıdır. Virüs bulaşmış her duygu hastalık gibi önce pazarın esaretine dâhil olur. Böylece bu bireylerin açığa çıkan davranışları, sadece o kişiye ait olmaktan çıkmış olur. Yani salt o kişiye ait olması gereken isyan da, sevgi de, nefret de, vicdan da hep bir yerlerden etkilendiği için tam olarak o kişiye ait olmaz. Duygular hep virüs etkisinde reaksiyon vermeye başlar.
Zamanla öyle bir hale geliriz ki; akçeli tarafı daha sonra gelen şifa dağıtan sağlıkçı yerine; AVM’ de eczane sahibi işletmeciye döneriz. Hekim iseniz; ameliyat başına para alan doktora, gazeteci iseniz; siparişe göre haber yazan silahşor gazeteciye, öğretmen iseniz; öğrencileri için çırpınan değil özel ders için veli tavlayan öğretmene dönüşüverirsiniz. Kurum yöneticisi iseniz; koltuk için kişiliğinizi pazara çıkartmaktan çekinmezsiniz. Şeytanla dahi işbirliği yaparsınız. Hele siyasetçi iseniz; kendi kişiliğinizde ve ideolojinize bağlı değil, birilerinin adamı veya ganimet paylaşan korsan oluverirsiniz. Her alanda her meslekte hatta bireysel ilişkilerinin içerisinde bu anlayışın temsilinde benzer örnekler vermek mümkündür.
Kapitalizmin bu vahşiliğinden toplumu koruyacak ana unsur elbette ki siyasetin kendisidir. O nedenle kişisel gelişime etki eden konu üzerine politikalar üretmek ve toplumu dejenerasyondan korumak partilerin görevidir. Ancak buna rağmen; toplumu yönlendiren, ideolojileri savunan ve bunu yaşam biçimi haline getirmeyi hedefleyen siyaset bugün ülkemizde adeta kör olmuştur.
Partilerin toplumun bu yanı ile ilgilendiklerini söylemek çok zor. Sadece kendilerine oy deposu olacak çağ dışı ideolojilerine koşulsuz itaat eden toplum yaratmak gayretindeler. Ülkemizde özellikle hükümete baktığımızda “iktidara giden her yol mubah” anlayışından kendini soyutlayamamıştır. İktidar partisi sürekli reyting ölçerek oy getiren konularda hızla görüş değiştirebilmektedir. Avrupa Birliği, komşu ülkeler, ülkenin can alıcı konuları gibi en temel meselelerde dahi toplumsal ilgiye göre politika belirlenmektedir. Muhalefet ise, kendi iç sorunu ile boğuşmaktan ülke sorununa yüzünü hala dönememiştir.
Aşk, sevgi, dostluk, çevreye ve topluma duyarlılık yani tüm insani değerleri hızla tüketen günümüz dünyasından kendimizi uzak tutmamız asla mümkün değildir. Ancak bizler her ne kadar derinlik kaybetmiş bu yaşamdan şikâyet ediyor olsak da, ‘bilişim çağının evlatları’ bizim kadar dahi şansları olmayacak gibi görünüyor. Leyla ile Mecnun bugün yaşamış olsalardı Facebook sanalında “ilişkisi var/yok” butonu kaç defa değiştirirlerdi acaba?
eczburhan@hotmail.com