|
Ecz.Ertan ÇİFTÇİ Bir İstanbul Eczacı Odası Olağan Kongresi daha geride kaldı. Geçmiş senelerde “işler nasıl olsa yürüyor” bahanesi ile kongrelere katılmayan meslektaşlarımızın, işlerin yürümediği, artık durduğu, bir çıkışın bulunması gerekliliğinin olduğu bu günlerde kongrelere katılımda isteksizlik göstermesinin mantıklı bir açıklaması yok. Belki de meslektaşlarımızın çoğu umutsuz ve tepkisiz bir halde yok olma sırasının kendisine gelmesini beklemekte, psikolojik bir korunma içgüdüsü olarak yaşadıklarını görmezden gelmeyi yeğlemekte, gerçeklerle yüzleşmek istememektedir. Sadece seçimlere katılarak kendisine yakın bulduğu adaylara oy verip seçilmesini sağlamakla eczacılık yaşam alanının düzelemediği ve kesinkes düzelmeyeceği artık açıkça görülmektedir. Olağan Kongre birçok talihsizlikleri de ilk olarak yaşadı; İlk talihsizlik, sayın divan başkanının “eski çalışma raporlarının Odanın yaptığı yazışmalarla boşuna şişirildiği, bu yönetimin Oda yazışmalarını çalışma raporuna koymayarak tasarruf ettiğini” söylemesi ile başladı. Bu söz, gerçekten bir Kongre Divan Başkanı’nın söyleyebileceği en talihsiz söz olarak kayıtlarda yer alacaktır. Bilinir ki, çalışma raporları Eczacı Odası tarihinin yazılı kanıtlarıdır. Eğer ki, yapılan ciddi bir yazışma var ise mutlaka çalışma raporunda yer almalıdır. “Tasarruf” adı altında böyle bir uygulama kabul edilemez. Kaldı ki, bu sene çalışma raporu zaten sanal ortamda, masrafsız bir şekilde üyelere ulaştırıldı. Bir diğer talihsizlik çalışma ve mali raporlar hakkında görüş bildiren konuşmacıların büyük çoğunluğunun “yöneticilerin odayı yönetemediğini, meslektaşlarımızın yerel sorunlarına dahi çözüm getiremediğini, eczacılık mesleği hakkında bir açılım sağlayamadıklarını” belirterek istifaya davet etmeleri oldu. İstifalarının talep edilmesi bir yönetim kurulu için ne kadar talihsiz bir durumsa da, bir yönetim kurulunun sorunlar yumağında çaresiz kalması, buna karşın “en iyi ben bilirim” edası ile tabandan gelen çözüm ve destek önerilerine kayıtsız kalması üyeler için de ayrıca bir talihsizlik. Kongre Divan Başkanının “konuşmacılara müracaat sırasına göre söz verdiğini” açıklamasına, kongreye geç katılan ancak konuşmak isteyen bir meslektaşımıza rica, minnet “son konuşmacı” olarak söz vereceğini belirtmesine ve sonradan gelen bir konuşma talebini geri çevirmesine karşın, hem divanda yer alan diğer üyelere, hem de konuşma yapan meslektaşlarımıza karşı saygı eksikliğinde bulunarak bir başka meslektaşımıza “son konuşmacı” olarak söz vermesi de Kongrenin ayrı bir talihsizliği oldu. “Sabit yazar” lıktan sonra “sabit son konuşmacı” lığı alan meslektaşımız, çalışma ve mali raporların görüşülmesi sıralı gündem maddesinde, “kendisinin odanın kadrosu”(!) olduğunu belirterek muhalefet yapanları “anarşistlikle” suçlaması, eczacı odasının eylemlerine verilen desteği ve katılımı “madem beğenmiyorsunuz, ama eylemlere sizler de katıldınız, katılmasaydınız” betimlemesi ile eleştiri getirmesi talihsizlikten de öte bir olaydı. Sayın “sabit son konuşmacı”nın algılayamadığı ve hiçbir zaman da algılayamayacağı olgu, hepimizin bir eczacı olduğumuz, bir eczacı olarak Eczacı Odası’nın kurumsal kimliğini savunmak zorunda olmamız gerekliliği ve her ne kadar kendisi dile getiremese de AKP iktidarının uyguladığı “Sağlıkta Dönüşüm Programı”nın eczane eczacısını bitirmeye yönelik olduğudur. “Ya benim yaptıklarımı sorgusuz desteklersin, ya da düşmanım olursun” yaklaşımı ve bu yaklaşımı her alanda devam ettirme çabaları, Osmanlı ordusu toplarının Bizans surlarını dövmesi esnasında Bizans’ın din adamları arasında yaşanan “meleklerin cinsiyeti erkek mi, dişi mi” tartışmaları kadar anlamsızdır. Bizans anlayışı ile de yönetim olunur, ancak iktidar olunamaz |