On bine yakın eczane zor durumda; eczacının huzuru kaçtı. “1980’lerde çıksa iyi olurdu” dediğimiz yeni yasa da çıkar çıkmaz huzursuzluk üretmeye başladı. ‘Bu kadar eczacı neden huzursuz’ sorusuna yanıt aranmıyor, bulunmuyor; TEB,  ‘neden kalmadı, sonuç verelim’ diyor.
          Gelişmiş ülkelerde eczacı sayısı, eczane sayısının iki katıdır. Ülkemizde her diplomaya bir eczane açma merakı vardır. Yeni yasada da birden fazla eczacının birleşerek doğru düzgün bir eczane açmalarına izni verilmedi.
          Türk Eczacılarının huzursuzluk kaynağı, her diplomaya bir eczane açılması, “eczacı ne yapıyor ki” diye günden güne sistemden dışlanmasıdır. Sağlık harcamaları, hasta sayısı, ilaç tüketimi hızla artarken, eczacıya düşen pay hızla azalmakta; eczaneler suyu kesilmiş değirmen gibi ortalıkta kala kalmakta.
          Hep eczane düşünüldü, hep eczane koruma altına alındı; eczacı unutuldu. Eczacı nedir, ne  yapar, ne yapmalıdır diye hiç gündeme getirilmedi. Sayın Prof. Dr. Levent Üstünesin saya saya bitiremediği eczacının görev ve sorumlulukları su üstüne çıkarılamadı. Biz eczacıyız; bunları bunları yapacağız; şunları şunları isteriz diyemedik. Eczane çokluğunu, eczacı çokluğu zannettik. Toplam otuz bin eczacıyız. Eczane dışında çalışanları, diplomasıyla konuşanları, demansı yaklaşmış eczanesinin yolunu unutanları, odada, kongrede, kursta, toplantılarda gelecek seçim çalışmaları yapanları, çocuklarından, torunlarından ayrılamayanları, oyundan kalkamayanları, babası, kocası çok zenginleri, efkar dağıtmaya gidip dönmek istemeyenleri, tatile, Avrupa gezisi armağanlı turistik tatile, kursa, ava gidenleri ayırırsak geriye çalışmaya hazır on beş bin eczacı zor kalır. On beş bin eczacı, yetmiş beş bin kişiye gerçek eczacılık hizmeti yetiştiremez. Bu durumda ülkemizde eczane sayısı çok, iş yapacak eczacı sayısı azdır. İşin püf noktası burasıdır. “Gerçek eczacı bir günde elliden fazla, ayda binden fazla reçete hazırlayamaz”  gibi bir kuralı sağlam yerleştirebilsek her şey normalleşiverecek. Onun ötesinde eczanenin cirosuyla, insanların sayısıyla uğraşılmamalı; birinci, ikinci, yardımcı eczacılar eczanenin başındaydı, şimdi buradaydı, biraz önce komşudaydı gibi sonu gelmez vıdıvıdılarla, vallah billahla, itişip kakışmakla, işini bilenlerin işini kolaylaştırmakla, akla gelmedik hokkabazlıklarla yeni yeni komediler üretilmemeli, türetilmemeli.
          Şu anki eni boyu belli eczanelere üç eczacılık diploması sığar ama üç eczacı sığmaz. Her şeyden önce reçete sahibi hastalar ile, çocuk emziği alanların, para bozduranların,  çay kahve içenlerin, sohbet alışverişi yapanların, adres soranların birbirini rahatsız etmeyeceği, biraz korunmuş, karşılıklı oturulmuş eczacı masaları ve yakasına adını yazmış eczacıların adam gibi, eczacı gibi çalışabileceği eczaneler tarif edilmeli. Reçete sorumluluğunu üstlenen, başka bir şeyle ilgilenmeyen işte bu eczacılara, reçetedeki teşhis sayısına, rapor sayısına, ilaç sayısına, nöbete, bayrama göre hakkı yenmeden, doktorların vizite ücreti gibi, noterlerin tasdik ücreti gibi haysiyetli bir “Eczacı Hakkı” alınmalı. Böyle bir hakkın dışında istenen, beklenen reçete başına bozuk para, eczane başına reçete dağıtımı vs. ler ulufedir; beleşçiliğe, sadakaya razı olmaktır. Bunlar gerçek eczacının yüzünü ağartamaz, kızartır. Alacak borç hesaplarına boğulmuş, gelenden gidenden kafası yorulmuş, ıvır zıvıra esir olmuş, ilaç tedarikçisi, eczane işletmecisi eczacı ile, her gün dersini çalışan, kurslara katılan, korkusuzca tatilini yapan, hastasını, hastanın geçmişini ve geleceğini göz önünde tutarak takibe alan, öncül, çağcıl bilgileri toparlayan, görev, yetki ve sorumluluğunu ıskalamadan uygulayan, insancıl bir hava yaratan eczacı birbirine karıştırılmamalı.
          Gideceği limanı bilmeyene hiçbir rüzgar fayda etmezmiş. Önce limanlar belirlenmeli, planlar çizilmeli, daha sonra yatırımlara geçilmeli. Birbirinin önüne geçerek, birbirini taklit ederek, birbirini gözetleyerek, depoların ekmeğine yağ sürerek, eczacıları birbirin ezdirerek el yordamı ile yapılan yatırımlar eczacıları aynı çıkmaz sokaklara çıkaracaktır.
          En büyük sırlar her zaman en olmadık yerlerde gizli olurmuş; doğru kapıyı seçersen zor olan kolay, imkansız olan mümkün olurmuş.
          Korku sevmeyi unuttururmuş. Cesaret hiç korkmamak değil, korkuya rağmen bir şeyler yapabilmekmiş. Topu topu üç dört şey gerek…
          Ciddiyet…  Samimiyet…  Cesaret…  Gayret…
          Sevgiyle… Saygıyla…                                                                    

                                           Ecz. Süleyman Arslantürk

                                              saturk1947@gmail.com



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat