Eczacılık mesleğimizi yapmak istiyorsak, ama bunu içtenlikle istiyorsak elimizde tutunacağımız ya da tutunabileceğimiz iki dal var.
Siyasi örgütümüz olan Türk Eczacıları Birliği ve uzantısı olan Eczacı Odaları ile ekonomik örgütümüz olan Tüm Eczacı Kooperatifleri Birliği ve uzantısı olan Ecza Kooperatifleri.
Gönüllü ya da zorunlu, her iki alandaki kurumlarımıza sahip çıkmalıyız. Kurum, yasalardan gelen tüzel kişiliği ve üyeleri ile bir bütünlüğü oluşturur ve örgüt olur.
Eczacı tabanı büyük bir çoğunlukla kurumlarına sahip çıktığını kanıtlamıştır.
Örgüt yöneticilerinin “gel” dediği yere gelmiş, “yap” dediğini yapmış, eylemlere destek vermiştir. Bu güne kadar yapılan eylemlerin çoğu, ülkemizdeki sendikalar dâhil tüm sivil toplum örgütlerini kıskandıracak katılımlarda geçmiştir.
Eczacı tabanının gerçekleştirdiği bu kinetik enerjiden oluşan potansiyel enerjiyi mekanik enerjiye dönüştürmek ya da dönüştürebilmek, sinerji yaratmak ya da yaratabilmek, oluşan mekanik enerjiyi ve sinerjiyi doğru hedefe yönlendirmek ve toplam fayda sağlamak örgütlerimizdeki yöneticilerin yapması gereken olgudur.
Geçen süreçte bu olgu ne kadar yaşama geçirilmiştir. Önce bu sorgulanmalı.
Her ne kadar yöneticiler kurumları temsil ediyor görünseler de, yöneticiler ile kurumları ayrı değerlendirmek gerekir.
Yöneticilerin demokrasinin gereklerini yerine getirmesi, paylaşabilmesi, öngörülü ve dirayetli olması, tabanından aldığı güçle gereğini yerine getirmesi bir kurumu ve dolayısı ile örgütü kuşkusuz daha güçlü gösterir.
Bunun tersi durumu kabullenen, yani demokrasiyi sadece kendisinin veya kendilerinin var olması için kullanan, öngörülü olamayıp başkalarının gündeme getirdiği söylemlere sarılarak günü kurtaracak ve hedef saptıracak işlerle uğraşan, paylaşmayan, gerekli kararlılığı gösteremeyip sadece kendini eleştirenlere yağıp, esip, gürleyen yöneticilerle ise potansiyel enerjisi azalmasa da bir kurum ve örgüt dışarıdan daha zayıf görünür, süreç içersinde de yaptırımını ve saygınlığını yitirir.
Yaşadığımız süreçte geçmiş ile özellikle son dört sene öncesi ile kıyaslandığında eczacı örgütlerinin çok büyük eylemlilikleri yaşama geçirmesine karşın önemli hak kayıplarına uğradığı çok açık bir gerçekliliktir.
Serbest eczane sahibi eczacıların reel karlılığının azalması, mevcut emek sarf etme oranının artması, küçük ve orta ölçekli sermayesi ile kamu kurumlarını finanse etmesi, kredi maliyetlerinin oluşturduğu gelir erozyonu, raflarımızdaki ilaçlarımızın değer yitirmesine neden olan bedelsiz kamulaştırmalar. Kamuda çalışan eczacıların özlük haklarının tırpanlanması, rotasyonlar.
Bu liste uzar gider.
Eczacı Odalarımız önümüzdeki Eylül ayı içersinde Seçimli Kongrelerini yapacaklar.
Yazımın başında da belirttiğim gibi;
“Eczacılık mesleğimizi yapmak istiyorsak, ama bunu içtenlikle istiyorsak elimizde tutunacağımız ya da tutunabileceğimiz iki dal var.”
Bu iki daldan birinin ucu Eczacı Odalarıdır.
Çok fazla zaman kalmadı, yaz sıcağının oluşturduğu rehavete kapılmadan düşünmek gerek.
Sadece tüzel kişiliği olan kurum yöneticileri mi yoksa mücadele etmeyi göze alan örgüt yöneticileri mi seçeceğiz?