12 Eylül 2010 Pazar günü Anayasa değişikliğinin kabulü ya da reddi için halk oylaması yapılacak. Oy kullanma hakkına ve yetisine sahip her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan kişi ya sandığa gidip tek seçenekli olarak kabul veya ret oyu verecek ya da boykot edip sandığa gitmeyecek.
Şimdiye kadar görüş belirten herkes olayı kendince değerlendirerek “Evet”, “Yetmez ama evet” veya “Hayır” şeklinde fikrini beyan etti. Birçok kişi de “daha fikrim oluşmadı” diyerek kararsızları oynuyor.
Ekmek kavgasını eczanesi üzerinden yapan bir eczacı olarak bu Anayasa değişikliği bana ne ifade etmektedir?
Eczacılık mesleği eczane eczacılığı, kamu eczacılığı, sanayi eczacılığı ayrımı yapılmadan hak kaybetmektedir.
Kamuda çalışan eczacıların amir konumuna geçme hakları engellenmiş, özlük hakları her dönem gasp edilmiştir. Sanayide çalışan eczacılar yerine Kimya Mühendisleri tercih edilir hale gelmiş, sendikalı olma hakları engellenmiştir.
Eczane eczacılarının stoklarında bulunan bedeli ve vergileri ödenmiş ilaçları değer kaybettirilerek bedelsiz kamulaştırılmış, hemen hemen tek ilaç alıcısı olan SGK’nun her gün değişen buyrukları ile çok ağır şartlarda çalışmaya zorlanmaktadır.
Yani hem sermayemiz, hem emeğimiz sömürülmektedir.
Eczacılar üzerine yapılan baskılar bu iktidar döneminde kat be kat artmıştır ve artmaya devam etmektedir.
Baskıyı yapan kişiler ve kurumlarla karşılıklı görüşerek derdinizi anlatamıyorsanız, hakkınızı alamıyorsanız geriye hakkınızı arayabileceğiniz tek seçenek kalıyor. “HUKUK” ya da bir başka deyişle “YARGI”.
Hâlihazırda yargıya başvuruyu şahsen yapabileceğimiz gibi, bizi temsilen bağlı bulunduğumuz örgütlerimiz de bizim adımıza yargıya başvurabiliyorlar.
Eğer ki iç yargı yollarında davaları kaybedip, hakkınızı alamadığınıza inanırsanız Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuru hakkınız da olası.
Ancak, 12 Eylülde oylayacağımız Anayasa değişikliği kabul edilirse öyle “ben haksızlığa uğradım” deyip elimizi, kolumuzu sallayarak soluğu mahkemelerde alamayacağız. Önce “kamu denetçisi” olarak isimlendirilen ve iktidar tarafından belirlenen Kadılara başvurmak zorunda kalacağız. Bizi temsil eden örgütlerimizin ise bizim adımıza yargıya başvurmalarının önü tamamen kesiliyor.
Ola ki mahkemeyi kaybettik. Ama haklı olduğumuza inanıyoruz. “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurayım” demek de yok. Yapılacak düzenlemeyle iktidar tarafından baskılanmış hâkimlerden oluşan Anayasa Mahkemesine başvurabileceğiz.
İktidar ve yandaşı basın bunun nedenini şöyle açıklıyor; “AİHM’nin kurulduğu 1959’dan beri 2.295 kez mahkemeye giden Türkiye, bu davaların 2.017’sinde yüklü miktarda tazminat ödemeye mahkûm oldu. Bu değişiklikle birlikte bu paralar ödenmeyecek”. Yani Anayasa Mahkemesine başvuran göstermelik bir yargılamadan sonra davayı kaybedecek.
Benim kendi adıma Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne iki başvurum var, devam ediyor. Konuları ise haksız yapıldığına inandığım stokumdaki bedellerini ve vergilerini ödediğim ilaçların değerlerinin azaltılması, yani bedelsiz kamulaştırma. İki davam da Danıştay’da devam ediyor. Onların konusu da SGK ile yapmaya zorlandığımız sözleşmelerin bazı maddeleri. Eğer ki bu mahkemeleri kaybedersem AİHM’ne başvuru hakkım ortadan kalkacak.
Kişinin hak aramasını ve bağlı bulunduğum örgütlerin benim hakkım için yargıya başvurmasını engelleyeceği için bir eczacı olarak Anayasa değişikliğine HAYIR.
Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan bir vatandaş olarak değerlendirdiğimde ise;
Demokrasiye inanan bir kişi olarak tek taraflı dayatmalar, yalan ve kişisel çıkarlar üzerine kurulu yapılar bana hep ters gelmiştir.
Mevcut Anayasa önceden çeşitli kereler değiştirildi. Yani bu ilk değişiklik değil.
Ama bu kez çok kısaca tanımlamak gerekirse kuvvetler ayrılığı olarak tanımlanan yasama, yürütme ve yargıyı tek elde, hatta tek kişide toplama yani kuvvetler birliğini sağlama çabası açıkça görülmektedir.
Bunun için mevcut yasalarda ve yönetmeliklerde yapılabilecek değişikliklerle çözümlenecek uygulamaların (askeri darbelerin önlenmesi, memurlara sendikal hak verilmesi, kadın-çocuk istismarının engellenmesi, vergi borcu olanın yurt dışına çıkışının kaldırılması, sendikal özgürlüklerin geliştirilmesi vb.) sanki Anayasa değişikliği ile çözümleneceği ileri sürülerek asıl amaç maskelenmektedir. Bu nedenle de değişiklik maddeleri tek tek değil, bir bütün olarak oylamaya sunulmaktadır.
Bu gün 12 Eylül 1980 darbesi günlerini aratmayan bir ortam yaşanmaktadır. Herkesin iletişim araçları izlenmekte, özel hayatı didiklenmekte, imzasız ihbar mektupları ile insanlar tutuklanmakta, düzmece senaryolar ile senelerce demir parmaklıklar arkasında yaşamak zorunda bırakılmaktadır. Değişik baskılar toplumun iktidara karşı olan her kesimine uygulanmaktadır.
İktidar partisinin ileri gelenleri mevcut vatanseverleri sevmemelerine karşın 12 Eylül mağdurları için gözyaşı dökmekteler. 12 Eylül mağduru olan biri olarak, bu bana hiç de inandırıcı gelmemekte. Nedeni ise yedi yılı aşkın iktidarlarında yaptıkları, 12 Eylül’ün oluşturduğu kurumların hala faaliyette oluşu ve iktidar tarafından bu kurumların kendi çıkarları doğrultusunda kullanılmaya devam edilişidir.
Demokrasiyi ve özgürlükleri daha da kısıtlayacak bir Anayasa değişikliğine vatandaş olarak HAYIR.
Halk oylamasına katılacak olanlar vicdanlarını ya da kişisel çıkarlarını gözeterek bir tercihte bulunacaklar.
Kişisel zenginliğin bir gün bir şekilde yitirilinebileceğine, ama toplumsal zenginlik içinde herkesin özgür ve varlıklı yaşayacağına inanıyorum.