Cumhuriyet 02.07.2008

GLOBALPOLİTİKÜLTÜR

ERGİN YILDIZOĞLU

Sıvas 1993 - Türkiye 2008

On beş yıl önce, bugün, Sıvasta Madımak Otelinde 37 insan yakılarak öldürüldü. Bu olayın, hakikatini doğru anlamaya çalışmak son derecede önemli. Özellikle de, şu günlerde, ülkede şekillenmekte olan yeni toplu durumun içerdiği riskler açısından...

Sıvas katliamının ‘hakikati’

Sıvas katliamının hakikatini düşünmeye üç saptamayla başlayabiliriz: Birincisi, Sıvas katliamı bir meczubun, bir grup radikal militanın planının ürünü değildi. Katliam kitlesel bir linç atmosferinde gerçekleştirildi; kitlesel bir olaydı. İkincisi, bu linç olayını yaşayan kitle, belli bir dünya görüşünü benimsemiş, belli bir hakikat rejimine ait insanlardan oluşuyordu. Üçüncüsü, olayın gerçekleştiği 1993 yılı, AKP olayı ile ivme kazanan siyasal İslamın yükseliş dalgasının başlangıç noktasına denk düşüyor.

Bu saptamalardan hareketle, Sıvasın hakikatinin öncelikle siyasal İslamın özelliklerinde, dini hakikat rejiminin içinde aranması gerekir. Dini hakikat rejimleri, gerçeğinin mutlaklığı ve bireyin bir yüce varlığın kulu olduğu varsayımlarına dayanır. Bu rejimin mutlak gerçeği, başka gerçekliklerin varlığını, bunları düşünme önerilerini dışlar. Diğer bir deyişle, her din, öteki dinlerin hakiki olmadığını (yücenin mesajını yansıtmadığını), ya da artık hakiki olmadığını varsayar.

Kulluk varsayımı ise, otonom öznellik, bireysel özgürlük kavramlarını, demokratik kurumlaşmayı dışlayan çok özel bir gerçekliğe yol açar. Yücevarlık mesajını her kuluna doğrudan, açık bir ilişki içinde ulaştırmaz. Bu nedenle son tahlilde, mesajın yorumlayıcıları, uygulatıcıları, karşımıza bireyin bu dünyada kulluk edeceği merci olarak çıkar. Bu gerçeklik içinde bireyin otonomi, özgürlük talebi, yücenin mesajına uygun olduğunu iddia eden düzenin reddi anlamına gelir. Diğer taraftan, yücenin mesajının anlamıysa, kaçınılmaz olarak, demokratik bir sürecin sonucunda saptanamayacak, Fethullah Beyin dile getirdiği gibi yaşamını bunu anlamaya adamış olan uzmanların, seçkinlerin yorumlarına bağlı olacaktır.

Siyasal İslam, bu iki varsayım üzerinden devleti yönetmeye aday bir harekettir. Bu anlamda, siyasal İslam sürekli bir, öteki yaratma ve dışlama, dışlayamaz, dönüştüremez ise imha etme mantığı üreten siyasi, kültürel bir makinedir. Sıvas 1993ün hakikati, bir dini hakikat rejimiyle siyasal İslamın kesiştiği yerdedir. Bu, benzer olaylara her zaman gebe bir hakikattir.

Bugünkü ‘toplu durum’ ve Sıvas 1993

Bugün de siyasal İslamın temsilcileri, yayın organları kendi projelerini benimsemeyen herkesi, öteki ilan eden makineyi ısrarla çalıştırıyorlar. Bu öteki, ya dinsizdir, ya demokrasi düşmanıdır, ya da darbeci, ulusalcı, hatta bazen de Yahudi yanlısıdır, hatta Yahudidir. Dahası, siyasal İslam salt kendi projesini değil, yaşam tarzını benimsemeyenleri de öteki ilan eder, dışlar, gücü yettiği oranda ve yerde bastırmaya çalışır.

Demokrasiyi bir oy vermeişlemine indirgeyen, burjuva liberal gelenek, işine gelmediğinde, seçim sonuçlarına aldırmaz, örneğin Avusturyada Heideri iktidardan indirir, İtalyada Berlusconiyi indirmeye çalışır. İşine geldiğinde, seçim sonuçlarını, yasalar ve anayasa karşısında mutlaklaştırır, ülkenin siyasal rejimini görelileştirir.

Liberallerin böyle davranması doğaldır ve gerçekçidir. Ama Solun büyük çoğunluğunun kapitalist düzende, özellikle gösteri toplumu oluştuktan sonra yönetilenlerin kendilerini yönetecek olanları seçme sürecinin içinin nasıl boşaldığını unutmaya kalkmaları, halen sürmekte olan kültürel, siyasi mevzi savaşı içinde siyasal İslamın barikatlarına ek cephane taşımaktan başka bir sonuç yaratmaz.

Bugün kendilerini darbe- demokrasi ikilemine hapseden, kimi solcuların trajikomik bir yanı da var. Yasal kurumlarla denetlenmeyen bir yürütmeyi, salt seçilmiş olmasına dayanarak demokrasi adına savunmaya çalışan bu arkadaşlar, kendilerini ABDnin bölge politikalarına teslim eden, feminizmi sapıklık kabul eden, Alev Alatlı gibi yazarları bile sansür eden, Latife Tekini şiddet kullanarak susturmaya çalışan, bu arada toplumsal dokuyu kendi kültürel önceliklerine göre dönüştürmeye devam eden bir siyasi akıma destek veriyorlar.

Şimdi, Anayasa Mahkemesinin AKP hakkında bir dava açmasından sonra çok kritik bir toplu durum oluşmaya başladı. AKPnin kimliğinde siyasal İslamın momenti kırılmaya başladı. Buna karşılık siyasal İslam, kitlesel desteğine güvenerek, tüm siyasi kurumlarının, yayın organlarının, uluslararası desteklerinin yardımıyla toplumu kutuplaşmaya itmeye başladı. Ancak, siyasal İslamın burada duramadığı, Anadoludan başlayarak, milliyetçi ve bütünselleştirici (ortak akıl!) bir mantıkla, kitle eylemlerine dayanan bir dinamik yaratmaya, sivil isyan ya da yeni siyasi dalga (Yeni Şafak, 27/06/08) yaratmaya niyetlendiği görülüyor.

Bu sırada medyada bir dini akımın lideri, Fethullah Gülenin hareketinin adeta bir toplumsal iktidar odağı olarak görülmesi olağanlaştırılıyor; Fethullah Beyin dönmesi, Humeyninin dönmesi gibi bir toplumsal olaya dönüştürülmeye çalışılıyor.

Sıvas 1993ün 15. yıldönümünde, karşımızda, Mecliste çoğunluğa, medyada büyük ağırlığa sahip bir siyasi parti, varlığı gösteri toplumunda meşrulaşmaya başlayan bir siyasi-kurumsal-mali bir dinci akım, sürgünden geri dönmeye hazırlanan bir dini liderden ve Anadoludan başlayarak, bir kitlesel dalga yaratma girişiminden oluşan bir toplu durum var. Bu toplu durum içinden gerçek anlamda bir olayın patlak vererek, durumu kökten değişmeye zorlama riski giderek artıyor...

Kaynak--- Cumhuriyet Gazetesi



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat