13-16 Kasım 2014 tarihinde, Ankara Eczacı Odası sahipliğinde “Reçete Dışı Farmasötik Ürünler ve Medikal Malzemeler Kongresi”, Kıbrıs Girne’de, bahçesinde kedi ve köpeklerin birlikte dostça, arkadaşça oynaştıkları Acapulco Hotel’de yapıldı.
Mekanizma
Adı ne olursa olsun, eczacılığı saygınlaştırmak, yüceltmek, cazip kılmak amaçlı yapılan bu toplantılarda mekanizmanın direksiyonu, politikacılar ve politikaya ısınanlar, gövdesi akademisyenler, benzini firmalar, eli kolu da eczacılar oluyor. Direksiyonda, 35 yıl deneyimli Mehmet Domaç ve arkadaşları vardı. Hocaların hocası Prof. Dr. Mekin Tanker, Prof. Dr. Ekrem Sezik ve eczacılığımızın temel taşları, güven kaynakları, işçi arıları hocalarımız salonda gövde gösterisi yaptılar. Her zamanki gibi çok formdalar. Nazara takılmasınlar, başımızdan eksik olmasınlar. Çalışmaların yakıtı, kanı, canı, yerinde duramayanı, peygamberimizin “Bir günü öbür güne benzeyen bizden değildir” sözüne en sadık kalanı, bu işlere en çok para yatırıp en çok para kaldıranı üretici ve dağıtıcı firmalar en erken gelip en geç ayrıldılar. En kalabalık, en sorumsuz, en aldırmaz grup, yaklaşık altı yüz eczacı ise hemen arazi oldular; açılış alkışlarına bile katılmadılar. Kongrenin kendileri için yapıldığını üzerlerine alınmadılar, bahane ile iyi bir tatil yaptılar.
İlkokuldan kalan duvar gazeteciliğim ile, 42 yıllık perde önü ve arkası eczacı ve eczacılık politikaları merakım ile, denizde yüzmeyi, Girne’de gezmeyi, tek kollu, içi para dolu canavarlarda şangur şungur, tıngır mıngır nakit para kazanma şansımı denemeyi feda edip kongreyi baştan sona izledim. Oturumlar susamışlara bir yudum su gibi idi; “zamanı aştık, son bir soru alalım, buyurun hocam”, diye bitiverdi.
Gözüme takılanlar, kulağımda kalanlar
Oturumdan sonra, “Sayın Domaç, formunuz, eforunuz çok yerinde, ne içiyorsunuz” dedim. “Hiç bir şey içmiyorum, sadece ceviz yiyorum” dedi, gitti. Niye sordun demedi.
Prof. Dr. Mekin Sezik ve Doç. Dr. Orhan Uludağ, vitamin ve mineraller konusunu ince ince anlattılar. Pratik bir çözüm önermediler. 45 yıl önce, İ Ü Eczacılık Fakültesinde Prof. Dr. Sıtkı Velicangil, antibiyotik yanına vitamin gereksiz demişti. Bir arkadaşın, bazı hocalarımız “gerekli diyor” itirazına karşı pratik çözümünü söylemişti: Bakın hastanın haline, zengin ise gerekli, fakir ise gereksiz, dersiniz demişti.
Prof. Dr. Tuncer Değim “Eczacılığı çok seviyorum, el ele tutuşalım.” Dedi. Aman hocam, tehlikeli bir şey söylüyorsunuz. Yasa, “ikiniz bir arada olamazsınız” diyor. Eczacı, önce öteki eczacıdan, sonra SGK dan, sonra yeni açılan eczacılık fakültelerinden, sonra dükkan sahibinden v.b. uzun bir listeden korkuyor; özet olarak yapayalnız. Bu korkuları aşmak için el ele tutuşmak yetmez; kurumsal olmak gerekiyor.
T.C. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, ilaca girmiş. Erken kalkan, hapı yapan parayı kapar. Biz de gıdaya girsek, ne kaybederiz? Soru, büyüklere şaka, düşünenlere, öğrencilere, gençlere ciddidir.
Bir ağız gargarası, bir çay demlemesi, bir ayak ortopedisi, bilimsel, ayrıntılı anlatılınca, eczanedeki halime güleyim mi ağlayayım mı bilemedim. ‘Aktarlaşmayın’ diyen hocama, ‘Hocam biz aktarlaşmıyoruz, aktarlar eczaneleşiyor’ diyemedim.
Homeopati, fitoterapi, uçucu yağlar, tıbbi cihaz ve medikal malzemeler, nöral terapi, oksijen terapisi v.b. pek çok sunumları dinledikçe büyüdüm de büyüdüm. Yalnızlığımla, küçücük eczane gerçeğimle yüzleştikçe, küçüldüm de küçüldüm.
Eğitim danışmanı, sunumunda, eczanenize gelecek firma temsilcilerini, konulu randevu ile kabul edin dedi. Havada asılı kalan elime bir cümlelik söz vermedi. Amerika’da doktorları vizite ücreti ile ziyaret edebiliyorlarmış, biz de öyle kabul edelim, diyecektim.
Bol bol eczacılık fakültesi açıldığından dem vuruldu. Hiç eczacısız, sadece veterinerlerle, sadece biyologlarla açılan fakülteler varmış. Bir de, Farmasötik Kimya dalında 12 profösör barındıran eczacılık fakültesi varmış şu garip ülkemizde.
Üniversite’de okumak için bu kadar insan kapıda yürek çırpınışları ile bekleşirken, kardeş istemiyorum der gibi, “eczacılık fakültesi açılmasın” söylemlerinden oldum olası yüzüm kızarıyor. Eczacılık fakültesi açılsın, gereksiz eczane açılmasın. Söylem ve eylem “kaliteli eczacılık fakültesi, kaliteli eczacı” şeklinde olmalı. TEB, yan yana 12 eczane yanına açılacak 13. eczaneye eczane açma kredisi vermesin. Diplomayı alır almaz eczane açmaya koşacak eczacı değil, Amerikan, Alman, Çin, Japon eczacıları ile yarışacak eczacı yetiştirecek, dosta düşmana örnek olacak bir eczacılık fakültesini TEB açsın.
Konu Kaydı
Yanıtı aranan soru, başını kaşımaya zamanı, oynamaya mekanı olmayan eczacı, reçete dışı farmasötik ürünler ve medikal malzemeler ile nasıl baş edecektir? Masanın üretici, dağıtıcı ayağı sağlam. Akademik ayağı güvenli. Politik ayağı da çeşitli oyunlara ayak uydurabilir durumda; yedeği de bol. Dördüncü ayak, eczacı-eczane ayağı yorgun, sallanıyor, sürünüyor; Allah korusun felç olabilir. Reçete başına bozuk değil de bütün para verilirse, on sene sonra artık eczane açılmazsa, stok zararları insafa gelinip karşılanırsa bu ayak sağlamlaşır zannediliyor; yetkin bir tedavi yöntemi aranmıyor. Bu ayak yere sağlam basmadan, bu masada yenecek yemeğin, oynanacak oyunun keyfi olmaz; üretilen enerji, yakalanan rüzgar boşa kaçar.
Oyunun kuralı
Oyunun kanı, canı olan para, ya başkalarının akılsızlığından ya da kendi aklımızdan kazanılırmış. Başkalarının akılsızlığı devri kapandı. Şu küresel dünya, sağlıklı yaşamak, güzel olmak, keyifle gülmek, kendini iyi hissetmek isteyen insanlarla dolu. Bu uğurda insanlar, yastık altındaki, cüzdanın gizli yerindeki, kredisindeki paralarını harcamaya hazır. Küçük hesaplarımızı bırakıp, kendi aklımızı başımıza alıp, bilim’e kapı dışında değil, başımızın üstünde yer açıp işe başlamak gerekiyor. Eczacılığın, eczanenin önü açık, geleceği parlak; ama, çoğu eczacıların, çoğu eczanelerin değil.
Çare
Kongrede “Yeniden dünyaya gelsem gene eczacı olurdum” diyen Prof. Dr. Bülent Gümüşel ve bilim Çin’de de olsa aramaya hazır hocalarımıza el, gönül versek; sadece, giderlerini üstlensek (gelir aradıkları yok)… Telefon ve bilgisayar içine düşmüş öğrenci ve genç eczacılar kafalarını ansızın kaldırıp “Yeter be!” diye ayağa kalksa... İhale yasasını 12 yılda 19 defa değiştirebilen meclisimizde, kör topal yürüyebilen demokrasimizde çare çok.